ANASAYFA
Hayata Dokunan Deneme Öyküleri

Çakma İstanbul'a Ramak Kala                                                                              

Güzel şehirde doğup büyümüş ve yaşlanmaya doğru yol almışlar, ya da 30-40 yıl önce gelerek yerleşmiş İstanbullular olarak zaman zaman dillendirip, kafamıza taktığımız, gidişattan rahatsız olup endişeyle yaşaya geldiğimiz bir İstanbul sevdası vardır hepimizin içinde;
Bu keşmekeşlik ve furya ile yolculuk nereye! bu gidişata gerçekten dur demenin zamanı geldi de geçiyor bile…
Yaşadığımız şehir elimizden her gün biraz daha kayıp gidiyor. Özellikle de tarih ve mana kokan bu şehir kendinin olmayan kendine yabancı bir kuşatılmışlıkla yok ediliyorken…

An meselesi İstanbul’un kopyalanması! Desem… şaşırır mısınız?
Yok artık, daha neler! demeyin, kopyalamadıkları ne kaldı ki şu Çinlilerin insan ve insanlıktan başka!
Malumunuz, uyanıklığın çok daha para ettiği gümüz dünyası  Çin’in “çakma” istilasında hayata dair ne varsa… Çinliler dünyanın neresinde “popüler” bir “obje” varsa hemen onun bir kopyasını ediniyorlar. Sonra memleketlerinde o objenin çakmasını yaparak seri üretimine geçiyorlar.
Ya da şöyle demek lazım; kendilerinde olmayan ne var ise onu önce bedavadan kopyalama yoluyla ithal edip sonrada karlı bir ücretle ihraç ediyorlar.

Doğal güzellikleriyle ünlü  Avusturya'nın 800 nüfuslu Hallstatt kasabası, yüzyıllar öncesine ait mimarisi ile UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası' listesinde yer alıyor. İşte, Çinliler, bu ünlü güzel Avusturya'daki tarihi Hallstatt kasabasını birebir kopyalayıp kapılarını ziyaretçilerine açtılar.
Ne turistik bir akıl ama!
İstanbul da doğal güzellikleri ve köklü tarihi ile dikkat çeken muhteşem  bir şehir. Korkarım ki yakın bir zamanda Yahya Kemal’in O, “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!” unu da kopyalayacak bu Çinliler! Hem de öyle bir kopya yapacaklar ki; yüzyıl öncesinin Payıtahtı ve Bab-ı Aliyeysi de içinde olan Dersaadeti’ni ….
Kopyalama tekniğinin bir sektör haline geldiği günümüzde helede bu Çinlilere kim, nasıl engel olabilir ki?
Yalnız, taklitleri her zaman orijinalini yaşatırmış, Tek teselli buysa…
İstanbuuul İstanbul! Taşı toprağı altın İstanbul…

Halbu ki ne büyük bir şanstır bizim için İstanbul…
İki kıtayı biribirine bağlayan muhteşem Boğazıyla dünyada emsali olmayan İstanbul, aynı alan içerisinde Dolmabahçe Sarayı ve Gökkafesiyle (ucube de olsa) modern ve tarihi bir arada bulunduran bir şehir. Çünkü İstanbul Venedik ya da Newyork değildir. Venedik yalnızca tarihi bir kenttir ve tüm ekonomisi bu temel üzerine inşa edilmiştir. Modern kent Newyork’da öyle. İstanbul ise yalnızca tarihi bir şehir değil aynı zamanda bir üretim merkezidir. Newyork ve Venedik melezidir.

Peki, bu kadar emsalsiz, güzel ve özel İstanbul’un müdavimleri olarak, geçmişine ve geleceğine ne kadar duyarlıyız?

Güzel şehirde doğup büyümüş ve yaşlanmaya doğru yol almışlar, ya da 30-40 yıl önce gelerek yerleşmiş İstanbullular olarak zaman zaman dillendirip, kafamıza taktığımız, gidişattan rahatsız olup endişeyle yaşaya geldiğimiz bir İstanbul sevdası vardır hepimizin içinde;
Bu keşmekeşlik ve furya ile yolculuk nereye! bu gidişata gerçekten dur demenin zamanı geldi de geçiyor bile…
Yaşadığımız şehir elimizden her gün biraz daha kayıp gidiyor. Özellikle de tarih ve mana kokan bu şehir kendinin olmayan kendine yabancı bir kuşatılmışlıkla yok ediliyor.
Dünyanın hangi tarihi şehrine bakarsanız bakın   Viyana , Roma, Paris , Barselona, Venedik daha sayamayacağımız kadar çok derinliğe sahip sanat şehirleri olduğu gibi korunuyor.
Bir Londra da tarihi bir duvarın üzerindeki otlar bile korunmaya alınırken, biz tarihi surların üzerine gecekondu yaparak  güzelim İstanbul'u mahvettik.
Fatih'in torunları olarak, tarih karşısında nasıl hesap vereceğiz. Kültür ve Tarih yoksunu eline parayı yeni geçirmiş ne yapacağını şaşırmış, sanattan anlamaz topluluklar gibi… sanki bir şeymiş gibi, Amerika'nın ortasında onlarında unutmaya yüz tuttuğu bu TOWERS’ları hayatımıza bir şey bilmez topluluklar gibi olur olmadık yerlere dikiyoruz. Bu çirkinliğe ne zaman dur denecek. Şehrin estetiği nerede?
Ya silueti…
İğrenç estetik yoksunu bu TOWERS’lar hayatımızı daha nereye kadar zapt ederek ciğerlerimizi delmeye devam edecekler. Nefes alamaz bir hale geldik!
Rantçılarla burun buruna yaşaya duralım, kimse bu şehrin sahiplerine sormuyor!
Peki bu hale gelişimizin suçlusu kim?
Tabiki; sen, ben, O … hepimiz!
İstanbul’u yönetenler, bilim insanları, aydınlar, sivil toplum örgütleri… duyarsız ya da sesi cılız kalanlar....
Kalite yok, estetik yok, saygı yok, sevgi yok, yok, yok ...
Kimse halinden memnun değil ama yılgınlık, vurdumduymazlık, hak aramama/arayamama...

Ki, Allah’ın insanlar üzerinde hakkı, İnsanın insan üzerinde hakkı, hayvanatın insan üzerinde hakkı olduğu gibi eşyanın yani yaşadığımız şehrinde üzerimizde hakkı vardır…
Yozlaştırılan kültür, tahrip edilen tarihi yapılar, silueti yok edilen Aziz şehir İstanbul’un üzerimizdeki hakkından ne kadar vicdan sahibiyiz... Mehmet Ballı [ Bu yazı Kültür edebiyat dergisinde yayımlanmıştır.]

Not: bu yazı izinsiz yayımlanamaz.


Diğer, Hayata Dokunan Deneme Öykülerini okumak için tıla...