ANA AYFA |
YAZARLAR |
SAGLIK |
SPOR |
İNSAN KAYNAKLARI |
ARSİV |
İLETSİM |
Foto Galeri |
Video
Mehmet Ballı
ARAŞTIRMA Eskiye Özlem...

Eskiden...

Son zamanlarda en çok telaffuz ettiğimiz kelimelerin başında ‘Eskiden’ kelimesi geliyor; geçmişe olan özlemimizden…
“Eskiden biz şöyle giyerdik, Eskiden biz onu yerdik, Eskiden biz böyle severdik…” uzar da gider. Bu serzenişimiz yeni neslin tuhafına gitse de o günleri kayda alıp izletseniz insanoğlu için bir belgesel, insanlık içinse nereden nereye geldiğimizin acı bir kanıtı olurdu…
‘Eskiden…’le başlayan binlerce cümle kurabiliriz, ancak benim en çok dikkatimi çekenlerden biri eskiden Anadolu’da kadınlarımızın hastaneye gitmeden köy ebesiyle evde doğum yapmasıydı.
Bir diğeri ise ölürken insanlarımızın sekine halinde yine evinde, sıcak yatağında gözlerini yummasıydı.
‘Şehir’ denen ucubeler icat edilmeden önce, ‘Köy’  denilen mutlu hanelerde yaşardık.
Ne hastamız vardı hastanelere yetiştirecek…
Ne gurbetçimiz vardı postanelere mektup atacak…
Ne de suçlumuz vardı hapishanelerde yatacak…
Hayır, hayır burası bir masallar ülkesi değil, sadece 25-30 yıl öncesindeki, bizim güle oynaya yaşadığımız Anadolu’nun köy hayatıydı…
Bugünkü gibi, abur-cubur, tıka-basa karnımızı doyurmazdık…
Her şeyi mevsiminde yerdik; Kışın nohut, fasulye, kompostu… Baharın madımak, peynir, ekmek… Yazın domates, biber, patlıcan… Sonbahar keşkek, patatesli ve etli ekmek… ve her mevsimin vazgeçilmezi yayıkta ayran…
Doğru beslendiğimiz içinde bedenimiz doğal gelişir ve bağışıklık sistemimiz güçlenir bedenen ve ruhen güçlü idik. Dolayısıyla kolay kolay hastalanmazdık.
Kendi oyuncağımızı bile kendimiz yapardık pancardan, tahtadan, küçücük şeylerle birle mutlu olurduk… Ya şimdi?!..
Üzüntü nedir onu bile bilmezdik desek yalan olmazdı ta ki bir sabah namazını müteakip camii minaresinden acı acı yankılanan su salasıyla irkilene kadar…
Üzülsek te ona da şaşırmazdık, çünkü bilirdik ki köyün yaşlılarından biri göçmüştür.
Eskiden sırası gelen ölüyordu, şimdi ise sıran ölüyoruz…
Yani eskiden ölüm bile bir nimetti…
İnsanlar köyde kundakta doğar, avluda-dağ-bayırda büyür, yatağında da ölürdü. Cıvıl cıvıl sokaklarda çocukluğu, at sırtında gençliği, bağ ve bahçede ihtiyarlığını tamamladıktan sonra, yaş kemale erip de önce bastona, sonra yatağa düşer. Yatağında hasta olup olmadığını dahi bilmeden ailesinin etrafında pervane olduğu, eş, dost, akraba herkesle bir bir helalleşerek, başucunda köy imamının Kur’an okuyarak ve sevdiklerinin kucağında ebedi huzura ererdi.
Ya şimdi öyle mi, günlerce hastane yollarını aşındırdıktan sonra bir gece yoğun bakım odasında verdiği son nefesle, bel kide kimseyle helalleşemeden, yakınlarıyla dahi görüşemeden, bir tabuta konup toprağa gönderiveriyorlar…
Yani eskiden ölüm döşeğindeki insanın dudaklarına pamukla su verilirdi, bu nimeti bile kaybettik…  yazarmehmetballi@gmail.com