Meritokrasi
İnsanın temel hak ve özgürlükleri yasalarla teminat altına devletçe alınır ve idaresi tarafından da uygulanır. Devletlerin farklı idare şekli vardır; cumhuriyet, monarşi, oligarşi… bir de bunların çatısı altında ve iç içe işleyen sistemler vardır. İşte bunlardan biri de ‘Meritokrasi’dir.
Meritokrasi; liyakatli yönetim sistemi demektir. ‘Liyakat,’ layık olma kavramına dayanmaktadır. Yani 'Hak edenin hak ettiği yere gelmesi.' Meritokrasi aynı zamanda, iktidar gücünün, yeteneklere ve kişilerin bireysel üstünlüğüne dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinde idare gücü, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılmaktadır. Bu üstün özelliklerin tanımı içerisinde bilgi, beceri, pozitif tutum, olumluya odaklanma, felsefi bakış, bilgelik, analitik düşünce gibi kavramlar yer almaktadır.
Meritokrasiyi günümüzde en iyi uygulayanlardan biri Amerika Birleşik Devletleri'dir.
ABD Kongresi tarafından onaylanarak, Temsilciler Meclisi galerisine konan, dünyaca ünlü kanun yapıcı portrelerden sadece 23 kişiden biri Kanuni Sultan Süleyman’dır. Yani, sivil ve askeri alanda yaptığı kanuni düzenlemelerden dolayı 'Kanuni' unvanı alan I. Süleyman. Yani cihan padişahımız Kanuni...
Yine ABD Kongre Kütüphanesi’nde insanların saygı ile önünde eğildiği Kanuni’nin bir başka büstünün üzerinde: “Devlet adalet üzerine inşa edilir” veciz sözü yazılıdır.
Bir de kürsü kurulmuştur Kanuni Sultan Süleyman adına; Kaliforniya Üniversitesi’nde Kanuni’nin adına kurulan kürsüden ‘Meritokrasi’ dersi okutulmaktadır. Dolayısıyla ABD’yi buna sevk eden neden, Kanuni gibi örnek aldığı şahsiyetler sayesinde olgunluğa ulaştırdığı bir eğitim sistemi kurmuş olmasındandır.
Meritokrasi'nin daha iyi anlaşılması için bir örnekle şöyle açıklayabiliriz:
ABD üniversitelerinde bir profesör sınavda sorularını sorar, sonrada sınıftan çıkıp gider. Hiçbir öğrenci kopya çekmeye tenezzül etmez. Çünkü onursuzluk olarak sayarlar!..
Gelişmekte olan ülkelerde ise; ilköğretimde sıra üzerine, orta öğretimde bacaklara ve avuç içlerine yazarak başlayan kopyacılık, üniversitede bırakın hoca sınıftan çıkmayı, daha arkasını döner dönmez masa altından kitap sayfaları karıştırılır! Bir de kopya çekmeyeni tabiri caizse, “keriz” sayarlar… Yetmedi, göreve atandıktan sonra da adam kayırma ve torpil devreye girer. Sonuç malumunuz...
Bu örnekten yola çıkarak, ABD ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki eğitimin farkını ve insan yetiştirme tarzını anlamak pekala mümkündür.
ABD’nin kurduğu güçlü sistem sayesinde tüm dünyaya hükmeder konuma gelmiş olması bu nedenle çok da şaşırtıcı değildir. Çünkü onu bu güçlü konuma getiren neden devletin yapılsal sistemidir. Tıpkı Kanuni Sultan Süleyman’ı cihan hükümdarı yapan şey-kendi kurduğu sistemi- gibi…
ABD'yi şimdi güçlü kılan kurduğu bu sistemin adı da Meritokrasi'dir, hemde Osmanlı'dan devşirerek!
Meritokrasi'nin Batı'da ise, ilk olarak da ABD’de 1883 tarihli “Pendleton Act” tarafından Liyakat sistemi (merit system) adlandırılarak siyasî kayırmacılık sisteminin uygulamada olumsuz sonuçlar vermesi neticesinde ortaya çıkan bir sistem olarak uygulanmaya başlamıştır. Sonra
İngiltere merkezli Meritocracy Party, beş maddeden oluşan bir manifesto yayımlamış ve şöyle maddelendirmiştir:
* Kayırmacılık yoktur: kim olduğunuz önemli değildir.
* Yandaşlık yoktur: sizin içim başkalarının ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
* Ayrımcılık yoktur: din, dil, ırk, yaş gibi cinsiyet geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.
* Eşit imkânlar: herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
* Tatminkar erdemler: en başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.
Tarihsel süreç içinde insanoğlunun karşılaştığı diğer birçok yönetimin şeklinden farklı bir yapıya sahip olan meritokrasi, yönetimin yetenek ve bilgiye dayalı olarak el değiştirdiği bir sistemdir. Yönetim iradesi soyluluk, zenginlik ya da rütbelere bağlı olarak değil, tamamen kişilerin yönetim becerisi ve yönetime dair sahip oldukları bilgiye bağlıdır. Üstün özelliklere sahip olduğu düşünülen kişiler arasından yapılan eleme sonucunda devletin yönetim iradesinin belirlendiği meritokrasi, bu özelliği ile kendi içinde son derece adil ve fırsat tanıyan bir yapıya sahiptir. Adam kayırma olarak tanımlanan tüm hareketlerin tamamen yasaklandığı Meritokrasi yönetiminde, kamu yönetimi bu konu hakkında daha bilgili olan insanlara bırakılır.
Meritokrasi'yi İlk Olarak Türkler Uygulamıştır.
Türk Milleti, çağlar boyu güçlü devlet kurup, cihan hükümdarlığı yapmıştır; Göktürklerden Karahanlılara, Selçuklulardan Osmanlıya… Türk devletlerini güçlü kılan şeyin hep yönetim sistemlerindeki kendine has uygulamalarından kaynaklı olduğunu görüyoruz. İşte bunlardan biri, Osmanlı Devleti'nin ‘liyakatli yönetim sistemi’dir. Şimdiki adı 'Meritokrasi’ olan ve Kamunun daha bilgili kişiler tarafından yönetilmesine imkân tanıyan Meritokrasi'nin, devletteki sistemsel işleyişine en pratik örneğini Türkler yapmıştır. Osmanlı Devleti’nin kurduğu 'devşirme' ve 'lonca' sistemleri, Meritokrasi'nin ilk ve en iyi uygulamalarıdır. İlk II. Murat zamanında kurulan, Fatih Sultan Mehmet tarafından geliştirilip I.Süleyman (Kanuni) zamanında da genişletilen ‘Enderun Mektebi’ Devlet işleyişinde-idaresinde liyakatlı yönetici yetiştirme sistemidir.
Devşirme sistemde; Osmanlı fethedilen bölgelerdeki Hıristiyan ailelerin çocuklarının 1/5’ini, yani zeki ve gösterişli olanlarını alarak onları yeteneklerine göre yetiştirmeye dayanırdı. Bu sistemde eğer güçlü ve dövüşmeye yatkın olanlar Yeniçeri Ocağı'na ve Bostancı Ocağı'na, devlet işlerine yatkın olanlarsa Saray’a alınırlardı. Bu kapsamda Saray'da bulunan Enderun Mektebi devşirme idareciler (bürokratlar) yetiştirmekteydi. Rüstem Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Kuyucu Murat Paşa ve Pargalı İbrahim Paşa gibi sadrazamlığa dahi yükselebilenler olmuştur. keza Mimar Sinan'da öyledir. Siyasi, askeri, sanat ve teknik konularına göre Enderun talebesi ortak bir kültürü özümseyerek, Saray ve Padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece Osmanlı Devleti’nin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyulan kadrolarının bir kısmı bu şekilde yetiştirilmiş olurdu.
Devleti Âliye'nin yönetim (kamu) kısmındaki liyakat sistemini Enderun karşılarken, hayatın diğer alanı olan sivil hayatta (özelde) Lonca karşılıyordu.
Lonca denilen sistem; 1300’lerde kurulan bu sistem, esnaf ve zanaatkarların dürüst, ahlaklı, kaliteli ustaların yetişmesi sağlanırdı. Yani usta-çırak ilişkisi ile yetiştirilen bir esnaf sistemi.
Mesela, ayakkabıcı olmak istediğinizde, ayakkabıcılar loncasının seçkinlerine bu talebinizi anlatıyordunuz. Sonrasında sizi bir ayakkabı ustasının yanına çırak veriyorlardı. Eğitiminizi tamamlayıp bu seçkinlerin önünde sınava giriyordunuz ve eğer liyakatinizi ispat edebilirseniz ‘peştemal’ kuşanıyordunuz. Yani işi ehlinden öğreten bir sistem.
'Ahilik Sistemi' de böyledir...
Dolayısıyla çalıp çırpmayan, hile ve hurdanın olmadığı bir sistemdir. Gerek devlet kurumlarında ve gerekse sivil esnaf kısmında önce 'iş ahlakı' sağlanmış olurdu.
İşte Osmanlı Sultanlarını cihan padişahı yapan özellik bu idi. Mimar Sinanları, Kaptanı Deryaları, Sadrazamlar böyle bir sistem içerisinde yetenekleri keşfedilip yetiştirilmişlerdir.
Günümüze gelirsek, Kamu kuruluşlarında görev alan tüm bireylerin mevki kazanmak için bilgi ve yetenek sahibi olmasını bir zorunluluk olarak gösteren Meritokrasi, bu yapısı ile bugünün demokrasisinden dahi yüksek eşitlik sağlayan bir sistem olarak gözükmektedir.
Meritokrasi yönetim biçiminde kamuya ait organlarda görev alan kişilerin tamamı, belirli bir eleme sonucunda bulunduğu makama gelir. Kişinin kendini geliştirerek ve daha da çok bilgi edinerek mevkiisini yükseltmesi ile devletin en üst makamlarında “en bilgili ve yetenekli” kişilerin görev yapması sağlanır. En yetenekli ve bilgili kişilerin devleti yönetmesi ise şüphesiz halkın daha başarılı politikalar ile yönetilmesi ve refah seviyesinin artması manasına gelmektedir. Lakin günümüzde çoğu insanın Meritokrasi hakkında en ufak bir fikir sahibi dahi olmamasının en büyük nedeni, bu sistemin torpili değil bireye bir takım özellikler kazanmayı dayatmasıdır. Zira Meritokrasi ile yönetilen bir toplumda herhangi bir yeteneği veya bilgisi olmayan bireyin toplum içinde rol alması da mümkün değildir. Ancak günümüzün hazıra alışan insanı için Meritokrasi sistemi korkulacak bir yönetim biçimine gelmiştir. Zira kamu kuruluşlarında işe başladıktan sonra uzun yıllar boyunca kendini geliştirmeyen ve hala 20 yıl öncesinin bilgisi ile bazı işleri “halletmeye çalışan” bireyin Meritokrasi sisteminde yeri de yoktur. Çünkü Meritokrasi, devlet yönetiminin üst kademelere talip olanlarda; ‘zekâ, kuvvet, güç, hitap yeteneği, teknik, çalışkanlık’ gibi vasıfları aramaktadır.
Yazının başına geri dönersek; ABD’de uygulanan Meritokrasi güdümlü eğitim sistemi sayesinde, ‘kopya çekmeyi onursuzluk’ sayarak yetişen genç insanlar, mezun olup özel ya da kamuda göreve başladığında, dürüstlüğün ön planda tutulduğu, asla görev yetki ve sorumluluklardan taviz verilmediği bir sistemi çalıştırmaktadır... Her ne kadar çürük elmalar çıksa da genel işleyiş bu şekildedir…
Diğer karşı örnek, gelişmekte olan ülkelerde ise; ilköğretimde sıralara, avuç içine yazılarak başlayan kopyacılık yükseköğrenimde neredeyse ‘norm’ haline dönüşerek sıradanlaşıp mezun olup göreve başladıktan sonra da ahbap-çavuş ilişkisiyle işler yürür gider… gider de nereye kadar? Onu da söyleyelim, 'hakkaniyetsizlikten sistemin çürümüşlüğe kadar!' İstisnalar illaki kaideyi bozmaz…
Yazımızı şöyle anlatı ile bağlayalım; talebenin biri, “Hocam artık mezun oldum, benden ‘Kadı’ olur mu?” diye sorar hocasına. Fakat hocası bilir ki bu talebe çok yetenekli biri değil ama çok da heveslidir. Düşünür, taşınır orta yolu bulur ve derki: “Evladım, evet belki sen o makama ulaşamasan da makamı sana indirgemek mümkündür!..”
Netice itibarıyla, Meritokrasi'yi günümüzle ilişkilendirme hususunda bir yorum yapmak gerekirse; şikâyetçi olduğunuz şeylerden kurtulmanın yollarından biri de, liyakatli yöneticiler yetiştirmekten geçtiği gerçeğidir.
Son sözümüz; dün bizim atalarımızın onlara diz çöktürdüğü bilgi ve teknikle, bugün onların çocukları bize diz çöktürüyor olmasın!.. Mehmet Ballı
Not: Bu yazı, Halk Edebiyatı Dergisi 10. sayısında yayımlanmıştır.
Bu yazı kaynak gösterilmeden izinsiz kullanılamaz.
|