TÜRK SANATI
Türklerin yaşadığı Orta Asya, M.Ö. 4500’lere kadar uzanan çeşitli kültürleri de bünyesinde barındırmıştır. Anav, Andronova, Karasuk ve Tagar kültürleri ile M.Ö. 3000’lere kadar uzanan ve en eski Türk kültürü kabul edilen Afanesyova da burada yer almaktadır. Bu kültür bölgelerinde tuğladan evlere, topraktan ve çeşitli madenlerden yapılmış süs ve ev eşyalarına, dokumalara rastlanılması gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya koymuştur.
Türklerin Kültür, Sanat ve Edebiyata dair yaşam tarzları İslamiyet’ten önceki yaşam ve İslamiyet’in kabulünden sonraki yaşam diye evrilerek geleneklerle birlikte devam etmiştir.
Orta Asya Türk sanatının temeli ilk Türk devletlerinde görülen atlı göçebe kültürüne dayanmaktadır. Konargöçer bir yaşam tarzını benimseyen Hunlarda ve Köktürklerde taşınabilir sanat eserleri öne çıkarken yerleşik hayata geçen Uygurlarda farklı eser tipleri görülmüştür. Bu kültür bölgelerinde topraktan ve madenlerden yapılmış süs eşyalarına, nakışlarla bezenmiş seramik parçalarına, tuğladan yapılmış evlere, çeşitli dokumalara rastlanması gelişmiş bir kültürü göstermektedir. Orta Asya Türk kültürünün temeli, İlk Türk Devletleri’nin konargöçer yaşam biçimine göre şekillenmiştir.
Orta Asya’da yerleşik kültürlerle yan yana yaşayan Türkler sabit ev kültüründen haberdar olmalarına rağmen konargöçer yaşam tarzından dolayı çadırda yaşamayı tercih etmişler, bu da çadır sanatının gelişmesine neden olmuştur. Yurt adı verilen ve keçeden yapılan çadırlar alçak kubbeli olup iç çatısı ağaç iskeletlidir. Tepelerinde havalandırmayı sağlayan bir delik bulunmaktadır. Hunlar ve Köktürklerde taşınabilir sanat eserleri ortaya çıkarken, Uygurlarda ise yerleşik hayata geçmelerinden dolayı farklı eser tipleri ortaya çıkmıştır.
Sabit ev kültüründen haberdar olan Türkler yaşam tarzları gereği çadırda yaşamayı tercih etmişlerdir. Bu durum çadır sanatının gelişmesine etki etmiştir. Yurt adı verilen çadırlar keçeden yapılmaktaydı. Çadırlar alçak kubbeli olup iç çatısı ağaç iskeletlidir. Tepelerinde havalandırmayı sağlayan bir delik bulunmaktadır. Türklerdeki çadır geleneği daha sonraki dönemlerde anıt mezar ve dini mimari üzerinde de tesirini göstermiştir. Özellikle Türklerin ölü gömme merasimi denilen yuğ törenlerinde çadırın kullanılması ölülerin mezarı üzerine kerpiç, ağaç ve taştan kulübe yapılmasını doğurarak Kurganların ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu durum daha sonraki dönemlerde anıt mezar mimarisini etkilemiştir. Çadır sanatı, mimarinin yanında süsleme sanatını da etkilemiştir. Hun Türklerinde kumaş, keçe ve çadır üzerine aplike tekniği ile yapılmış süslemeler görülür. Süslemelerde konu olarak kaplanla dağ keçisinin grofonla geyiğin savaşımları betimlenmiştir.
Göktanrı’ya inanan Kök Türkler, göçebe yaşadıkları için mimari eserleri (ev, saray gibi) yoktur. Son yıllarda yapılan kazılarda mezar anıtları yanında sunak (adaktaşı) ve tapınak olduğu zannedilen kalıntılar Yenisey Vadisi’nde ortaya çıkarılmıştır.
Kök Türkler’de heykelcilik gelişmiştir. Özellikle balbal adı verilen; soylu kişilerin ve hükümdarların mezarlarının yanına dikilen insan figürü şeklindeki taş heykeller çok önemlidir. Ayrıca kaya resimlerine rastlanmıştır ki bu resimlerde ev ve süvari tasvirleri yer alır.
Heykel Sanatı:
Türk heykel sanatının en önemli örneklerine Orhun Vadisi’nde yapılan kazı ve araştırmalarda rastlanmıştır. Balbalların yanı sıra, Türk kahramanı Kültigin ve eşine ait heykel parçaları bulunmuştur.
Bunlar ‘Orhun Anıtları’dır
Kök Türk kültür ve sanatının günümüze kadar gelen en önemli eserleri Orhun Anıtları’dır. Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin ve Türk tarihiyle ilgili ilk yazıtlar olup Kök Türk alfabesiyle yazılmıştır.
Orhun Yazıtları'ndan bir detay (Kök Türk Alfabesi)
Orhun Yazıtları’ndan bir detay (Kök Türk Alfabesi)
Baykal Gölü çevresindeki Orhun Vadisi’nde 8. yy. da dikilmiştir. Danimarkalı bilim adamı Wilhelm Thomsen (Vilhelm Tomsen) bu metinleri 1893 yılında çözmeyi başarmıştır. Türk kültür ve tarihiyle ilgili ilk metinlerdir. Hem tarih hem sanat tarihi bakımından çok önemlidir. Ayrıca Türk Edebiyatı’nın da ilk önemli eseri olarak kabul edilen Orhun Anıtları; Vezir Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan adına dikilmiştir.
Tonyukuk Anıtı (720-723): Bilge Kağan’ın ünlü veziri Tonyukuk, anıttaki yazıtları kendi ağzından yazdırmıştır. Çin ile yapılan savaş ve ünlü vezirin yaşam öyküsü anlatılmıştır.
Kül Tigin Anıtı (732): Anıt, büyük bir kaplumbağa heykelinin üzerine oturtulmuştur. Bilge Kağan bu anıtı ordularının komutanı olan ağabeyi Kül Tigin adına diktirmiştir.
Bilge Kağan Anıtı (735): Bilge Kağan’ın ölümünden sonra, onun anısına dikilmiştir. Bilge Kağan’ın yer aldığı dönemin olayları, katıldığı savaşlar Çince ve Türkçe anlatılmıştır.
Mimari:
Türkiye’de kurulan İlk Türk devletleri döneminde sanat, Büyük Selçuklu Dönemindeki sanat mimari anlayışında gelişmiş hâlidir. Süslemede ve işçilikte daha ileri bir seviyeye ulaşılmıştır.
Selçuklular döneminde Türk Sanatı kendini daha çok mimaride göstermiştir.
Sanat eserleri, mevcut yerel ve komşu kültür varlıklarının yansımalarından oluşan sentezin yanı sıra, şüphesiz bir toplumun düşünce, gelenek ve dinsel inanç ortamından ilham alır. Selçuklu Çağı Anadolusu’nda çağın düşünüşüne, edebiyatına, el sanatlarına, doğudan gelen Ahmet Yesevi, İspanya’dan gelen Muhyiddin ibn ül Arabi gibi sufilerin, Horasan’dan gelen Hacı Bektaş Veli’nin, Konya’yı mekan tutan Bahaeddin Veled, Mevlana Celaleddin, Sultan Veled gibi tasavvuf büyüklerinin etkisi olmuştur.
Asya Türklerinin yaygın dini olan Şamanizm büyük ölçüde tasavvuf ve sufi inançlara adapte edilmiş, Anadolu’ya özgü bir karakterle, maden sanatında, çinilerde, seramiklerde, alçılarda, taş kabartmalarda, Selçuk sanatına özgü sembolik bir figürlü anlatımla ifade edilmiştir. Selçuklu sanatını süsleyen kartallar, kuşlar, tavuslar, arslanlar, sfenksler, sirenler, ejderler, hayat ağaçları vb. bu karmaşık inanç ve gelenek dünyasının izlerini yansıtır. Şamanizm, doğa güçlerine insan, hayali yaratıklar ve hayvan biçimi verir. Bu figürlerin kale, kervansaray, saray gibi anıtsal yapılarda ve hatta medrese, türbe gibi dini mimaride, çeşitli el sanatlarında yer alması eski geleneklerin yanı sıra, tasavvufun etkisiyle ve Selçuklularda var olan hoşgörü ortamıyla mümkün olmuştur. Şamanizm’de önemli yeri olan yıldızlara ve gezegenlere ibadet, Orta Asya çadırına “gök kubbe” tasarımı ile yansımıştır. Anadolu Selçuklu taş işçiği kompozisyonlarında sanki evren “gök kubbe” yıldız sistemlerinin, bitkisel kıvrımların birbirlerine dolanarak, kesişerek, sonsuz çeşitlemelerini oluşturur. Bütün bitiş gibi görünen noktalar sonsuz kesişme noktalarıdır. Çizgiler bir gruplaşmadan ötekine doğru sonsuzdan gelip sonsuza giderler. Bu, sanki tanrısal ifadenin yansıdığı evren düzenidir ve tasavvuf görüşü ile uyum içindedir.
Osmanlı Devleti döneminde ise sanatsal ve kültürel faaliyetlerle yakından ilgilenmiş Selçuklular ve Beyliklerden devraldığı sanat anlayışını İran ve Bizans sanatının etkisiyle sentez oluşturarak kendine has bir üslup ortaya koymuştur.
Mimari Osmanlı sanatının en bariz ön plana çıktığı alan mimaridir. Osmanlı mimarisi Erken, Klasik, Geç dönem olarak sınıflandırılmıştır.
Dini Mimari Erken dönem dini mimari eserleri Bursa, İznik, Edirne ve İstanbul’da yoğunlaşmıştır. Bu dönemde Osmanlı cami mimarisi dört şekilde gözlemlenmektedir.
Tek Kubbeli Camiler: “Hacı Özbek Camii”
Ters T planlı Camiler: “Yıldırım Camii”
Çok Kubbeli Camiler: “Bursa Ulu Camii”
Merkez Kubbeli Camiler: “Edirne Üç Şerefeli Camii”
Klasik dönem Osmanlı mimarisi İstanbul’un fethiyle başlar. Bu dönem büyük külliyeler dönemi olarak da adlandırılmaktadır. İstanbul Süleymaniye Külliyesi, Edirne Selimiye Külliyesi buna örnek gösterilebilir. Bu dönemde Avrupa’da Rönesans mimarisi hâkimdir.
Osmanlı Devleti’nde merkezi planın genişletilerek alanın üzerinin tek kubbeyle örtülmesi Mimar Sinan’la başarıya ulaşmıştır. Bu anlayış Yeni Camii ve Sultanahmet Camii’nde de devam etmiştir.
18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Batı ile etkileşimi mimari alanda da görülmüş, bu etkileşim sonucunda Geç Dönem Osmanlı Mimarisi tarzı oluşmuştur.
Geç Dönem Osmanlı cami mimarisi dönemleri
Lale Devri (1718 – 1730): Dini mimari alanında eser sayısı azdır.
Türk Barok ve Rokoko Devri (1730 – 1808): Laleli Camii, Eyüp Camii vb.
Türk Ampir üslubu (1808 – 1860): Dolmabahçe ve Nusretiye Camii
Seçmeci Devir (1860 – 1900): Saray mimarisinde etkin
Neoklasik Dönem (1877 – 1930) :Bostancı Camii
Medreseler:
Osmanlı Devleti’nde erken dönem mimari anlayışı Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi etkisinde devam etmiştir. Genellikle kubbeli büyük bir dershanenin önünde açık avlu ve etrafı kubbelerle örtülü öğrenci odalarının oluşturduğu tarz. Klasik dönem medreseleri daha çok külliyeler içinde yer almıştır.
Anıt Mezar Mimarisi:
İlk dönemlerde kare planlı ve sade yapılan türbeler daha sonraki yıllarda çokgen gövdeli ve süslemesi yapılmıştır. Kırgızlar (İznik’te) türbesi buna örnektir. Mimar Sinan ile birlikte önü revaklı türbeler görülmeye başlanmıştır.
Sivil Mimari:
Osmanlı Devleti’nde saray köşk, kervansaraylar, han, çarşı, sebil (çeşme), hamam ve su kemerleri sivil mimarinin geliştiği alanlardır. İlk Osmanlı sarayları Bursa ve Edirne’de yapılmıştır. Fatih Döneminde yapılan Topkapı Sarayı Osmanlı Çini ve süsleme sanatının en zengin koleksiyonu gibidir.
Avrupa Sarayları örnek alınarak yapılan ilk saray Dolmabahçe Sarayı’dır. Bu sarayda Batı ve Türk anlayışı birlikte uygulanmıştır. Sarayın süslemelerinde barok, rokoko ve ampir üslubu hâkimdir. Osmanlıda Geç Dönem saray mimarisinin en güzel örneği İshak Paşa Sarayı’dır. Osmanlıda ilk ısıtma sistemine sahip beyaz renkte yontma taştan yapılan ve bitki motifleriyle süslenen bir yapıdır.
Geleneksel Türk Evi Mimarisi:
Türklerin tarihi tecrübesi geleneksel “Türk evi” mimarisini ortaya çıkarmıştır. Bu mimari geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Geleneksel “Türk evi” bahçe, zemin kat ve üst kattan oluşmaktadır.
Kervansaray Mimarisi:
Darbe sonrası Erdoğan'ın 2013 yılındaki 'Gabon' konuşması gündem oldu! Bakın ne demiş...
Darbe sonrası Erdoğan'ın 2013 yılındaki 'Gabon' konuşması gündem oldu! Bakın ne demiş...
Daha önce Türk Devletleri’nde var olan kervansaray mimari anlayışı Osmanlı Dönemi’nde de devam etmiş, Osmanlı Devleti’nde hanlar iki katlı yapılmıştır. Alt katlar depo ve ahır, üst katlar ise konaklama olarak kullanılmıştır. Hanlar aynı zamanda haberleşme ve alışveriş merkezi olarak da düzenlenmiştir.
Bedestenler:
Etrafları dükkânlarla çevrili olup taştan yapılmış yapılardır. Yapıların dört yanı demir kapılarla çevrilidir. Amacı; şehir hayatında malların korunduğu ve ticaretin yapıldığı yerlerdir.
Çeşmeler:
Halkın su ihtiyacını karşılamak için gerek devlet gerekse fertler tarafından yapılan mimari alanı küçük, sanat değeri büyük eserlerdir. Malzeme olarak mermer kullanılmaktadır. Üzerlerinde ayetler, kasideler ve süslemeler hâkimdir. Sultanahmet Çeşmesi, Tophane Çeşmesi, İshak Ağa Çeşmesi bu yapılara örnektir.
Sebiller:
Genellikle camilerin yanında gelip geçen insanlara su içmeleri amacıyla yuvarlak plan üzerine, üzeri kubbeyle örtülerek inşa edilmiş yapılardır. Gazenfer Ağa Sebili, Mimar Sinan Türbesi Sebili, Nakşidil Valide Sultan Sebili bu yapılara örnektir.
Süsleme Sanatları:
Osmanlı Devleti’nde Minyatür Sanatı saraya bağlı olarak gelişmiştir. Osmanlı minyatür sanatının ilk örnekleri Fatih Dönemi’ne aittir. Nakkaş Sinan Bey’in “Gül Koklayan Fatih” portresi bu açıdan önemlidir. 16. yüzyılda minyatür sanatı Matrakçı Nasuh’la zirveye ulaşmıştır. 17. yüzyılda daha çok albüm resmi ön plana çıkmıştır.
18. yüzyılda minyatür sanatında mekânda derinlik, doğal renkler kullanılmıştır. Dönemin ünlü sanatçısı Levni’dir. 19. yüzyılda resim dersleri verilmeye başlanmış, minyatür sanatı gerilemiş minyatürün yerini yağlı boya resimleri almıştır.
Kalem İşi:
İç mimaride kullanılan bu sanat dalı özellikle tavan ve kubbelerin renklendirilmesinde ön plana çıkmıştır.
Çini Sanatı:
Sırça adı da verilen bu sanat Osmanlı Devleti’nde çok gelişmiştir. Osmanlı Çini Sanatının en önemli merkezleri İznik ve Kütahya’dır. En önemli örnekler Topkapı Sarayı, Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Sultanahmet Camii’ dir.
Hat Sanatı:
Güzel yazı yazma sanatıdır. Bu sanatla uğraşanlara hattat adı verilmektedir. Osmanlının en ünlü hattatları; Amasyalı Şeyh Hamdullah, Afyon Karahisarlı Ahmet, Hafız Osman ve Mustafa Rakım Efendi’dir.
Tezhip Sanatı:
Kitap süsleme sanatıdır. Bu işle uğraşanlara müzehhip denir. 16. yüzyılın en önemli tezhip sanatçısı Kara Mehmet’tir.
Ahşap İşçiliği:
Rahleler ve vaaz kürsüleri ahşap işçiliğinin en güzel örnekleridir.
El Sanatları:
Osmanlı halı sanatında önceki dönemlerden farklı olarak yeni tarzlar ortaya konmuştur. Bu tarzın esası halının zemininin karelere bölünmesidir. Hayvan figürlerinden daha çok yıldız ve geometrik desenler ağırlık kazanmıştır. Osmanlıda üretilen saray halılarında çiçek ve yaprak motifi hâkimken, Uşak halılarında bitkisel süslemeler hâkimdir.
Maden İşçiliği:
Osmanlıda maden işçiliği daha çok “tombak” adı verilen altın kaplamalı eşyalar yanında ibrik, leğen, minare alemleri, gümüş, bakır tepsiler ve kaplarda kullanılmıştır.
Ciltçilik Sanatı:
Eserlerin dağılmaması için icra edilen bir sanattır. Malzeme olarak deri kullanılmıştır. Ciltçilik sanatında hat, ebru, tezhip sanatları aynı anda kullanılmıştır.
Hayatın daha birçok alanında Anadolu toprakları başta olmak üzere Türk coğrafyasında farklı kültürlere yer verilmiştir…
Zemheri Araştırmacı Yazar
Bu yazı izinsiz kullanılamaz..
|