ÖNSÖZ
İslâm'ın
beş temelinden biri de, Ramazan ayında oruç tutmaktır.
Bu kitapçıkta, oruçla ilgili bilgiler arasında orucun hikmetleri ve faydaları
konularına da yer verilmiştir.
Oruç, sadece belli bir süre aç kalma olayı olarak düşünülmemelidir. Oruç,
aynı zamanda kişiyi kötülüklerden uzaklaştırıp iyi davranışlar kazandıran
bir ahlâk ve fazilet eğitimidir de.
Orucun sağlık yönünden kişiye kazandırdığı faydalar yanında toplumda sosyal
adaletin gerçekleşmesine de önemli katkıları olduğu bilinen bir gerçektir.
Allah'ın emirlerindeki hikmetleri öğrenmek, ibadetleri daha şuurlu olarak
yapmamızı sağlayacaktır.
Ramazan ve oruçla ilgili gerekli bilgilerin yeraldığı bu kitapçığın okuyucularımıza
yararlı olmasını Yüce Allah'tan dilerim.
Yaratıklar
Arasında İnsanın Yeri
Yüce Allah, insanı en güzel sûrette yaratmış, diğer canlılardan farklı
olarak üstün yeteneklerle donatmış ve kâinatta bir çok varlığı oun emrine
ve hizmetine vermiştir.
Allah Tealâ, şöyle buyuruyor:
"Allah'ın, göklerde olanları da, yerde olanları da sizin emrinize
verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini
görmez misiniz?" (1)
Mükemmel bir plâna göre yaratılan ve âhenkli bir düzen içinde işleyen
kâinatta zerrelerden kürelere kadar her şeyin bir gayeye yönelik olarak
görevini yerine getirdiğini ve hiçbir şeyin başıboş bırakılmadığını
görürüz.
Yaratıklar arasında üstün bir yeri olan insanın da dünyaya gelişinde
elbette bir hikmet, yaratılışında yüksek bir gaye vardır.
Yaratılışımızın
Gayesi
Yüce Rabbimiz, yaratılışımızın hikmetini, dünyaya gelişimizin gayesini
Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildiriyor:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."
(2)
Bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki, yaratılışımızın asıl gayesi, Allah'a
ibadet etmektir. Bu gayeye uygun olarak ibadet görevini yerine getirdiğimiz
taktirde, hem Allah'ın rızasını kazanmış, hem de âhirette sonsuz ve
mutlu hayata kavuşmuş oluruz.
Dünyaya gelmekten maksat; yalnız yiyip-içmek, yatıp-uyumak ve geçici
zevkleri tatmin etmek değildir. Bu özellikler diğer canlılarda da vardır.
İnsan kısa bir zaman için var olan, sonra yok olup giden bir varlık
değildir. İnsan dünyaya, daha yüksek ve sonsuz bir hayata hazırlanmak
için gönderilmiştir.
Dünya, ebedî âleme giden yolun üzerinde bir istasyon gibidir. İnsan
belirli bir süre burada kaldıktan sonra yoluna devam edecektir.
Ölmek, yok olmak değildir. Ölüm, geçici olan dünya hayatından sonsuz
olan ahiret hayatına geçiştir. İnsan ebediyet âleminin yolcusudur.
Bazı duraklarda belirli süreler kaldıktan sonra asıl yurduna varacaktır.
Peygamber Efendimiz bu yolculuğu şöyle ifade etmiştir:
" Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip sonra bırakıp giden
bir yolcu gibiyim." (3)
Şiirleri, asırlardan beri dillerde yaşayan Yunus Emre de bu gerçeği
şöyle dile getirmiştir:
Bu dünyaya gelen kişi
Âhir yine gitse gerek,
Misafirdir, vatanına
Bir gün sefer etse gerek.
İnsan, dünyada ne ekerse, ahirette onu biçecektir. Bu sebeple, kısa
ve geçici olan dünya hayatını çok iyi değerlendirmemiz gerekir.
Bu konuda Sevgili Peygamberimiz bizleri uyarmak maksadıyla şöyle buyuruyor:
"Beş şey gelmeden önce (diğer) beş şeyin değerini bil:
1. Ölümünden önce hayatının,
2. Hastalığından önce sağlığının,
3. Meşguliyetinden önce boş zamanının,
4. İhtiyarlığından önce gençliğinin."
5. Fakirliğinden önce zenginliğinin."(4)
Derslerine iyi çalışan, ödevlerini zamanında yaparak imtihanda başarılı
olan öğrenci gibi, ibadetleri emredildiği şekilde zamanında yapmalıyız.
Çünkü, Allah'ın hoşnutluğunu kazanarak sonsuz ve mutlu hayata kavuşabilmemiz,
yapmakla yükümlü olduğumuz dinî emirleri ve ibadet görevlerini yerine
getirmemize bağlıdır.
İbadet
Nedir?
İbadet, Allah'a saygı ve ta'zim göstermek ve onun bize verdiği nimetlere
karşı teşekkür borcunu yerine getirmektir.
Yüce Allah, diğer canlılardan farklı olarak akıl ve fikir vererek bizi,
diğer varlıklar arasında seçkin bir durumda yaratmış, yaşayabilmemiz
için, yeraltı ve yerüstü zenginliklerle doldurduğu dünyayı bir sofra
gibi önümüze sermiştir. Cenab-ı Hak, verdiği nimetlerin çokluğunu hatırlatarak
şöyle buyuruyor:
"O, size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah'ın nimetini
sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür."
(5)
Küçük bir iyiliğe, meselâ; ikram edilen bir fincan kahveye, bir öğün
yemeğe teşekkür eden insanın, kendisine verilen bunca nimetlere karşı
Yüce Allah'a teşekkür etmesi icabetmez mi? Hastalanan bir organını meselâ;
gözünü tedavi eden doktora teşekkür eden insanın, o gözü, kendisine
meccanen lütfeden Allah'a şükran borcunu yerine getirmesi gerekmez mi?
Elbette gerekir.
Allah Tealâ, bu konuya dikkatimizi çekerek şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed! De ki: Sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler
ve kalbler veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz." (6)
İbadet; bizi yaratıp vücudumuzu mükemmel organlarla donatan ve sayılamıyacak
kadar nimetler vererek bizi mülkünde barındıran Yüce Rabbimizin iyiliklerine
karşı teşekkür borcunu yerine getirmektir.
Ramazan
Ayının Özellikleri
İbadetler belirli vakitlerde yapılır. Farz olan orucun vakti Ramazan
ayıdır. Ramazan ayının dinimizde büyük bir önemi ve diğer aylar arasında
seçkin bir yeri vardır. Bu sebeple oruç konusuna geçmeden önce Ramazan
ayının taşıdığı özellikler hakkında bilgi vermek yararlı olacaktır.
Bu özellikler kısaca şunlardır:
1- İnsanlığı karanlıklardan çıkarıp aydınlığa kavuşturan Rabbimizin
son mesajı Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim, bu ayda yeryüzüne inmeye başlamış
ve böylece insanlık için yepyeni ve mutlu bir dönem başlamıştır.
Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildirilmiştir:
"Ramazan ayı ki onda Kur'an, insanlara yol gösterici ve doğruyu
yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi."(7)
Kur'an-ı Kerim Ramazan ayında inmeye başladığı için bu ay, bir anlamda
Kur'an ayıdır. Kur'an-ı Kerimi Peygamberimize getiren büyük melek Cebrail,
her yıl Ramazan ayında Peygamberimize gelir ve o güne kadar nazil olan
Kur'an ayetlerini karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı. Peygamberimizin
bu dünyadan göçtüğü yılın Ramazanında bu durum, son olarak ve iki defa
gerçekleşmiştir.
Ramazan ayında camilerimizde ve evlerde okunan ve cemaatin büyük bir
manevi zevk ve huşû içinde dinlediği mukabele ve Kur'an hatimleri Cebrail
ile Peygamberimiz arasında yapılan mukabelenin devam ettirilmesidir.
Bu vesile ile Kur'an okumanın fazileti ve manasını anlamaya çalışmanın
önemini belirtmekte fayda vardır.
Kur'an okumak ve okunan Kur'an'ı dinlemek sevabı çok olan bir ibadettir.
Peygamber Efendimiz:
"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap
vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir"
(8) buyurarak Kur'an okuyanlara verilecek sevabın miktarını belirtmiş,
ayrıca Kur'an-ı Kerim'in okuyucularına şefaat edeceği Peygamberimiz
tarafından bildirilmiştir. Şöyle buyuruyor:
"Kıyamet günü oruç ve Kur'an kul'a şefaatçi olurlar. Oruç:
- Ya Rabbi, ben onu gündüzleri yemekten ve zevklerinden alıkoydum.
Şimdi beni ona şefaatçi kıl, der. Kur'an:
- Ya Rabbi, ben onu gece uykusundan alıkoydum. Şimdi beni ona şefaatçı
kıl, der.
Her ikisi de şefaat ederler."(9)
Kur'an-ı Kerim, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son ilâhî mesajdır.
Onu okumak ibadettir. Ancak sadece okumak yeterli değildir. Müslümanın
asıl görevi, Kur'an'ı okuyup manasını anlamaya çalışmak ve onun gösterdiği
nurlu yoldan yürümektir.
Kur'an-ı Kerim'in gönderilişindeki sebeb ve hikmeti, yine Kur'an'dan
öğreniyoruz.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed! Sana bu mübârek kitabı (Kur'an'ı) ayetlerini düşünsünler
ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik." (10)
2. Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en faziletlisi,
Allah'ın en sevgili kulu, son peygamber, Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a
peygamberlik görevi bu ayda verilmiştir. Mekke yakınlarındaki Hira mağarasında
"oku" emri ile başlayan ilk Kur'an ayetlerini Hz. Muhammed'e
tebliğ eden büyük melek Cebrail (a.s.) daha sonra ona "Sen Allah'ın
Rasûlüsün (Peygamberisin) ben de Cebrailim" diye hitap ederek
onun insanlığın kurtuluşu için peygamber olarak görevlendirildiğini
bildirdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu kutsal göreve başlaması ile karanlıklar
içinde bocalayan insanlık için nurlu bir ufuk açıldı. Onun kalplere
yerleştirdiği iman ışığı sayesinde cehaletin yerini ilim, zulmün yerini
hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerini insan sevgisi aldı ve gerçek
anlamda huzur ve kardeşliğin temelleri atıldı.
3. Bin aydan daha hayırlı olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildirilen ve mü'minlere
Allah'ın en büyük lütuf ve ikramlarından biri olan "Kadir Gecesi" de
bu ayın içindedir.
Bu gece, müslümanların iyi değerlendirmesi gereken büyük bir fırsattır.(11)
4. İslâm'ın beş şartından biri olan, insanı nefsinin aşırı arzularından
ve maddî ihtiraslardan kurtarıp yücelten ve âdeta melekleştiren oruç
ibadeti, bu aya tahsis edilmiştir.
Ramazan gecelerinde cemaatin büyük bir coşku ile kıldığı teravih namazı
da bu aya mahsus bir ibadettir. Oruçlunun derin bir huzur ve manevî
zevk duyduğu sahur ve iftar sofraları da bu aya ayrı bir anlam kazandıran
özelliklerdir.
İşte böyle özellikler ve manevî güzelliklerle dolu mübârek Ramazan ayı,
mü'minler için manevî değeri çok büyük bir rahmet mevsimidir. Bu ayı,
Yüce Rabbimize ibadet ederek ve insanlara iyilik yaparak değerlendirdiğimiz
takdirde kazancımız büyük olacak ve ebedî saadetin kapıları bize açılacaktır.
Bu ayı, "Evveli rahmet, ortası mağfiret, (günahların bağışlanması)
sonu da cehennemden kurtuluş" (12)
olarak nitelendiren Peygamberimiz, ayrıca mü'minlere şu müjdeyi veriyor:
"Ramazan ayı gelince; cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır
ve şeytanlar kösteklenir." (13)
Bu hadis-i şerifin ifade ettiği bir mânâ da şudur:
Ramazanda kendisini cennete götürecek iyi işler yapan mü'mine cennetin
kapıları açılmış, cehenneme götürecek kötülüklerden sakındığı için de
cehennem kapıları ona kapanmış demektir. Oruç sayesinde nefsine hakim
olup şeytana uymadığı için de şeytanı etkisiz hale getirmiş olur. (14)
Esasen Ramazan kelimesinin sözlük anlamı da, oruçlunun günahlardan arınacağını
ifade etmektedir.
Şöyle ki:
Ramazan; yaz aylarının sonunda ve güz mevsiminin başında yağan ve yerdeki
tozları temizliyen yağmur anlamındadır. Bu yağmur, nasıl yeryüzünü yıkayıp
tozlardan temizliyorsa, Ramazan ayı da mü'minleri günahlardan öylece
temizler.
Diğer bir anlamı da yanmaktır. Buna göre Ramazan ayı oruçlunun günahlarını
yakarak yok eder demektir.
Her iki mânânın birleştiği nokta; oruçlunun bu ayda günâhlardan arınacak
olmasıdır.
Oruç
Neye Denir?
İslâm'ın beş temelinden biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır.
Oruç; niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından (imsak vaktinden)
itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsel ilişkiden
uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.
Orucun
Farz Oluşu
Oruç, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır.
Orucun müslümanlara farz olduğu Bakara sûresindeki:
"Ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi,
sizlere de farz kılındı. Ta ki, korunasınız" (15)
âyetiyle bildirilmiş, ayrıca aynı sûrenin 185. âyetinde de "sizden
kim bu aya (Ramazan'a) erişirse oruç tutsun" buyurularak
oruç ibadetinin yerine getirilmesi emredilmiştir. Peygamber Efendimiz
de, İslâm'ın beş temelinden birinin Ramazan ayında oruç tutmak olduğunu
bildirmiştir. (16)
Birinci ayetten açıkça anlaşılıyor ki oruç, ilk peygamber Âdem (a.s.)'den
itibaren bütün peygamberlere ve onlara inananlara farz kılınmıştır.
Oruç, insanlığın ilk zamanlarından beri yerine getirilmesi emredilen
bir ibadettir. Çünkü, ruhen arınıp ahlâken olgunlaşmak bakımından insanın
oruca ihtiyacı olduğu gibi maddî ve manevî pek çok faydaları da vardır.
Anlamlarını sunduğumuz ayetlerde orucun, müslümanlara farz olduğu bildirilmiş;
hasta, yolcu ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler için getirilen kolaylıklar
hakkında da şöyle buyurulmuştur:
"(Oruç) sayılı günlerdir. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa
tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. (İhtiyarlık veya
şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya
güçleri yetmeyenlere bir yoksulu doyuracak fidye gerekir."(17)
Bu ayette, geçerli mazereti olanların, orucu Ramazan'dan sonraya erteleyebilecekleri
bildirildikten sonra sürekli mazereti olup da ömürboyu oruç tutmaya
gücü yetmeyenlere bunun karşılığında fidye vermeleri emredilerek gerekli
kolaylık sağlanmıştır. Ciddî ve geçerli bir mazeret olmadıkça belirli
şartları taşıyan müslümanların ise bizzat oruç tutarak Allah'ın emrini
yerine getirmesi gerekir.
Diğer
Semavî Dinlerde Oruç
Orucun farz kılındığını bildiren Bakara sûresinin 183. ayetindeki; "Sizden
öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı..." ifadesi;
orucun sadece biz müslümanlara değil, önceki ümmetlere de farz kılındığını
göstermektedir.
Ancak onlara farz kılınan orucun-bazı rivayetler hariç-kaç gün olduğu,
ne zaman ve nasıl tutulduğu hakkında bugün kesin bir bilgiye sahip değiliz.
Çünkü, önceki ilâhî kitapların büyük ölçüde tahrif edildiği ve dinî
hükümlerin ve dolayısıyle orucun da değişikliğe uğradığı bilinmektedir.
Bu sebeple, oruç ibadetinin onlara farz kılınan aslı bozulmamış şekli
hakkında sağlıklı bilgi vermemiz mümkün değildir.
Ancak, Hristiyan ve Yahudilerin bugün değişik şekillerdeki oruç uygulamaları
bilinmektedir.
İslâm Dinindeki oruca gelince;
Kur'an-ı Kerim Allah'tan gönderildiği gibi elimizde, Peygamberimizin
hayatı en ince ayrıntılarına kadar ortadadır. Bu sebeple Kur'an, orucu
nasıl emretmiş, Peygamberimiz nasıl tutmuş ise o tarihten itibaren müslümanlar
bu ibadeti aynı şekilde yerine getirmektedir.
İslâm'ın en büyük özelliklerinden birisi de, onun hiç bir değişikliğe
uğramadan günümüze kadar gelmiş olmasıdır. Bundan sonra da öyle devam
edecektir.
Yüce Allah, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in ilâhî teminat altında
olduğunu bildirmiş ve onu koruyacağını vadederek şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki, Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız."
(18)
Orucun
Karşılığı
Oruç tutmak suretiyle Allah'ın emrini seve seve yerine getiren mü'minlerin
bağışlanacağını, günahlarının affedileceğini müjdeleyen peygamberimiz
şöyle buyuruyor:
"Bir kimse inanarak ve mükâfatını umarak Ramazan orucunu tutarsa
geçmiş günahları bağışlanır." (19)
Lütuf ve rahmeti sonsuz olan Yüce Allah, ibadetlerimize ve yaptığımız
iyiliklere en az bire on kat mükafat vereceğini bildirmiştir. Bu mükâfatın
bazı ibadetlerde bire yediyüz katına kadar artırılacağını peygamberimiz
haber vermiştir. Ancak oruç bununla da sınırlı değildir, onun mükâfatı
çok daha fazla olacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Âdemoğlunun her amelinin karşılığı kat kat verilir. Bir iyilik on
katından yediyüz katına kadar mükâfatlandırılır."
Allah Tealâ buyuruyor ki:
-"Ancak oruç müstesna, zira oruç, doğrudan doğruya bana edilen
(riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükâfatını ben veririm. Oruçlu
yemesini, içmesini ve cinsel arzularını benim için bırakmıştır."
(20)
Görülüyor ki, Yüce Allah, oruca ayrı bir değer vermiş, mükâfatının çok
fazla olacağına işaret etmiştir. Çünkü oruç, büyük bir sabır ve fedakârlıkla
yerine getirilen bir ibadettir. İnsanın yılda bir ay süre ile imsak
vaktinden güneş batıncaya kadar en tabiî hakkı ve zorunlu ihtiyacı olan
yemesini, içmesini bırakması, cinsel arzularından uzak durması sağlam
bir inancın ve Allah'ın emirlerine tam bir teslimiyetin göstergesidir.
Bu sabır ve fedakârlık; Ancak Allah için yapılır. İnsanların görmediği
ve vicdanı ile başbaşa kaldığı yerlerde de orucunu tutan bir mü'min,
inancında samimî olduğunu ispat etmiş, büyük bir sınav kazanmıştır.
Mükâfatı da ona göre büyük olacak, kat kat verilecektir.
Dünya işlerinde de görevinde üstün başarı gösteren kimseye ödülünü bizzat
devlet başkanının verdiğini görürüz. Devlet başkanının verdiği bu ödül,
maddî ve manevî büyük bir değer taşır. Oruç ibadetinin mükâfatı da böyledir.
Oruç ibadetini yerine getirenler, Cennete kendileri için özel olarak
ayrılan bir kapıdan gireceklerdir.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Cennette "Reyyan" denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde
Cennete yalnız oruçlular girerler; o kapıdan onlardan başka hiç bir
kimse giremez." (21)
Oruç ibadetini yerine getiren ve gerçek anlamda büyük bir sınav kazanan
mü'min; ahirette Allah'a kavuşup mutluluğun zirvesine çıktığı gün en
büyük sevinci tadacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"... oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar vaktindeki sevinci,
diğeri de (orucunun mükâfatını almak üzere) Ahirette Rabbine kavuştuğu
andaki sevincidir."(22)
Niçin
oruç tutuyoruz?
Biz, herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil yalnız Allah'ın emri olduğu
için ve onun rızasını kazanmak maksadıyla oruç tutarız.
Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) diyor ki:
- Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir.
- Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir.
- Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan
kimsenin ibadetidir. (23)
Makbul olan ibadet, Hz. Ali'nin de belirttiği gibi Allah'ın nimetlerine
karşı şükran borcunu yerine getirerek onun rızasını kazanmak maksadıyla
yapılan ibadettir.
Allah, ancak böyle samimi bir düşünce ile yapılan ibadetleri kabul eder.
Orucun
hikmetleri ve faydaları
Allah'ın her emrinde olduğu gibi oruçta da birçok hikmetler ve bizim
için pek çok faydalar olduğu bilinen bir gerçektir. Orucu Allah rızası
için tutmakla beraber, bunları da gözönünde bulundurarak değerlendirmek
durumundayız. Orucun başlıca faydaları şunlardır:
Oruç
Kötülüklerden Korur
Kur'an-ı Kerimde orucun farz kılındığını bildiren ayetin sonundaki
"ta ki korunasınız" ifadesi orucun hikmetine dikkatimizi çekmektedir.
Allah Tealâ, her derde bir deva, her hastalığa bir ilaç verdiği gibi
kötülüklere karşı da korunma vasıtaları vermiştir. İşte orucun bir özelliği
de bizi kötülüklerden koruyan bir ibadet oluşudur.
Nitekim Peygamberimiz orucun bu özelliğini hepimizin kolayca anlayabileceği
şekilde güzel bir benzetme ile açıklayarak şöyle buyurmuştur:
"Oruç bir kalkandır, o halde oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisi
ile çekişip kavga etmek isteyen kimseye iki defa, "ben oruçluyum" desin."
(24)
Bilindiği gibi kalkan, savaşlarda kişiyi düşmanın kılıcından koruyan
bir vasıta idi. Kalkan, sahibini düşmandan koruduğu gibi oruç da aynı
şekilde kişiyi kötülüklerden ve günah işlemekten korur. Oruçlu, kötülüğü
başlatan kişi olmayacağı gibi, kendisine fena söz söyleyen ve kavga
etmek isteyenlerin bu davranışlarına karşılık: "Ben oruçluyum, ben
oruçluyum" diyerek nefsine hakim olacak ve kendisini kavganın içine
çekmek isteyenlere uymayacaktır. Böylece oruç, bir kalkan gibi kişiyi
kötülüklerden korumuş olacaktır.
Oruç, kişiyi sadece kötülüklerden korumakla kalmayacak, onu cehennem
ateşinden de koruyacaktır. Çünkü, insanı cehenneme sürükleyen kötülüklerdir,
bunlardan uzaklaşan cehennemden de uzaklaşmış demektir.
Her kötülüğün başı, Allah'ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir.
Halbuki oruç, bize daima Allah'ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir.
Bir ay boyunca devam eden bu manevî eğitim sonucu Allah korkusu kalblere
iyice yerleşir,bunun olumlu tesiri ile de insan davranışlarını kontrol
altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşmış olur.
Oruç
Ahlâkımızı Güzelleştirir
Oruç, belirli bir süre basit bir aç kalma olayı değildir. Onu sadece
bu yönüyle değerlendirmek son derece yanlış olur. Oruç, köklü bir irade
terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan
uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Her kim yalan söylemeyi
ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına
değer vermez." (25)
Bu hadis-i şerifte orucun yüksek hedefi açıkça gösterilmiş, oruç tuttuğu
halde kötü huyları terketmeyenlerin oruçlarına Cenab-ı Hakk'ın değer
vermeyeceği bildirilmiştir.
Konunun önemi hakkında peygamberimiz diğer bir hadis-i şerifinde biraz
daha açıklık getirerek buyuruyor ki:
"Çok oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık
ve susuzluk kalır. Çok gece ibadet edenler vardır ki onlara da bundan
kalan sadece uykusuzluktur." (26)
Bu kimseler, helâl olan şeylerden uzaklaştıkları halde, esas uzaklaşmaları
gereken haramlardan uzaklaşmadıkları için ibadetlerinden bekledikleri
karşılığı bulamayacaklardır.
Görülüyor ki orucun asıl gayesi, insanı kötülüklerden uzaklaştırarak
olgunlaştırmak, ahlâk ve fazilet sahibi olmasını sağlamaktır.
İslâm bilginleri orucun üç mertebesi olduğunu bildirmişlerdir:
Birincisi; imsaktan akşama kadar yemekten, içmekten ve cinsel
arzulardan sakınmak suretiyle tutulan oruçtur. Bu oruç, şartları yerine
getirildiği için sahihtir. Ancak bunun gayesine ulaşması için oruçlunun
ikinci basamağa yükselmesi lâzımdır.
İkincisi; birinci maddedekilerle birlikte, kulak, göz, dil, el,
ayak ve diğer organları günahlardan uzaklaştırmak suretiyle tutulan
oruçtur. Makbul olan oruç budur. Çünkü bu, organlar üzerinde olumlu
etkisini gösteren ve sahibine ahlâkî faziletler kazandırarak gayesine
ulaşan oruçtur.
Üçüncüsü; birinci ve ikinci maddedekilerle beraber gönlünde Allah'tan
başkasına yer vermemek, kalbini Allah'tan başka şeylerle meşgul etmemek
suretiyle tutulan oruçtur. Oruçta ulaşılan en yüksek derece budur. Peygamberlerin
ve Allah'ın veli kullarının tuttuğu oruç budur.
Oruçlu, önce helâl olan yiyecek içecek ve cinsel arzularından geçici
bir süre uzak kalarak iradesine hakim olmayı öğrenir. Bu irade terbiyesi
ile organlarının her türlü kötülükten uzaklaşmasını sağlayan mü'min,
nihayet kalbini de kötü duygulardan arındırarak âdeta melekleşir. Maddî
bağlardan, fani ihtiraslardan uzaklaştıkça kulluğun zirvesine ulaşır
ve Allah'a yaklaşır.
Oruç
İnsanı Sağlıklı Yapar
Orucun, ruh ve beden üzerinde olumlu etkileri ve vücut sağlığı bakımından
faydalı sonuçları tıbben de kanıtlanmış bir gerçektir. Pek çok hikmetleri
olan oruç emrinin bu yönüne de Peygamber Efendimiz dikkatimizi çekerek
şöyle buyurmuştur:
"Oruç tutunuz ki sağlıklı olasınız."(27)
Peygamberimizin bu evrensel mesajının taşıdığı mânâ, çağlara ışık tutmakta,
dinimizin emirlerindeki sır ve hikmetler zaman geçtikte daha iyi anlaşılmaktadır.
Burada sözü, konunun uzmanı olan tıp doktorlarına bırakarak orucun sağlık
yönünden faydalarını bir kere de uzmanlarından dinleyelim:
"Sağlam insanlara orucun hiç bir zararı yoktur. Aksine "Oruç tutunuz,
sıhhat bulursunuz" hadis-i şerifinde işaret buyurulduğu veçhile, vücûda
faydası vardır. 8-16 saat sindirim cihazının, karaciğerin dinlenmesi
kendi kendini toparlaması büyük bir faydadır." (28)
"Oruç normal sıhhatli olan insanlar için çok faydalı bir perhiz teşkil
eder. Az yemek ve itidal ile yaşamak sonucu oruç tutanlar genellikle
Ramazanda bir kaç kilo zayıflarlar. Bu suretle 11 ay zarfında vücutta
depo edilen zararlı yağlar erimiş olur. Bu ise asrımızda herkese tavsiye
edilen en mühim sağlık kuralıdır. Çünkü şişmanlık şeker hastalığına
pek yakındır. Ayrıca damar sertliği, kalb hastalığı, tansiyon yüksekliği
ve buna bağlı pek çok hastalığa müsait bir zemin hazırlar. Demek oluyor
ki oruç, bütün bu dertlerden insanı koruyucu bir etki yapar." (29)
Bu gerçeği, sadece bizim bilim adamlarımız değil, konuyu inceleyen yabancı
bilim adamları da dile getirmektedir:
1940 Nobel Tıp ödülünü kazanan ünlü bilim adamı, Dr. Alexis Carrel (Aleksi
Karel) "L'Hamme, Cet İnconnu" adlı eserinde: "Oruç sırasında organizmalarda
depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine
yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu
ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu." söyler. (30)
Orucun faydaları sadece bedenimizle ilgili değildir. Onun ruhumuzda
ve sinir sistemi üzerindeki olumlu etkileri ve bu ibadetten oruçlunun
duyduğu iç huzuru, pek çok manevî rahatsızlığı tedavî ederek kişiye
güçlü bir moral kazandırır.
"Oruçta asıl sinir sistemi tam bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti
yerine getirme mutluluğu bizdeki gerginliklerin, huzursuzlukların hemen
hemen tümünü yok eder. Günümüzün en önemli iç sorunlarından olan stresler
böylece büyük ölçüde kalkar." (31)
Oruç
Nimetlerin Kıymetini Öğretir
Nimet elde iken değeri gereği gibi bilinemez. İnsan sahip olduğu nimetlerin
değerini ancak bunlar elden çıktıktan sonra anlayabilir. Fakat iş işten
geçtiği için artık bunun yararı olmaz.
Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan kimse bunların değerini
daha iyi anlar. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana,
onları daha iyi korumasını, israf etmemesini ve nimetleri kendisine
veren Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların
çoğalmasına vesile olur.
Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Andolsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım."
(32)
Oruçlu
Sabırlı Olmayı Öğrenir
Sabır, başarıya ulaşmanın en önemli şartlarından biridir. Sahip olduğu
helâl şeylere oruçlu olduğu için el sürmeyen kimse; iradesine hakim
olmuş, nefsini zorluklara alıştırarak terbiye etmiş ve üstün bir meziyet
kazanmış olur.
Böyle bir insan hayatta karşısına çıkabilecek sıkıntılar karşısında
sarsılmaz, bunlara kolaylıkla sabreder ve güçlükleri yenerek başarıya
ulaşır. Acılı ve üzüntülü durumlar karşısında sabır ve tahammül göstererek
soğukkanlılığını korur.
Orucun askerlik ve yurt savunması bakımından da ayrı bir önemi vardır.
Savaş zamanlarında cephedeki asker, yiyecek ve içecek bulamadığı zaman
açlığa ve susuzluğa katlanmak zorunda kalabilir. oruç tutmaya alışmış
olanlar, böyle zorluklara daha kolay dayanırlar.
Orucun
Sosyal Faydaları
Orucun fert bakımından pek çok faydaları yanında toplumun huzuruna da
sağladığı çok önemli faydaları vardır.
Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma
sevgi ve yardım şeklinde yansımasını sağlar.
Hayatında açlık nedir bilmeyen bir insan yoksulların çektiği açlık ve
sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? "Bir eli yağda, bir eli balda"
olan varlıklı bir kimse yoksulların çektiği ızdırabı yüreğinde duyabilir
mi?
Elbetteki, gereği gibi duyamaz.
Fakat oruç tutan kimse açlığın ne demek olduğunu bizzat tatmış olduğundan
yokluk içinde kıvranan fakirlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları
içinde duyarak şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak
da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur
ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Dinimiz, bütün müslümanları tek bir vücut gibi kabul etmiş, müslümanların
birbirlerinin dertleri ile ilgilenmelerini istemiştir.
Peygamberimizin, "Yanıbaşında komşusu aç olduğu halde tok yaşayan,
olgun mü'min değildir" (33)
anlamındaki sözü, konunun önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz insanların en cömerdi
idi.
Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara
dağıtırdı.
Peygamberimizin saygı değer eşi Hz. Aişe diyor ki: "Allah'ın Rasûlü
üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Lâkin o,
yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi." (34)
Onun ahlâk ve fazilet dolu yaşayışını örnek alan müslümanlarda da aynı
davranışları görüyoruz.
Hz. Ömer'in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu.
Ömer, "ihtiyaç sahipleri bize gelsin" diye halka duyuru yapmış; kendisi
de, müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar ekmekle beraber zeytin yağından
başka katık yemeyeceğine yemin etmişti. (35)
Makbul
Olan Oruç
Oruç, belirli bir süre sadece yemeyi, içmeyi bırakmak değil, aynı zamanda
her türlü kötülükten de uzaklaşmıştır.
Helâl olan yiyecek ve içeceklerden uzak durduğumuz gibi;
- Dilimiz, yalandan,
- Ellerimiz, haram işlerden,
- Midemiz, haram lokmadan,
- Gözlerimiz, harama bakmaktan,
- Kulaklarımız, yalan ve dedikodu dinlemekten,
- Ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak, oruçtan nasibini
almalı ve ömür boyu böyle devam etmelidir.
Oruçlu, çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında iftar vaktine
bir dakika kalsa bile, helâl olan yiyecek ve içeceklere elini sürmez.
Çok acıkmış ve susamış olsa bile sabırla iftar vaktini bekler. Bu, zoraki
bir bekleyiş değil, içten gelen umut dolu huzurlu bir bekleyiştir.
Mü'minin, Allah'ın emri karşısında gösterdiği bu teslimiyet nefis terbiyesi
ve iradeye hakim olma eğitiminin çok olumlu bir sonucudur.
İnsanı, nefsanî arzularının esiri olmaktan kurtarıp âdeta melekleştiren
gerçek bir eğitimdir bu.
Böyle bir eğitimden geçen mü'min;
- Helâl olan şeylere bile elini sürmezken, nasıl olur da harama el uzatabilir?
- Vücuda faydalı olan yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabildiği
halde, nasıl olur da vücuduna zararlı olan içkilerden ve kötü alışkanlıklardan
vazgeçmez?
- Meşru olan cinsel arzularından vazgeçen mü'min, nasıl olurda haram
yollara düşebilir? Zina ve fuhuş gibi meşru olmayan ilişkilerde bulunabilir?
Orucun olumlu etkileri hayatımıza yansıdığı ölçüde oruç gayesine ulaşmış
ve oruçludan beklenen gerçekleşmiş olacaktır.
Orucun
Vakti
Farz olan orucun vakti, Ramazan ayının günleridir. Oruç ay takvimine
göre tutulur. Bilindiği gibi kameri aylar güneş takvimindeki aylara
göre on gün önce gelir.
Böylece Ramazan orucuna her yıl on gün erken başlandığından Ramazan
ayı yaklaşık 33 yılda sıra ile yılın bütün mevsimlerini dolaşmış ve
oruç tutacağımız zamanlar da değişmiş olur. Bu durum, müslümanın değişik
mevsimlerde oruç tutmasını ve dolayısıyla her mevsimin zorluklarına
kendini alıştırmasını ve yoksulların çeşitli mevsim şartlarında çektikleri
sıkıntıları anlamasını sağlar.
Bilindiği gibi dünya üzerinde bölgeler arasında önemli farklar vardır.
Meselâ; Kuzey yarım kürede kış iken güney yarım kürede yaz hüküm sürmektedir.
Eğer oruç, güneş takvimine göre belirli bir mevsimde tutulsaydı, bazı
bölgelerdeki müslümanlar ömür boyu soğuk mevsimde oruç tutarken bazıları
daima sıcak günlerde tutacak, aynı şekilde müslümanların bir kısmı daima
uzun günlerde oruç tutarken, bir kısmı da kısa günlerde tutmuş olacaktı.
Böylece bazı müslümanlar orucu her zaman kolaylıkla tuttuğu halde bazıları
da daima güçlük içinde tutmak zorunda kalacaktı.
Orucun, yılın bütün mevsimlerini sıra ile dolaşan kameri bir ayda (Ramazanda)
tutulması ile bu sakıncalar ortadan kalkmıştır.
Ramazan
Orucu Kaç Gündür?
Ramazan ayı, bazı yıllarda 30 gün, bazı yıllarda da 29 gün olur. Peygamber
Efendimiz bir kere iki elinin on parmağını açarak:
- Bir ay: "şöyledir, şöyledir" buyurmuş ve üçüncüsünde serçe
parmağını kısarak: "şöyledir" demiştir ki bu, 29 oluyor. Sonra:
- Bazı ay da: "şöyle, şöyle, şöyledir" demiş ve on parmağını
üç defa açıp kapayarak bazı ayın otuz olduğuna işaret etmiştir. (36)
Ramazan ayının 30 gün çektiği yıllarda tutulan oruç tam olduğu gibi,
29 gün olduğu yıllarda da yine tamdır. Çünkü farz olan ayın tamamını
oruç tutmaktır. Bu sebeple Ramazan ayının 29 gün olduğu yıllarda orucun
eksik olması sözkonusu değildir.
Nitekim Peygamber Efendimiz dokuz Ramazan orucu tutmuştur. Bu Ramazanların
dördü 29 gün, beşi de 30 gün olmuştur.
Ramazan ayı girmeden önce, onu karşılamak maksadıyla bir veya iki gün
oruç tutmak doğru değildir. Böyle bir oruç, farz olan ve kaç gün olduğu
kesinlikle bilinen Ramazan orucuna ilâve endişesi taşıdığı için mekruh
görülmüştür.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz Ramazanı bir gün veya iki gün oruçla karşılamasın.
Ancak mu'tadı olan bir orucu tutuyorsa onu tutsun." (37)
Ancak, ayın ve haftanın belirli günlerinde oruç tutmayı alışkanlık haline
getiren kimsenin oruç tuttuğu günler Ramazan öncesindeki iki güne rastlarsa
bu oruçları tutmak mekruh olmadığı gibi, Ramazandan önce iki günden
fazla oruç tutmak da (Ramazana ilâve endişesi ortadan kalktığından)
mekruh değildir.
Ramazan
Ayı Nasıl Belirlenir?
Ramazan ayının başlayış ve bitişi ile bayram gününün doğru olarak tesbit
edilmesine gelince:
Kamerî aylar, özellikle Ramazan, şevval ve zilhicce aylarının tesbit
edilmesi bu aylara ait hilâller, gözlemle tesbit edildiği gibi bunlar
astronomik hesaplarla da belirlenebilir.
İslâmın ilk yıllarında astronomi ilmi, ayın hareketleri hakkında kesin
ve doğru bilgi verecek seviyede olmadığından Ramazan ayının başlangıcı
ile bayram hilâl'i görülerek tesbit ediliyordu.
Astronomi ilmi bu gün kesin sonuçlar vermekte, astronomik hesaplarla
çok önceden ayın hareketleri saat, dakika ve saniyesine kadar tesbit
edilmektedir.
Astronominin bugünkü kadar kesin ve yaygın olmadığı asırlarda bile İslâm
âlimlerinin bir bölümü Ramazanın başlangıcı ile bitiminin astronomik
hesaplarla tesbit edilebileceğini ve buna göre oruca başlanıp bayram
yapılabileceğini belirtmişlerdir. Bu gün ise, astronomi ilmi ayın hareketleri
hakkında doğru ve kesin bilgi verecek seviyeye gelmiş, kamerî aybaşlarının
tesbitindeki şüpheler ortadan kalkmıştır. Ramazan ve bayram hilâllerinin
tesbiti için yapılan gözlemler de astronomik hesapların doğruluğunu
göstermiştir.
İster hilâli görerek, ister astronomik hesaplarla olsun maksat; Ramazanın
başlangıç ve bitiş günleri ile bayram tarihlerinin doğru olarak belirlenmesidir.
Dinimiz, ilim ve tecrübeye büyük önem vermiş, İslâm bilginleri ilmin
hemen her dalında olduğu gibi astronominin gelişmesinde de değerli çalışmalar
yapmışlardır. Hal böyle iken, ayın ve güneşin hareketleri hakkında kesin
bilgiler veren ve pek çok kolaylıklar sağlayan astronomiden oruç vaktinin
belirlenmesinde ilme büyük değer veren bir dinin mensupları olan müslümanların
yararlanması gerekmez mi?
Astronomik hesaplarla kameri ayların tesbiti, bu gün ortaya atılmış
bir görüş değildir. Asırlarca öncesinden itibaren bu yolla, Ramazan
ve bayramların tesbit edilmesinin caiz olduğu görüşünde olan pek çok
İslâm âlimi geldiği gibi, günümüzdeki ilim adamlarının çoğunluğu da
bu görüşü benimsemektedir.
Kaldı ki, namaz vakitleri de ilk zamanlar görünüşe göre güneşin hareketine
(gerçekte ise dünyanın güneş etrafında dönmesine) bağlı olarak ışık
ve gölge durumlarına göre çıplak gözle tesbit edildiği halde, günümüzde
yine kitap ve sünnetteki ölçüler esas alınarak önceden hesapla belirlenip
takvimlerde gösterilmektedir.
Günlük orucun başlangıç (imsak) ve bitiş (iftar) vakitlerinin tesbiti
de yine güneşe göre namaz vakitlerinde olduğu gibi astronomik hesaplarla
yapılmaktadır.
Hesapla yapılan bu tesbitleri dileyen kimse, gözlemle de yapabilir.
Orucu
Kimler Tutar
Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde şu üç şartın bulunması
gerekir:
1. Müslüman olmak.
2. Akıllı olmak.
3. Erginlik çağına gelmiş bulunmak.
Bu şartları taşımayanlara oruç tutmak farz değildir. Ancak erginlik
çağına gelmeyen çocukları, bünyelerine zarar vermeyecek şekilde oruç
tutmaya alıştırmak uygun olur.
Orucun
Edasının Şartları
Orucun farz olması için gerekli olan şartlardan başka oruç ibadetinin
yerine getirilebilmesi için de bazı şartların bulunması lâzımdır. Bunlar:
1. Sağlıklı olmak.
2. Mukim olmak (yani misafir olmamak).
Oruç tutamayacak kadar hasta olanlarla, dinî ölçülere göre yolcu olanlar
oruçlarını erteleyebilirler. Hastalar iyileşince, yolcular da ikamet
ettikleri yere dönünce tutamadıkları günler sayısınca oruçlarını tutarlar.
Orucun
Sıhhatinin Şartları
Oruç tutma şartlarını taşıyan bir kimsenin tutacağı orucun sahih, yani
geçerli olabilmesinin şartları da şunlardır:
1. Oruç tutmaya niyet etmek.
2. İmsaktan iftara kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak.
3. Kadınların ayhali ve lohusa halinde bulunmaması.
Ayhali ve lohusa olan kadınlar, bu hallerinin devam ettiği günlerde
oruç tutamaz, namaz kılamazlar. Bu haller sona erince tutamadıkları
günlerin oruçlarını kaza ederler. Fakat kılamadıkları namazları kaza
etmezler.
Oruç
Çeşitleri Oruca
Ne Zaman ve Nasıl Niyet Edilir? Oruçluya
Müstehap Olan Şeyler Sahur
ve İftarın Fazileti Orucu,
Ramazandan Sonraya Ertelemeyi Mübah Kılan Özürler Fidye
Kaza
ve Keffaret Orucu
Bozan Şeyler Orucu
Bozup Kaza ve Keffareti Gerektiren Şeyler Keffareti
Düşüren Şeyler Orucu
Bozup Yalnız Kazayı Gerektiren Şeyler Bu, Ebu
Hanife'nin görüşüdür. Buna göre; tedavî maksadıyla iğne yaptırmak orucu
bozar ve kazayı gerektirir. Çünkü iğne vasıtasıyla vücuda verilen ilâç
iç kısımlara kadar ulaşmaktadır. Orucu
Bozmayan Şeyler Oruçluya
Mekruh Olan Şeyler Oruçluya
Mekruh Olmayan Şeyler Oruçla
İlgili Bilinmesi Gereken Çeşitli Hükümler Teravih
Namazı Teravih
Namazının Kılınışı İki
Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Cemaatle Kılınışı
İki
Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Tek Başına Kılınışı
Dört
Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Cemaatle Kılınışı
Dört
Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Tek Başına Kılınışı
İtikâf
Kur'an Güneşinin Doğduğu Kutlu Bir Gece
Hakk'ın
en şa'şaalı nûru tecelli etti. FİTRE
(Fıtır Sadakası) Fitre
Şu Dört Cins Yiyecek Maddesinden Aşağıdaki Miktarlarda Verilir:
BAYRAM
Ramazan
Bayramı Namazının Kılınışı İkinci
Rek'at: Toplum
Barışı Açısından Bayramın Önemi
Beş çeşit oruç vardır:
1- Farz Olan Oruçlar: Ramazan ayında oruç tutmak, Ramazanda tutulamayan
orucu başka günlerde kaza etmek ve keffaret oruçları da farzdır.
2- Vacip Olan oruçlar: Adak oruçları ile, bozulan nafile oruçları
kaza etmek vaciptir.
3- Sünnet Olan Oruçlar: Muharrem ayının dokuzuncu gününü onuncu
günü ile veya onuncu gününü onbirinci günü ile birlikte oruç tutmak
sünnettir.
4- Müstehab Olan Oruçlar: Kamerî ayların onüç, ondört ve onbeşinci
günleri ile haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri ve Ramazandan sonra
Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır.
5- Mekruh Olan Oruçlar:
Mekruh olan oruçlar iki kısımdır:
a) Tenzihen Mekruh Olan Oruçlar: Muharrem ayının sadece onuncu
günü ile yalnız cuma ve yalnız cumartesi günlerinde oruç tutmak, akşamdan
iftar etmiyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu
gibi, kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu âdet haline getireceği için senenin
tamamını oruç tutmak da mekruhtur.
Peygamberimiz, belirli zamanlarda tutulması emir ve tavsiye edilen oruçlar
dışında sürekli olarak her gün oruç tutulmasını uygun görmemiştir.
Ashab-ı Kiram'dan Selman-ı Farisî Ebu'd-Derdâ'yı ziyarete gitti ve bulamadı.
Eşini eski elbise içinde perişan bir durumda görünce:
- Bu ne haldir? diye sordu. Kadın:
Kardeşin Ebu'd-Derdâ'nın dünya ile işi yok ki, "gündüz oruç tutar, gece
namaz kılar" diye yakındı. Bu sırada kocası Ebu'd-Derdâ da geldi. Selman'ı
selâmladı ve onun için yemek hazırlayıp önüne getirdi. Selman ona:
- Haydi sen de ye! dedi. Ebu'd-Derdâ:
- Ben oruçluyum, deyince, Selman:
- Vallahi sen yemeyince ben de yemem dedi. Bunun üzerine o da, orucunu
bozup misafiri ile yedi. (38)
Gece olunca Ebu'd-Derdâ gecenin ilk saatlerinde namaza kalkmak istedi.
Selman:
- Uyu; diye ona engel oldu. Ebu'd-Derdâ da uyudu. Sonra tekrar kalkmak
isteyince yine Selman:
- Uyu! diyerek, ona engel oldu.
Gecenin geç vaktinde, Selman:
- Şimdi kalk! dedi ve ikisi de kalkıp abdest aldılar ve namaz kıldılar.
Namazdan sonra Selman Ebu'd-Derdâ'ya:
- Kardeşim! Şüphesiz senin üzerinde Rabbının hakkı vardır.
- Kendinin de hakkı vardır.
- Ailenin de hakkı vardır.
Binaenaleyh, her hak sahibine hakkını vermelisin, dedi.
Sonra Ebu'd-Derdâ Peygamberimizin huzuruna gelip olanları anlatınca,
Peygamber Efendimiz:
Selman doğru söylemiştir, buyurdu. (39)
Görülüyor ki bir müslüman'ın, yapmakla yükümlü bulunduğundan fazla olarak
kendisini tamamen ibadete vererek vücudunu zayıf düşürmesi, dünya ile
ilgisini kesmesi ve ailesini ihmal etmesi doğru değildir.
b) Tahrimen Mekruh Olan Oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü
ile kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruhtur.
Bu günler, Allah'ın kullarına birer ziyafet günleridir. Oruç tutarak
Allah'ın ziyafetinden kaçmak doğru değildir.
Orucun önemli bir şartı da niyettir. Niyetsiz oruç sahih değildir. Bu
sebeple; niyetin ne zaman ve nasıl yapılacağının bilinmesi gerekir.
Niyet zamanı itibariyle oruçlar ikiye ayrılır:
1- Akşamdan itibaren gündüz kuşluk vaktine kadar niyet edilebilen oruçlar;
Bunlar, Ramazan ayında tutulan, belirli günlerde tutulması adanan oruçlar
ile nafile olarak tutulan oruçlardır.
Bu oruçlara geceleyin imsak vaktinden önce niyet edilebileceği gibi
gündüz kuşluk vaktine kadar da niyet edilebilir, gece niyet etmek daha
faziletlidir.
Gündüz oruca niyetin caiz olması, imsaktan sonra birşey yemeyip içmemeye
ve orucu bozan bir iş yapmamaya bağlıdır. Eğer oruca aykırı bir şey
yapılmış ise gündüz niyet caiz olmaz.
2- İmsak vaktinden önce geceleyin niyet edilmesi gereken oruçlar:
Bunlar da; Ramazanda tutulamayıp başka zamanda kaza edilen Ramazan orucu
ile her çeşit keffaret oruçları, başlanıp ta bozulan nafile oruçların
kazası ve mutlak olarak adanan (zamanı belirlenmeyen) oruçlardır.
Bu oruçlar için belirlenen bir vakit olmadığından bunlar için imsaktan
önce geceleyin niyet etmek lâzımdır. Bu oruçlara tan yeri ağardıktan
yani imsak vakti geçtikten sonra niyet edilmez.
Ramazan orucuna akşamdan itibaren kuşluk vaktine kadar niyet edilebilir.
Şöyle ki;
Normal olarak oruca sahur yemeğini yedikten sonra niyet edilir. Ancak
sahurda uyanamayıp yeme içme zamanının bittiği imsak vaktinden sonra
kalkan bir kimse, güneş doğmuş olsa bile, kuşluk vaktine kadar o günün
orucuna niyet edebilir. Yeter ki, imsak vaktinden sonra orucu bozacak
bir şey yapmasın.
Sahura kalkmak istemeyen bir kimse akşamdan sonra yarının orucuna niyet
edebilir, geceleyin kalkıp tekrar niyet etmesi gerekmez.
Niyet esasen kalb ile olur. Yani geceleyin, yarın oruç tutacağını kalbinden
geçiren kimse niyet etmiş demektir. Oruç tutmak düşüncesi ile sahur
yemeğine kalkan kimsenin bu düşüncesi de niyettir. Oruca kalb ile niyet
etmek yeterlidir. Ancak kalb ile yapılan bu niyeti dil ile söylemek
daha iyidir. Bu sebeple, oruç tutacak olan kimse, hem içinden niyet
etmeli, hem de dili ile:
"Niyet ettim Ramazan-ı şerifin yarınki orucuna" diye söylemelidir.
Her günün orucuna ayrı niyet etmek lâzımdır.
1. Sahura kalkmak.
2. Sahur yemeğini biraz geç yemek. Yemeği şüpheli bir vakte kadar geciktirmek
ise mekruhtur.
3. Güneş battığı iyice anlaşıldıktan sonra iftarda acele etmek. İftarı
namazdan önce yapmak da müstehaptır. İftarda şu duayı okumak sünnettir:
"Allahümme leke sumtu ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ
rızkıke eftartü ve savme'l-Ğadi min şehri Ramazane neveytü, feğfirlî
mâ kaddemtü ve mâ ahhartü."
Anlamı: "Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım ve sana
güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım ve Ramazan ayının yarınki orucuna
da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!"
Sahurda kalkıp yemek müstehabdır. Peygamberimiz: "Sahurda yemek yeyiniz,
çünkü sahur da bereket vardır"(40)
buyurmuştur. Sahur yemeği, oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul
edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı
zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah'tan günahlarının bağışlanmasını
istemelidir.
Oruçlulara iftar yemeği vermek hayırlı bir davranış olduğu gibi bu sofralarda
misafir ağırlamak unutulmaması gereken geleneklerimizdendir de.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Bir oruçluya iftar veren kimseye, o oruçlunun sevabı kadar sevap
verilir. Ancak o oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez." (41)
Oruç ibadetini tamamlayıp iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük
bir mutluluk ve sevinç duyar. O, tuttuğu orucun mükâfatını almak üzere,
kıyamet gününde Allah'ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri
iftar ettiği vakit, diğeri de Allah'a kavuştuğu zamandır." (42)
İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda
şöyle buyurmuştur: "Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir:
1- Oruçlunun iftar vaktindeki duası,
2- Adaletli hükümdarın duası,
3- Mazlumun duası."(43)
Özürsüz olarak Ramazan ayında oruç tutmamak günahtır. Ancak bir kimse
aşağıdaki durumlarda Ramazan orucunu sonradan kaza etmek şartıyle tutmayabilir
veya başlamış olduğu orucu bozabilir. Ancak sonradan ilk fırsatta tutamadığı
günler sayısınca oruçları kaza etmesi gerekir.
Bir kimsenin Ramazan orucunu sonraya bırakabilmesi için geçerli sayılan
özürler şunlardır:
1) Hastalık: Bir hasta oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından
veya uzamasından korkarsa oruç tutmayabilir. Hastalığı iyileşince tutamadığı
oruçları kaza eder. Hastaya bakan kimse de böyledir.
Ramazan ayında düşmanla savaşan asker, oruç tuttuğu takdirde zayıf düşeceğinden
endişe ederse misafir durumunda olmasa bile oruç tutmayabilir.
Savaşa katılacağı kesinlikle veya kuvvetli bir ihtimalle biliniyorsa
henüz savaşa girmeden önce de zayıf düşme endişesiyle yine oruç tutmayabilir.
Tutamadığı oruçları daha sonra kaza eder.
2) Yolculuk: Ramazan ayında en az 90 km. mesafeye yolculuğa çıkan
kimse oruç tutmayabilir. (Hamza el-Eslemi adındaki sahabî peygamberimize
yolculukta oruç tutup tutmayacağını sorunca peygamberimiz ona:
-"İster tut, ister tutma" diye cevap vermişti.(44)
Bu hüküm, dinen yolcu (misafir) sayılan kimseler içindir. İkamet ettiği
yerden en az 90 km. veya daha fazla mesafeye yolculuk yapan ve gittiği
yerde 15 günden az bir süre kalmaya niyet eden kimse dinen misafirdir.
Eğer gittiği yerde 15 günden fazla kalmaya karar vermişse, o yere vardığı
andan itibaren misafir olmaktan çıkar. Buna göre, Ramazan ayında bulunduğu
yerden en az 90 km. uzaklıkta bir yere yolculuk yapan kimse yolculuk
süresince oruç tutmayabilir. Gittiği yerde 15 günden az kalacaksa hüküm
yine aynıdır. Eğer gittiği yerde 15 gün kalacaksa yolculuğu bitince
vardığı yerde orucunu tutması gerekir. Yolculuk hali bitince tutmadığı
günleri kaza eder. Oruç tutmasında bir güçlük yoksa yolcunun oruç tutması
daha hayırlıdır.
3) Zor Görmek: Orucu bozmak için ölümle veya vücuduna bir zarar
verilmekle tehdit edilen kimse orucunu bozabilir. Bozduğu orucu sonra
tutar.
4) Gebe ve Emzikli Olmak: Gebe veya emzikli olan bir kadın, oruç
tuttuğu takdirde kendisine veya çocuğuna bir zarar geleceğinden korkarsa
oruç tutmayabilir. Gebelik ve emziklilik hali sona erince tutamadığı
günleri kaza eder.
5) Şiddetli Açlık ve Susuzluk: Oruçlu bir kimse açlık veya susuzluk
sebebiyle aklının bozulmasından veya vücuduna ciddî bir zarar geleceğinden
korkarsa, orucunu bozabilir. Sonra uygun bir zamanda tutamadığı oruçları
kaza eder.
6) Yaşlılık ve Düşkünlük: Vücudu günden güne düşen ve oruca dayanamayan
iyice ihtiyarlamış olan kimseler oruç tutmayabilir. Bunlar sonradan
da orucu kaza edemiyecekleri için tutamadıkları her günün orucunun yerine
fidye verirler. İyileşme ümidi olmayan hastalar da böyledir.
Bu özür sahiplerinden herhangi biri, özrü devam ederken ölürse tutamadıkları
oruçlar için fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekmez. Özrü ortadan
kalkıp tutamadığı oruçlarını kaza edecek kadar bir zamana yetişir de
oruçları daha kaza etmeden ölürse bu oruçlar için malının üçte birinden
fidye verilmesini vasiyet etmesi lâzımdır. (Ölenin varisi yoksa malının
tamamından vasiyet eder.)
Eğer vasiyet etmezse, varislerinin teberru olarak ölenin fidyesini vermesi
caizdir.
Oruç tutmaya gücü yetmeyen düşkün ve yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi
olmayan hastalar, Ramazan ayının her günü için birer fidye verirler.
Fidyenin tutarı aynen fitre kadardır. Bu fidyeler Ramazanın başlangıcında
verilebileceği gibi, Ramazanın içinde veya sonunda da verilebilir.
İsterlerse fidyenin hepsini bir fakire topluca verir, ayrı ayrı fakirlere
de verebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye gücü yetmiyorsa
Allah'tan bağışlanmalarını isterler. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar
ile iyileşme ümidi olmayan hastalar eğer ileride tutabilecek duruma
gelirlerse tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri
fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış sayılır.
Kaza: Bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır.
Keffaret: Ramazanda bile bile bozulan bir gün
orucun yerine iki kameri ay veya altmış gün peşpeşe oruç tutmak demektir.
Ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir. Keffaret, sadece Ramazan
ayında tutulan orucun bile bile bozulmasının cezasıdır. Diğer oruçların
bozulması halinde yalnız kaza, yani gününe gün oruç tutmak yeterli olur.
Ramazan orucu öbür aylarda kaza edilirken bilerek bozulsa yine kaza
lâzım gelir, keffaret icabetmez.
Keffaret orucu, ara verilmeden peşpeşe tutulacağı için Ramazan ayına
ve oruç tutulması haram olan günlere rastlamaması lâzımdır.
Keffaret orucuna kameri aylardan birinin ilk gününde başlanırsa iki
ay ara vermeden oruç tutulur. Bu aylardan ikisi de yirmidokuz gün çekse
bile iki tam ay oruç tutulduğu için keffaret tamamlanmış olur.
Ayın ilk günü değil de diğer günlerde başlanırsa hiç ara vermeden 60
gün oruç tutularak keffaret tamamlanır. Herhangi bir sebeple keffaret
orucuna ara verilir veya eksik tutulursa yeniden başlayıp altmış günü
kesintisiz tamamlamak lâzımdır. Kadınlar keffaret orucu tutarken araya
giren ayhali günlerini tutmazlar, ayhali yani âdet halleri bitince ara
vermeden temiz günlerinde oruca devam ederek 60 günü tamamlarlar. Kadın,
âdet hali bittiği halde temiz olan günlerinde, oruç tutmayarak keffaret
orucuna ara verirse, keffarete yeniden başlaması gerekir.
Birkaç defa keffareti gerektirecek şekilde orucunu bozan kimseye bunların
hepsi için bir keffaret orucu yeterli olur. Ancak keffareti yerine getirdikten
sonra yine kasten orucunu bozarsa bundan dolayı da ayrıca keffaret icabeder.
Yaşlı veya hasta olup keffaret orucu tutmaya gücü yetmeyen kimse keffaret
olarak altmış fakiri sabah ve akşam yedirip doyurur. Veya yemek parasını
fakirin eline verir. Her günlük yiyecek bir fitre miktarıdır. Fitre
miktarı bu parayı ayrı ayrı altmış fakire verebileceği gibi, hergün
bir fitre miktarı olmak üzere altmış günde bir fakire de verebilir.
Altmış günlük yiyeceği veya fitre miktarı olan değerini bir günde bir
fakire verirse sadece bir günlük yerine geçer.
Oruca aykırı olan bir şeyin yapılması halinde oruç bozulur. Orucu bozan
bazı şeyler hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Orucu bozan bazı
şeylerden dolayı da sadece kaza gerekir.
1. Oruçlu olduğunu bilerek yemek ve içmek (yenilip içilen şey ister
gıda, ister ilâç olsun).
2. Oruçlu olduğunu bile bile cinsel ilişkide bulunmak.
Karı-kocadan biri ötekine zorla cinsel ilişkide bulunduğu takdirde zorla
ilişkide bulunana kaza ve keffaret, kendisine zorla ilişkide bulunulan
kişiye de kaza lâzım gelir.
3. Ağzına giren yağmur, kar ve doluyu kendi isteğiyle yutmak.
4. Sigara içmek, öd ağacı veya anber ile tütsülenip dumanını içeri çekmek.
5. Enfiye çekmek.
6. Buğday ve arpa tanesi yutmak.
7. Dışardan bir susam tanesi kadar bir şeyi alıp yutmak.
8. Yenmesi alışılmış olan çamur, kil ve kömür gibi şeyleri yemek. (Bazı
kimseler bunları severek yerler.)
9. Az miktarda tuz yemek.
10. Karısının veya sevdiği bir kimsenin tükürüğünü yutmak. (Bundan zevk
aldığı için kaza ve keffaret gerekir. Başkasının tükürüğünden iğrendiği
için bundan keffaret gerekmez.)
11. Kan aldırdıktan veya sadece karısını öptükten sonra orucu bozulduğu
kanaatiyle bile bile orucunu bozmak.
Ramazan ayında niyet ederek oruca başlayan kimse, saydığımız şeylerden
birini bilerek ve özürsüz olarak yaparsa orucu bozulmuş olur. Bozulan
bu orucu kaza etmesi ve kasten bozduğu için de keffaret tutması gerekir.
Keffareti gerektiren bir şeyi yaparak orucunu bozan kimse, aynı gün
oruç tutamayacak derecede hastalanır veya kadın ayhali yahut da lohusa
olursa keffaret düşer, yani keffaret orucu tutması gerekmez. Ancak hastalığın
kendi isteği dışında olması şarttır. Kendisi kasten hastalığa sebep
olursa keffaret düşmediği gibi sefer mesafesinde bir yolculuğa çıkması
ile de düşmez.
1. Pamuk ve kağıt gibi yenmesi mutad olmayan bir şey yutmak,
2. Bir defada çok miktarda tuz yemek,
3. Yenmesi mutad olmayan zeytin çekirdeği yemek. Yenmesi alışılmış olan
çekirdeği yemek ise keffareti gerektirir.
4. Taş, toprak, demir, altın ve gümüş gibi şeyleri yutmak.
5. İçi olmayan ceviz ve badem yutmak. (Bunların içi olanları yenildiği
takdirde keffaret gerekir)
6. Burnuna ilaç çekmek.
İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre; tabiî olan yollar dışında vücudun
başka tarafından açılan bir yoldan içeri giden ilâç orucu bozmadığı
için iğne yaptırmakla oruç bozulmaz. Çünkü vücuda verilen ilâç ağız
gibi tabiî bir yoldan değil, deriden açılan başka bir yoldan verilmektedir.
Ancak, ibadetlerde ihtiyatlı hareket etmek esas olduğundan Ramazanda
iğne yaptırmak zorunda olan kimse bunu mümkünse iftardan sonra yaptırmalıdır.
Bu mümkün olmaz da gündüz iğne yaptırmak zorunda kalırsa, İmam Ebu Yusuf
ile İmam Muhammed'in görüşlerini esas alarak orucuna devam eder ve bu
orucunu daha sonra kaza etmesi gerekmez.
7. Ağzına aldığı boyalı iplik gibi şeylerin boyası ile rengi değişen
tükürüğü yutmak.
8. Boğazına kaçan kar veya yağmuru kendi isteği olmayarak yutmak. (Kendi
isteği ile yutarsa keffaret gerekir.)
9. Zorlama ile oruç bozmak.
10. Dişleri arasında nohut tanesi kadar kalan yemek kırıntısını yutmak.
11. Abdest esnasında ağzına ve burnuna su alırken kendi elinde olmayarak
boğazına su kaçmak.
12. Unutarak yeyip içtikten sonra orucunun bozulduğunu zannederek yeyip
içmek.
13. Ağız dolusu kusmak. (Kendi isteği ile).
14. Ağız dolusu gelen veya kendi isteğiyle getirdiği kusuntuyu mideye
geri çevirmek.
15. Kendi isteği ile içine veya genzine duman çekmek. Kendi isteği ile
olmazsa oruç bozulmaz. (İçeri çekilen duman sigara dumanı olursa keffaret
gerekir.)
16. Güneş batmadığı halde-battı zannederek-iftar etmek.
17. İmsak vakti geçtiği halde daha vakit vardır zannederek yemek.
18. Cinsel ilişki dışında kadına dokunmak veya öpmek sonucu boşalmak.
19. Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak. (Ramazan orucundan başka
bir orucu bozmak sadece kazayı gerektirir.)
20. Ramazan orucuna niyet etmiyerek yeyip içmek. (Keffaret, niyet edilerek
başlanan orucu bilerek bozmaktan lâzım gelir. Oruca niyet edilmeyerek
yeyip içtiği takdirde sadece o günün orucunu kaza eder.)
Ancak mazaretsiz olarak ramazan orucunu tutmamak büyük
günahtır.
21. Misafir iken oruca başlayıp ikamete niyet ettikten sonra yemek.
22. Mukim iken oruca başlayıp sefer mesafesi yolculuğa niyet ederek
bulunduğu yerin sınırlarını geçtikten sonra orucu bozmak.
Sayılan bu şeylerden birini yapan kimsenin orucu bozulur ve bozulan
orucun gününe gün kaza edilmesi gerekir.
Bunlardan biri ile orucu bozulan kimse akşama kadar orucu bozacak bir
şey yapmamalıdır.
Gündüz iyileşen hasta, yolculuğu sona eren misafir, ayhali veya lohusalıktan
temizlenen kadın, erginlik çağına gelen çocuk ve müslüman olan gayr-i
müslim, Ramazan ayına saygı için günün kalan kısmında oruçlu imiş gibi
akşama kadar orucu bozacak şeylerden sakınmaları uygun olur.
Oruca niyetlenen kadın gündüz ayhali veya lohusa olursa, orucunu bozması
lâzımdır.
Kadın, henüz ayhali olmadan adet günümdür diyerek orucunu bozmamalıdır.
Hasta ve yolcu olup da oruç tutmayan kimselerin yemeden, içmeden durmaları
gerekmez. Ancak bunlar açıktan değil de gizli olarak yerler.
1. Oruçlu olduğunu unutarak; yemek ve içmek.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın,
(sakın) bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir."(45)
Unutarak yeyip içerken oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzını boşaltıp
yıkar ve oruca devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından
aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur. Bir kimse unutarak yiyen bir
oruçluyu gördüğünde eğer güçlü kuvvetli olup oruca dayaniblen bir kişi
ise, oruçlu olduğunu kendisine hatırlatır, zayıf ve güçsüz bir kişi
ise hatırlatmaz.
2. Bir suya dalıp kulağına su kaçmak.
3. Kendi isteği olmayarak boğazına toz ve duman girmek.
4. Kendi isteği olmayarak kusmak.
5. Kendiliğinden içeriden gelen kusuntu yine kendiliğinden içeriye gitmek.
6. Uyurken ihtilâm olmak (yani uyurken cünüplük hali meydana gelmek.)
7. Dokunma ve öpme olmadan sadece bakmak veya düşünmek sebebiyle boşalmak.
8. Karısını sadece öpmek.
9. Geceleyin cünüp olduğu halde sabaha kadar yıkanmayıp gündüz yıkanmak.
10. Dişleri arasında sahur yemeğinden kalan nohut miktarından az olan
kırıntıyı yutmak.
11. Ağzındaki tükrüğü yutmak. Ağzından dışarı çıkıp tamamen ayrılan
tükrüğü tekrar yutmak orucu bozar.
12. Ağzına gelen balgamı yutmak.
13. Kafasından burnuna gelen akıntıyı içine çekip yutmak.
14. Ağzına aldığı (meselâ dişine koyduğu) ilâcın tadı boğazına varmak.
15. Erkeğin tenasül organına ilâç veya su akıtmak.
16. Göze ilâç damlatmak.
17. Kan aldırmak.
18. Gözlerine sürme çekmek.
Bu saydığımız şeylerin hiçbirisi orucu bozmaz.
1. Bir şey tatmak.
Ancak zorunlu hallerde bir şey yutmamak kaydiyle yemeğin
tuzuna bakılabilir. O takdirde mekruh olmaz.
2. Gereksiz olarak bir şey çiğnemek. Çocuğu için bir şey çiğnemesi gereken
kadın, bu işi yapacak başka bir yol bulamazsa küçük çocuğunu korumak
maksadıyla çiğneyebilir.
3. Kendine güveni olmayan kimsenin hanımını öpmesi ve kucaklaması.
Bir boşalma olmaması durumunda böyledir. Eğer öpmek veya kucaklamakla
boşalma meydana gelirse mekruh olmakla kalmaz, oruç bozulur.
4. Tükrüğünü ağzında biriktirip yutmak.
5. Kan aldırmak veya ağır bir işte çalışmak gibi kendisini zayıf düşüreceğine
kanaat getirdiği bir iş yapmak. (Zayıf düşürmeyeceğine kanaat getirirse
mekruh olmaz.)
1. Gül ve misk gibi şeyleri koklamak.
2. Gözüne sürme çekmek.
3. Kendisinden emin olmak kaydıyla hanımını öpmek. Kendisine güveni
olmadığı takdirde mekruhtur. Çünkü, bu davranış orucun bozulması ile
sonuçlanabilir.
4. Misvak kullanmak, ağzını fırça ile temizlemek.
5. Ağzına su alıp çalkalamak.
6. Burnuna su çekmek.
7. Banyo yapmak
Unutarak yiyip içen kimse, orucunun bozulduğunu zannederek bile bile
yese kendisine kaza lâzım gelir, keffaret gerekmez.
Oruçlu iken kusan bir kimse, orucunun bozulduğunu zannederek yeyip içse
kaza lâzım gelir. Fakat kusmakla orucunun bozulmadığını bildiği halde
yer ve içerse kendisine hem kaza hem de keffaret gerekir.
Gündüz ihtilâm olanın durum da böyledir. Ramazanda gündüzleyin uyurken
ihtilâm olan kimse, orucunun bozulduğunu zannederek yeyip içse, bundan
dolayı orucun kaza edilmesi lâzımdır. İhtilâm olmanın orucu bozmadığını
bildiği halde kasten yerse kendisine kaza ve keffaret gerekir.
Bir kadın falan gün ayhali günümdür zannıyle orucunu bozsa, fakat o
gün ayhali olmasa, eğer o günün orucuna baştan niyet etmemişse, kendisine
kaza gerekir. Niyet ederek o günün orucuna başladıktan sonra orucunu
bozarsa keffaret gerekir.
Dişler arasından çıkıp tükrüğe karışan kan, tükrükten fazla veya tükrüğe
eşit olup yutulursa orucu bozar. Tükürükten az ise bozmaz.
Dişlerini fırçalayan kimse orucunun bozulduğunu zannederek bile bile
yeyip içse kendisine keffaret gerekir.
Abdest esnasında ağzına su alırken elinde olmayarak boğazına su kaçsa,
eğer oruçlu olduğu hatırında ise orucu bozulur ve kazası gerekir. Eğer
o esnada oruçlu olduğu hatırında değilse orucu bozulmaz.
Mukim olan (misafir olmayan) bir kimse, geceleyin niyet edip oruca başladıktan
sonra gündüz sefer mesafesi yolculuğa çıksa bile, o günün orucunu tutması
gerekir. Yola çıktıktan sonra orucunu bozduğu takdirde kaza lâzım gelir.
Yola çıkıp oturduğu yerleşim yerinin sınırlarını geçmeden orucunu bozarsa
kendisine keffaret gerekir.
Misafir olan bir kimse, niyet edip oruca başladıktan sonra gündüz daha
yolculuğu bitmeden orucunu bozması halinde kendisine kaza lâzım geleceği
gibi yolculuğu sona erip memleketine döndükten sonra orucunu bozsa yine
kaza lâzım gelir.
Ramazan ayından oruç borcu olan bir kimse, bunları kaza etmeden öbür
Ramazan gelse evvelâ Ramazan orucunu tutar, önceki Ramazandan kalan
borçlarını sonra tutar.
Ramazan orucunu kaza ederken, bu oruçları isterse peşpeşe, isterse aralıklı
olarak tutar. Borçlarını bir an önce ödemesi bakımından peşpeşe tutması
daha iyidir.
Bir kimse, hasta olduğu için Ramazanda orucunu bozsa ve iyileşmeden
ölse kendisine bir şey gerekmez.
Abdesten sonra ağızda kalan yaşlık orucu bozmaz.
Konuşurken tükürükle ıslanan dudaklarındaki tükrüğü yutmakla oruç bozulmaz
.
Ramazanda bayılan bir kimse, bayıldığı günü kaza etmez, ondan sonraki
günleri kaza eder. Ramazanda gündüz bayılan kimsenin orucu bozulmaz.
Nafile olarak tutulan orucu özürsüz olarak bozmak mekruhtur. Herhangi
bir sebeple bozulan nafile orucun kaza edilmesi vâcib olur.
Nafile oruç tutanlar için ziyafet bir özürdür. Yani gündüz ziyafete
çağrılan bir kimse, yemediği takdirde ev sahibi bu durumdan rahatsızlık
duyarsa o kimse yemeğe iştirak edebilir, sonra bozduğu orucu kaza eder.
Ziyafet veren ev sahibi de nafile oruç tuttuğu bir günde ziyafet verse,
kendisinin yememesini misafirler hoş karşılamadığı takdirde onun da
orucunu bozması caizdir. Yani ev sahibi davet ettiği kişilerle beraber
yemeğini yer, sonra bozduğu orucu kaza eder.
Ziyafetin özür sayılması sadece fazladan sevap kazanmak maksadıyla tutulan
nafile oruçlar içindir. Farz ve vacip olan oruçlar için ziyafet, hiçbir
şekilde özür kabul edilmez.
Başlanan keffaret orucu bitmeden Ramazan ayı girerse, keffaretin yeniden
tutulması gerekir.
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan
gecelerini ibadetle geçiren (teravih namazını kılan) kimsenin geçmiş
günahları bağışlanır." (46)
Teravih namazı Ramazan gecelerine mahsus bir namazdır. Orucun değil
Ramazanın sünnetidir. Hastalık, yolculuk gibi mazeretleri sebebiyle
oruç tutmayanların da teravih namazını kılmaları sünnettir. Hem erkekler,
hem de kadınlar için sünnet-i müekkededir. Cemaatle kılınması sünnet-i
kifâyedir ve sevabı çoktur. Evde de, tek başına veya cemaatle kılınabilir.
Ramazanda teravih namazında Kur'an-ı Kerim'i hatmetmek, yani hatimle
teravih namazı kılmak da sünnettir.
Peygamber Efendimiz:
Cemaatle kılınan namazın faziletinin tek başına kılınan namazdan
yirmiyedi kat fazla olduğunu" (47)
bildirmiştir.
Teravih namazını evde cemaatle kılanlar cemaatin sevabını kazanırlar,
ancak camideki cemaatın faziletini elde edemezler.
Teravih namazı yatsı namazından sonra kılınır. Yatsıdan önce kılınması
caiz değildir. Vitir namazı teravihten sonra kılınır.
Yirmi rek'at olan teravih namazı her iki rek'atın sonunda selâm verilerek
kılındığı gibi, dört rek'atta bir selâm verilerek de kılınır. Her iki
durumda da namaza devam edilir ve yirmi rek'at tamamlanır.
Yatsı namazının farzı ve son sünneti kılındıktan sonra teravih namazına
başlanır.
Namazı kıldıracak imam:
"Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya, bana uyanlara
imam oldum" diye niyet ederek iftitah tekbirini alıp ellerini bağlar.
İmamın arkasında kılan cemaat de "Niyet ettim Allah rızası için teravih
namazını kılmaya, uydum imama" diyerek niyet eder ve imamın tekbirinden
sonra "Allahü Ekber" diyerek tekbir alır ve ellerini bağlar.
Bundan sonra imam ve cemaat gizlice "Sübhaneke"yi okur. Sübhaneke'nin
okunması bitince (cemaat ayakta başka bir şey okumaz, sadece imam Fatiha'yı
bitirince gizlice "amin" der.) İmam gizlice Eûzü-Besmele, açıktan
fatiha ve bir sûre okur. Cemaatle birlikte rükû ve secdeleri yaptıktan
sonra ikinci rek'ata kalkılır.
Burada yine imam gizlice besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okuyup
cemaatle birlikte rükû ve secdeleri yaparak oturulur.
Bu oturuşta imam ve cemaat Ettehıyyatü, Allahümme salli, Allahümme bârik
ile Rabbena âtina... duasını okuyarak selâm verirler. Böylece iki rek'at
kılınmış olur.
Ayağa kalkılarak tarif ettiğimiz şekilde ikişer rek'at kılınmaya devam
edilerek yirmi rek'at teravih namazı tamamlanmış olur. Bundan sonra
üç rek'atli vitir namazı da cemaatle kılınır.
"Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya" diyerek
niyet edilir ve aynen sabah namazının iki rek'at sünneti gibi kılınır.
Yirmi rek'at tamamlanıncaya kadar ikişer rek'at kılınmaya devam edilir,
teravih bitince de vitir namazı kılınır.
Namazı kıldıracak imam ve cemaat yukarıda tarif ettiğimiz gibi niyet
ederek iftitah tekbirini alır ve ellerini bağlar. İmam ve cemaat gizlice
Sübhaneke'yi okuduktan sonra (Cemaat başka bir şey okumaz) İmam gizlice
Eûzü-Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okuyup rükû ve secdeler yapılarak
ikinci rek'ata kalkılır.
Burada imam gizlice Besmele'yi, açıktan fatiha ve bir sûre okuyup rükû
ve secdeleri yapar ve otururlar. İkinci rek'atın sonundaki bu ilk oturuşta
imam ve cemaat Ettehıyyatü, Allahümme salli ve Allahümme bârik'i okur
ve üçüncü rek'ata kalkarlar.
Üçüncü rek'atın başında hem imam, hem de cemaat gizlice sübhaneke'yi
okur. Sonra imam gizlice Eûzü-Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okur.
Sonra rükû ve secdeleri yaparak dördüncü rek'ata kalkarlar.
İmam gizlice Besmele'yi, açıktan da fatiha ve bir sûre okuyarak yine
rükû ve secdeler yapılıp oturulur.
Bu oturuşta da imam ve cemaat Ettehıyyatü, Allahümme salli, Allahümme
bârik ile Rabbenâ âtina... duasını okuduktan sonra selâm verirler. Böylece
teravih namazının ilk dört rek'atı kılınmış olur.
Bundan sonra ayağa kalkılarak tıpkı tarif ettiğimiz gibi dörder rek'at
kılınmaya devam edilir. Beş defa dört rek'at kılınınca yirmi rek'at
teravih namazı tamamlanır.
Sonra da yine cemaatle vitir namazı kılınır.
"Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya" diye
niyet edilir ve aynen ikindi namazının sünneti gibi kılınır. Aradaki
fark sadece niyetin değişik olmasıdır. Böylece dörder rek'at kılınarak
yirmi rek'at tamamlanır. Bunun peşinden de vitir namazı kılınır.
İtikâf, bir camide ibadet niyyetiyle durmak demektir. Ramazanın son
on gününde itikâf, kifâye olarak sünnet-i müekkede'dir. Cemaatten biri
itikâfa girince bu görev diğerlerinden düşmüş olur.
İtikâfın şartları, niyet etmek, oruçlu olmak, itikâfı beş vakit cemaatle
kılınan camide yapmak ve kadının ayhalî ve lohusa halinde olmamasıdır.
Kadın, camide değil, evinde namaz kıldığı odada itikâf yapar.
İtikâfın adabı:
1. Câmilerin en faziletlisinde ve Ramazanın son on gününde itikâfa girmek.
2. İtikâf esnasında sadece hayırlı şeyler konuşmak.
3. Kur'an okumak, hadis-i şerif, peygamberlerin hayatına ait kitaplar
okumak.
4. Temiz elbise giymek, güzel koku sürünmek. İtikâfa giren kimse camide
yer, içer, uyur ve lâzım olan şeyleri camide alır. Bunlar için dışarı
çıkarsa itikâfı bozulur.
Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerekli ise gusûl yapmak gibi tabiî
ihtiyaçları için camiden dışarı çıkar. Cuma namazı aynı yerde değil
de başka yerde kılınıyorsa cuma için bulunduğu yerden çıkıp oraya gidebilir.
Cenaze namazı için dışarı çıkamaz.
Kendisine ve malına bir zarar geleceği korkusu ile ve zorla camiden
çıkarılması durumunda başka bir camiye geçmek üzere camiden çıkabilir.
Bu zorunlu haller dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur. İtikâfda
olan kimsenin eşi ile cinsel ilişkide bulunması itikâfı bozduğu gibi
dokunmak ve öpmekle bir boşalma olursa yine bozulur. İhtilâm olmak (uyku
halinde cünüplük meydana gelmesi) itikâfı bozmaz.
İtikâfa giren kimse hayırlı ve iyi işler söylemeli, kötü sözlerden sakınmalıdır.
İhlas ile itikâf yapan mü'min, bir süre dünya işlerinden ayrılarak Allah'a
yönelir. Düşmanı olan şeytanın şerrinden en sağlam kaleye sığınmış,
Allah'ın evi olan camide onun sonsuz rahmetine iltica etmiş olur. Bu
durumda olan bir mü'min, Allah'ın evinde onun misafiridir. Ev sahibine
lâyık olan da misafirine ikramda bulunmaktır. Peygamber Efendimiz, vefat
edinceye kadar Ramazanın son on günü itikâfa devam etmişlerdir.
KADİR
GECESİ
Doğdu Kur'an güneşi, leyle-i fetret bitti.
Ramazan ayının 27. gecesi "Kadir Gecesi"dir. İnsanlara dünya
ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösteren, beşeriyyeti karanlıklardan
çıkarıp aydınlığa kavuşturan dinimizin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim
Ramazan ayında, Kadir gecesinde inmiştir.
Bu gece, çok şerefli ve müstesna bir gece olduğundan müstakil bir sûre
ile şerefi yükseltilmiş, Kur'an-ı Kerimin 97. sûresi buna tahsis edilmiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
1. "Doğrusu, Biz, onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.
2. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin?
3. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her türlü
iş için inerler.
5. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir."
Bu kutsal gecede;
- Şerefli bir kitap (Kur'an-ı Kerim)
- Şerefli bir melek aracılığıyla, (Cebrail)
- Şerefli bir ümmetin,
- Şerefli peygamberine (Hz. Muhammed A.S.) nazil oldu.
Kadir gecesi;
- Kur'an-ı Kerim'in bu gecede inmesi,
- Bu gecenin bin aydan (83 sene, 4 ay) daha hayırlı olması,
- Allah'ın ezelde takdir ettiği şeylerden bir yıllık olayların ana kitaptan
alınarak görevli meleklere bildirildiği gece olması, sebebiyle üstün
bir değer taşımaktadır.
Cebrail (a.s.)'in diğer meleklerle bu gece yeryüzüne inerek Allah'a
ibadet eden kulları selâmlamaları ve bu gecenin tan yeri ağarana kadar
selâm ve esenlik olması da ilâhî rahmetin çok güzel bir tecellisidir.
Bin aydan daha hayırlı olduğu açıkça bildirilen bu gece bizim için Allah'ın
büyük bir lütfudur.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Kim ki faziletine inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek Kadir
gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır." (48)
Peygamberimiz, Ramazanın son on gününde, her zamankinden daha fazla
ibadet eder, aile fertlerini de ibadet için uyandırırdı. (49)
Hiç şüphesiz Kadir gecesine yetişmek mü'minler için büyük bir mutluluk
olduğu gibi, en iyi şekilde değerlendirilmesi gereken bir fırsattır.
Bu geceyi, namaz kılmak, Kur'an okumak, dua etmek, tevbe ve istiğfarda
bulunmak suretiyle ihya etmeliyiz. Namaz borcu olanların hiç olmazsa
bir gün bir gecelik kaza namazı kılmaları, böyle bir borcu olmayanların
ise nafile namaz kılmaları uygun olur.
Peygamberimiz Kur'an okuyanlara bu Yüce Kitab'ın şefaat edeceğini şu
sözleri ile bildirmiştir.
"Kur'an okuyunuz, zira O, kıyamet gününde sahibine (okuyana) şefaatçı
olarak gelir." (50)
Bu sebeple, Kur'an-ı Kerimin yeryüzüne inmeye başladığı bu mübarek gecede,
Kur'an okumanın ayrı bir değeri vardır.
Peygamberimizin saygıdeğer eşi Hz. Aişe (R.A.) diyor ki: "Peygamberimize:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim" diye
sordum. Peygamberimiz:
-"Allahım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet" diye
dua et" buyurdu. (51)
İbn Fariz diyor ki:
Hak tecelli ederse, bütün geceler Kadir gecesidir. Vuslat ve mulâkat
günlerinin hepsi de cuma günüdür. (52)
Konu ile ilgili rivayetler arasında; Kadir gecesinin, Ramazanın son
on gününde, sayıları tek olan gecelerin içinde ve bu tek sayılı gecelerden
de 27. gecede olduğu rivayeti tercih edilmiş ve asırlardan beri mü'minlerce
kutlanagelmiştir.
Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından başka nisap miktarı malı veya onun
değerinde parası olan müslümanın fıtır sadakası vermesi vaciptir.
Buna kısaca "Fitre" denir. Fıtır sadakasının vacip olması için, zekâtta
olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve artıcı nitelikte olması
şart değildir.
Fitre, Ramazan ayında fakirlere verilen bir sadakadır. Bayramdan önce
verilmesi iyidir. Bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Dinî ölçülere
göre zengin olan kimsenin, hem kendisinin hem de erginlik çağına gelmemiş
olan çocuklarının fitrelerini vermesi vaciptir.
Fakir olan çocuğun babası ölmüş veya fakir ise babasının babası, torununun
fitresini verir.
Bir kimse karısının ve büyük çocuklarının fitresini vermekle mükellef
değildir. Bunlar zengin iseler fitrelerini kendilerinin vermesi lâzımdır.
Karısının ve aile içindeki büyük çocuklarının fitrelerini onların izni
olmadan verebilir. Aile içinde olmayan büyük çocukların fitrelerini
ise onların izni ile verebilir. Bir kimse babasının ve anasının fitrelerini
vermekle yükümlü değildir.
Cinsi: Miktarı:
1. Buğday 1460 Gram (520 dirhem)
2. Arpa 2920 Gram (1040 dirhem)
3. Kuru Üzüm 2920 Gram (1040 dirhem)
4. Hurma 2920 Gram (1040 dirhem)
Bu gıda maddelerinin kendileri verilebileceği gibi, para olarak değerleri
de verilir. Hangisi fakirin yararına ise onu vermek daha uygundur. Bir
fitre yalnız bir fakire verilir, ikiye bölünmez. Bir fakire birden fazla
fitre verilebilir. Fitre niyet edilerek verilir. Ancak bunun fitre olduğunu
fakire söylemek gerekmez. İçinden niyet etmesi yeterlidir.
Zekât hangi fakirlere verilirse fitre de onlara verilir. Bir özürden
dolayı Ramazanda oruç tutmayanlar da, nisap miktarı mal veya paraya
sahip iseler fitrelerini vermekle yükümlüdürler.
Varlıklı müslümanlar fitre vermek suretiyle fakirlere bayram sevincini
tattırırlar. Böylece, hem borcunu ödemiş hem de sevap kazanmış olurlar.
Fitre vermek, orucun kabul edilmesine, ölümün şiddetinden ve kabir azabından
kurtulmaya vesile olur.
Bayram sevinç günü demektir. Topluca kılınan bayram namazları müslümanlar
arasındaki birlik ve beraberliğin güzel bir göstergesidir. Bayramlar
müslümanları birbirine yaklaştıran, dargınlıkları ortadan kaldıran,
kardeşlik duygularını kuvvetlendiren önemli günlerdir. Bayramlar, Allah'ın
mü'min kullarına birer ziyafet günleridir.
Bayram sabahı erkenden kalkmalı, yıkanıp temizlenmeli, en iyi ve temiz
elbiseleri giyerek güzel kokular sürünmelidir.
Yılda iki dini bayramımız vardır:
1) Ramazan Bayramı,
2) Kurban Bayramı,
Cuma namazı farz olan kimselere, bayram namazlarını kılmak vacibdir.
Bayram namazı iki rek'attır. Cemaatle kılınır. Bayram namazlarında ezan
okumak, ikamet getirmek yoktur. Bayram hutbesi sünnettir ve namazdan
sonra okunur. Cuma hutbesi ise farzdır, namazdan önce okunur.
Diğer namazlardan farklı olarak bayram namazlarının birinci rek'atında
üç, ikinci rek'atında da üç kere olmak üzere fazladan altı tekbir alınır.
Bunlara "Zevaid" tekbirleri denir.
Birinci Rek'at:
1) Cemaat düzgün sıralar halinde imamın arkasında yeralır ve "Niyet
ettim Allah rızası için Ramazan Bayramı namazını kılmaya, uydum imama"
diye niyet eder.
2) İmam "Allahü Ekber" deyip ellerini yukarıya kaldırınca, cemaat
de "Allahü Ekber" diyerek ellerini yukarıya kaldırıp göbeği altına
bağlar.
3) Hem imam, hem de cemaat gizlice "Sübhaneke"yi okur. Bundan
sonra üç kere tekbir alınır. Tekbirlerin alınışı şöyledir:
Birinci Tekbir: İmam yüksek sesle, cemaat da onun peşinden gizlice
"Allahü Ekber" diyerek (iftitah tekbirinde olduğu gibi) ellerini
yukarıya kaldırıp sonra aşağıya salıverirler. Burada kısa bir süre durulur.
İkinci Tekbir: İkinci defa "Allahü Ekber" denilerek eller
yukarıya kaldırılıp yine aşağıya salıverilir ve burada da birincide
olduğu kadar durulur.
Üçüncü Tekbir: Sonra yine "Allahü Ekber" denilerek eller
yukarıya kaldırılır ve aşağıya salıverilmeden bağlanır.
4) Bundan sonra imam, gizlice "Eûzü Besmele", açıktan fatiha
ve bir sure okur. (Cemaat bir şey okumaz, imamı dinler)
5) Rükû ve secdeler yapılarak ayağa (ikinci rek'ata) kalkılır ve eller
bağlanır.
6) İmam gizlice Besmele, açıktan da fatiha ve bir sûre okur. Sûre bitince
imam yüksek sesle, cemaat da içinden (birinci rek'atta olduğu gibi)
üç kere daha tekbir alır, üçüncü tekbirden sonra eller bağlanmadan,
dördüncü tekbir ile rükûa varılır, sonra da secdeler yapılarak oturulur.
7) Oturuşta, imam ve cemaat, Ettehıyyatü, Allahümme salli, Allahümme
barik ve Rabbenâ âtina... duasını okuyarak önce sağa, sonra sola selâm
verip namazı bitirirler. Namazdan sonra hutbe okunur. Kurban bayramı
namazının kılınışı da bunun gibidir. Sadece niyeti değişiktir.
Bayram; Allah'ı bir, Peygamberi bir, Kitabı bir, aynı kıbleye yönelen,
aynı heyecanı taşıyan müslümanların sevinçlerini paylaştığı mukaddes
bir gündür.
Mü'minler; Allah'ın emrini yerine getirmek maksadıyla, bir ay boyunca
imsak vaktinden akşama kadar en tabiî hakları olan yemeyi, içmeyi terkederek
insanı adetâ melekleştiren oruç ibadetinin manevi zevkini duyarlar.
"Düşmanla savaşın küçük cihat, nefisle savaşın büyük cihat" olarak
kabul edildiği bu mücadelede mü'minler büyük bir zafer kazanarak kulluk
imtihanında gösterdikleri başarının sevincini taşırlar.
Çok mübarek bir gün olan bayramda, kutsal mekânlar olan câmilerde topluca
ibadet etmenin şuuruna eren müslümanların arşa yükselen tekbir sesleri,
kalblerimizdeki imanın açık bir delili, yanyana gelerek, omuz omuza
vererek cemaat halinde kılınan bayram namazları müslümanlar arasındaki
birlik ve beraberliğin en güzel göstergesidir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de:
"Şüphesiz mü'minler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan
kardeşlerinizin arasını düzeltin..." (53)
buyurarak bütün müslümanların kardeş olduğunu bildirmiş, birbiri ile
dargın olanlar varsa, bunların aralarının düzeltilmesini diğer müslümanlara
görev olarak vermiştir.
Müslümanların birlik ve beraberliği üzerine titreyen Sevgili Peygamberimiz
de, din kardeşliğine gölge düşüren davranışlardan sakınmanın gereğine
dikkatimizi çekerek şöyle buyurmuştur.:
"Bir müslümanın din kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helâl
olmaz." (54)
Dargınlığın uzun süre devam etmesinin, çok büyük bir günah olduğunu
da şu sözleri ile ifade etmiştir:
"Bir kimse müslüman kardeşi ile bir sene küs durursa, onun kanını
dökmüş gibi günaha girmiş olur."(55)
Müslümanların arasının açılmasına ve toplumda birlik ruhunun zayıflamasına
sebep olan kin, haset ve düşmanlık duygularını kalplerimizden söküp
atarak bunların yerine insan sevgisini ve kardeşlik duygularını yerleştirip,
dargınlıklara son verdiğimiz takdirde, bayram işte o zaman gayesine
ulaşmış olacaktır.
Dinimiz bütün müslümanları tek bir vücut olarak kabul eder. İnsan vücûdunun
bir tarafında meydana gelen rahatsızlığı vücûdun diğer kısımları hissettiği
gibi, dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir müslümanın karşılaştığı
sıkıntıyı da diğer müslümanların yüreklerinde hissetmesi gerekir. Bugün
en çok muhtaç olduğumuz şey bu şuura sahip olmaktır.
Peygamberimizin telkin ettiği ve bizim için bir kurtuluş reçetesi olan
ahlâkî anlayış budur. Nüfusu bir milyarı aşan İslâm âleminin, bugün
dünyanın bir çok yerinde zulüm ve vahşet altında inleyen müslümanların
feryatlarını dindirebilmesi bu şuura ermekle mümkün olacaktır.
Büyük şairimiz Mehmet Akif şu mısraları ile müslümanlara sesleniyor:
"Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamberden?
Ki Uzaklardaki bir mü'mini incitse diken,
Kalb-i pâkinde duyarmış o musibetten acı,
Sizden elbette olur rûh-u Nebi dâvacı."
Bayramlar, bütün müslümanların ortaklaşa sevindiği mutlu ve mübarek
günlerdir. Herkesin bu sevinci paylaşabilmesi için çevremize bakmamız
büyük önem taşımaktadır.
Bayram münasebetiyle yapmamız gereken başlıca görevler:
- Karşılaştığımız kimselere güler yüz göstermek.
- Fakirlere yardımda bulunarak onları sevindirmek,
- Din kardeşlerimizin bayramını tebrik etmek,
- Ana-babamızı, büyüklerimizi ve dostlarımızı ziyaret etmek,
- Ölülerimiz için sadaka vermek, kabirlerini ziyaret ederek Kur'an okumak
ve dua etmek,
- Küskünlükleri bırakmak, dargınları barıştırmak,
- Hediyeleşmek, özellikle çocukları hediyelerle sevindirmek,
Öyle ise:
Ortaklaşa sevindiğimiz bu mübarek günde;
- Çevremize bakalım!
Kendi çocuklarımızı sevindirirken;
- Boynu bükük yetimler,
- Çocuklarına bayram hediyesi alamayan yoksullar,
- Ekmek parası bulamayan fakirler sakın unutulmasın,
- Ziyaret edilmeyen büyük,
- Sevindirilmeyen küçük,
- Hal ve hatırı sorulmayan hasta ve kimsesiz kalmasın,
- Ölülerimize dua ve fatiha eksik edilmesin,
- Toplumda birbiri ile dargın kimse kalmasın.