10- (Böyle bir günde) Hiç bir yakın dost bir yakın-dostu sormaz.
11- Onlar birbirlerine gösterirler.(11) Bir suçlu-günahkar, o günün azabını karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
12- Kendi eşini ve kardeşini,
13- Ve onu barındıran aşiretini (soyunun hepsini) de;
14- Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de) ; sonra bir kurtulsa.
15- Hayır; (böyle fidyeler kabul edilmez.) Doğrusu o (cehennem) , cayır cayır yanmakta olan ateştir:
16- Başın derisini kavurup-soyar.
17- Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.
18- (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı.(12)
19- Gerçek şu ki, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı.(13)
20- Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.
21- Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder) .
22- Ancak namaz kılanlar hariç;(14)
23- Ki onlar, namazlarında süreklidirler.(15)
AÇIKLAMA
11. Yani, bu demek değil ki, birbirlerini görmeyecekler de bu yüzden birbirlerini sormayacaklar. Aslında birbirlerini görecekler ama herkes kendi derdinde olduğu için birbirlerini soracak halleri olmayacak.
12. Burada da, aynen Hakka Suresi 33. ve 34. ayetlerde beyan edildiği gibi ahirette insan için kötü son doğuran iki sebep sayılmaktadır. Birincisi, doğrudan ayrılmak ve imanı inkâr etmek, diğeri de insana biteviye mal-mülk yığdırtan ve bunları hayır için de kullandırmayan dünya sevgisi ve cimrilik.
13. Nasıl ki bir insan için "bu onun fıtratındandır. Ya da bu onun fıtrî zayıflığındandır" deriz, Allah da (c.c) burada "Muhakkak insan pek huysuz, hırsına düşkün yaratılmıştır" buyurmaktadır. Burada şu hususu gözden kaçırmamalıyız: Kur'an'ın, insanın ahlâkî zayıflığından bahsettiği pekçok yerde, bundan iman edenler ve doğru yolda olanlar istisna edilmiştir. Aynı husus ileriki ayetlerde de gelecektir. Burada kendiliğinden anlaşılıyor ki, doğuştaki bu fıtrî zayıflık daha sonra değiştirilemez değildir. Fakat insan Allah'ın gönderdiği hidayeti kabul eder ve kendi nefsini ıslah için bilfiil gayret gösterirse o zaman bu zayıflığını tedavi edebilir. Eğer nefsini gevşek bırakırsa bu zaafiyetler onun içerisinde yerleşir, gelişir. Bkz. İzah için Enbiya an: 41; Zümer an: 23-28; Şura an: 75.
14. Bir kimsenin namaz kılması onun muhakkak, Allah'a, Rasulü'ne, Kitabı'na ve ahiret gününe inanmakta ve bu imana göre amel etmek gayretinde olduğu anlamına gelir.
15. Yani, bir tembellik, bir gevşeklik ya da bir meşguliyet onların namazına mani olamaz. Namaz vakti gelince her şeyi bırakarak Allah'ın huzuruna dururlar. "Namazlarında devamlıdırlar"ın, bir manası da Hz. Ukbe bin Amir'in beyan ettiğine göre, "Tam bir huzur ve huşu içerisinde namazı eda etmektir. Yani tabir caizse, kuşun kanat çırpışı gibi bir an evvel o namazdan kurtulabilmeye çalışmak değildir. Namazdayken de başka bir şeye iltifat etmez. Arapça deyiminde durgun su için "maud-daim" denilir. Bu izahat da bundan alınmıştır.