ANASAYFA
Edebice Yazılar  

Çanakkale Harbi'nde Sanatçı ve Edebiyatçılar

Çanakkale Harbi’ne dair, çok hikâyelerimiz vardır. Bunlardan biri de ‘Edebi Heyet’in hikâyesidir:
Bu toprakların savunmasında çiftçisinden memuruna, esnafından sanatçısına toplumun her kesiminden canla başla mücadele vererek, alın terleri dökülen kanlara karışmıştır.
Bunlardan biri de sanat ve edebiyat dünyasıdır. Kalemleriyle verdikleri mücadele yetmemiş birde kalkıp fiilen cepheye giderek bizzat harp alanından seslenmişlerdir tarihe not düşerek…
Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın direktifiyle, “Osmanlı entelektüellerine yönelik, genç edebiyatçı ve sanatçıların Çanakkale savunmasına ilişkin eserler üretmesi…” maksadıyla, 11 Temmuz 1915 tarihli 6608. Sayısıyla karar alınır. Ziya Gökalp’in de tesiriyle, 30 kadar şair, yazar, ressam ve bestekâra Çanakkale’de muharebe alanlarını gezmelerini, sonra duygu ve düşüncelerini anlatmaları istenir.
Edebiyatçı Hamdullah Suphi bu sanatçıların amacını şöyle duyurmuştur:
“Çanakkale’yi müdafaa eden askerlere saygılarını, sevgilerini söyleyecek, Çanakkale sırtlarında kızıl bir şafak gibi parlayan o korkunç, eski Türk kılıcına minnet ve takdis duygularını bildireceklerdir.”
Çanakkale’ye gitmek için adını yazdıranların listesi şu şekildedir;
“Ömer Seyfettin, Orhan Seyfi Orhon, Mehmed Emin Yurdakul, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Razi Bel, Nazmi Ziya Güran, Çallı İbrahim, Celâl Sâhir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Yekta Madran, Müfid Râtib, Ali Cânip Yöntem, İbrahim Alâettin Gövsa, Enis Behiç Koryürek, Hıfzı Tevfik Gönen Say, Hakkı Süha Gezgin, Muhiddin Bey, Selâhattin Bey…” gibi şair ve yazarlar vardır.
Bazı sanatçı ve yazarlarsa bu davete icabet edememeleri şöyle açıklanır;
Mehmet Akif’in yurt dışında olması, Halide Edip’in kadın olması, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret, Halit Ziya, Süleyman Nazif gibi isimlerinse ideolojik nedenlerden dolayı davet edilmediği veya katılmadıkları söylenir.
Yine o dönemde, Tevfik Fikret’in çok hasta olmasına rağmen cepheye giderek, “Müthiş bir fırın, bir cehennem… Gençliğin en münevver, en güzide tabakasını alıp kürek kürek bu cehenneme attık” satırlarını yazıp cepheden döndükten 26 gün sonra hayatını kaybeder.

Edebiyatçılar ve sanatçılar, ‘Edebi Heyet’ adı altında Çanakkale için büyük bir istekle İstanbul’da toplanırlar…
11 Temmuz Pazar sabahı, yola koyulmak için, Sirkeci Garı’nda buluşurlar. Özel olarak yaptırılan, kollarında beyaz, üzerine çift yeşil defne dalları işlenmiş işaretler bulunan hâki keten elbiselerini giymiş halde, etrafındakiler tarafından cepheye uğurlanırlar.
İlk geceyi Uzunköprü’de, ikinci geceyi de Keşan’da geçiren Edebi Heyet, 13 Temmuz’da Bolayır’a ulaşır. Bolayır’da bombardımanda isabet alan Şehzade Süleyman Paşa ile Namık Kemal’in türbelerini ziyaret ederler.
Bendenizin de Bolayır hatırası vardır oto biyografimde yer verdiğim. Bu nedenle Gelibolu'ya yolum düştüğünde mutlaka Bolayır'a uğrarım.  Bolayır Köyünün de bir hikâyesi vardır. Anlatılan o ki; Namık Kemal Gelibolu Zindanında (tecrit) kaldığı sıralarda, her akşam Bolayır tepesine gelerek, Saroz Körfezi'nden güneşin muhteşem batışını seyredermiş. Namık Kemal, bu ihtişama doyamamış olacak ki,  vasiyeti üzerine mezarı da bu tepeye yapılmış. Hatta divan şairimiz Baki'nin de mezarı buradadır.
Edebi Heyet, Bolayır'dan Gelibolu’ya geçerek, yol boyunca da karşılaştıkları askerlerle konuşup not tutmaya başlarlar.
Cepheleri rehber eşliğinde bir bir dolaşmaya başlarlar…
Arıburnu’na vardıklarında zamanın güçlü yazarı Ahmet Haşim’le karşılaşırlar ve çok şaşırırlar. Ahmet Haşim onlardan önce ve tek başına cepheye gözlem için gitmiştir.

Bu gezi, Arıburnu'ndan Seddülbahir’e kadar, Edebiyatçılar gece gündüz demeden cephede sığınakları dolaşır, cephaneleri irdeler, neferlerle konuşur, kumandanlardan bilgi edinir ve zor arazi koşullarını gözlemlerler…
Edebi Heyet, cephe on günlük geçirilen sürenin ardından geldikleri aynı yoldan tekrar Payitaht’ın yolunu tutarlar…
İstanbul’a döndükten sonra bu on günlük izlenimlerini kaleme alırlar. 1915 Kasım’ında Harbiye Nezareti tarafından çıkarılmaya başlanan ‘Harp Mecmuası’ adı altında yayımlanmaya başlar.
Ayrıca, dönemin Türk Ocağı Reisi Hamdullah Suphi Çanakkale serüvenini “Gördüklerimiz!” başlığı ile sekiz bölüm halinde İkdam Gazetesi’nde tefrika eder.”

Bu konuda B. Ayvazoğlu’nun yazmış olduğu kitabı incelemekte fayda var…



Dolayısıyla, Malazgirt Zaferi ile açılan Anadolu kapıları, Çanakkale Zaferi ile perçinlenerek bu topraklar bize vatan kılınmıştır. Edebiyatçılar, sanatçılar ince ruhludur, savaşta, barışta hatta darbelerde bile, kalemleriyle dik durarak bu aziz milletin ruhunu yansıdan destansı yazılarıyla tarihe not düşmüşlerdir.
Fakat gelecek nesillere Çanakkale ruhunu daha iyi anlatmak için tüm bunların yeterli olmadığını düşünüyorum. Mesela, Çanakkale Harbi’nde cepheye gönderilen bu ‘Edebi Heyet’in döndüklerinde, beklendiği kadar ‘şaheser’ boyutunda eserler verememişlerdir. Sonrasında verilen eserlerin sayısı da azdır. Halbu ki, o dönemde Berlin’de görevli bulunan Mehmet Akif, sanki cephedeki askerlerle beraber harp etmiş gibi heyecan dolu bir ruhla, cepheyi gezen şairlerin aksine, “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirini yazmıştır ve bu şiir onu istiklal şairi yapmıştır.
Bugünkü edebiyatçılarımız açısından da durum aynıdır; bir misalle özetleyelim; Batı’da, Haçlı Seferleri ile ilgili 500’den fazla Tarihi Roman yazılmışken, bizde Çanakkale ile ilgili yazılan Tarihi Roman sayısı ancak iki elin parmakları kadardır! Oysa bu sayı en az 100 olmalıdır!..
Naçizane bendeniz vatani görevimi Sarıkamış’ta yaptım. Eksi otuz dokuz buçuk dondurucu soğukta Sarıkamış Şehitliğinde nöbet tuttuğum günler oldu. Bölgede yaptığım mekân gözlemlerinde gördüklerimden çok etkilendim ve notlar aldım. İstanbul’a dönüşte arşivler girerek yaptığım taramalar sonunda Sarıkamış Harekâtı ile ilgili bir tane dahi tarihi roman yazılmadığını fark ettim aradan yüz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen!.. Bu ilki başarmanın yükü bizim omuzlarımıza düştü ve 16 yıllık yorucu çalışmayla ‘Bardız Kara Düşen Gözyaşları’ eserimizi Türk Edebiyatına armağan ettik…
Not: Fotograf alıntıdır, müsadelerine teşekkür ederim. yazarmehmetballi@gmail.com
Not:bu yazı izinsiz yayımlanamaz...