7- Oysa onlar, ellerinin öne takdim ettikleri dolayısıyla(13) bunu hiç bir zaman temenni edemezler. Allah, zalimleri bilendir.
8- De ki: "Hiç tartışmasız sizin kendisinden kaçmakta bulunduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah) a döndürüleceksiniz; O da size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."
9- Ey iman edenler, Cuma günü(14) namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeğe koşun ve alış-verişi bırakın.(15) Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
AÇIKLAMA
13. Başka bir ifadeyle, onların ölümden kaçışları sürpriz olmamıştır. Onlar tüm iddialarına rağmen vicdanlarının derinliğinde, Allah'a ve dinine karşı nasıl bir tavır takındıklarını ve ahirette mükafatlarının ne olacağını biliyorlardı. İşte bu yüzden Allah'ın huzurunda bulunmaktan kaçmaktadırlar.
14. Bu cümle içinde, özellikle üç husus dikkate değerdir. Birincisi, Namaz için çağrı yapılmaktadır. İkincisi, Cuma gününe mahsusen bir namaz kılınmaktadır. Üçüncüsü, Cuma günü namaz için çağrı yapılmasıyla ilgili olarak, ilk kez emir veriliyormuş gibi bir ifade kullanılmamıştır. Bilakis, siyak ve sibaktan anlaşılmaktadır ki, namaza çağrı ve Cuma gününe mahsusen namaz daha önceden ifa edilegelmektedir.
Ancak yanlış olan, Müslümanlar Cuma günü namaza çağırıldıklarında gevşek davranmaları ve alışverişlerine devam etmeleriydi. Dolayısıyla Allah Teâlâ bu ayeti, Müslümanların ezan okunurken Cuma namazının önemini kavramaları ve bunun farz olduğunu idrak ederek namaza koşmaları için inzal etmiştir. Bu üç husus üzerinde derinlemesine düşünüldüğünde, Hz. Peygamber'in (s.a) emirlerinin, Kur'an'da belirtilmemiş olsa da Kur'an'da belirtilmiş gibi itaati gerektirdiği gerçeği ortaya çıkar. Ayette kastolunan namaza çağrı (ezan) , günümüzde 5 vakit tüm dünyada camilerden yükselen ezandır. Ancak Kur'an'ın hiçbir yerinde, namaz için ezan okunması ya da başka türlü bir çağrı yapılması ile ilgili olarak, herhangi bir emir yer almamıştır. Bu Hz. Peygamber'in (s.a.) koyduğu bir kuraldır ve bu kural Kur'an-ı Kerim'de iki yerde teyid edilmiştir. Birincisi, söz konusu ayet, diğeri ise Maide Suresi'nin 58. ayetidir. Ayrıca tüm Müslümanların halen kılmakta olduğu Cuma gününe mahsusen kılınan namazın vakti ve şekli ile ilgili de, Kur'an'da bir bilgi mevcut değildir. Bu namaz da Hz. Peygamber'in (s.a.) bildirdiği gibi kılınmaktadır. Kur'an'ın bu ayeti ise, sadece onun önemini vurgulamaktadır. Bu gerçek, "Şer'î hükümler sadece Kur'an'da beyan edilmiştir" diyen kimsenin sadece sünnet'i değil aynı zamanda Kur'an'ı inkar etmiş olduğunun açık bir delilidir.
Daha ileri gitmeden önce, burada Cuma ile ilgili birtakım meseleleri açıklamakta yarar var.
Cuma, aslında İslâmî bir kavramdır. Çünkü Cahiliyye döneminde Araplar bu güne "Yevm'ul-Arube" diyorlardı. Müslümanlar aralarında, bir toplantı günü kararlaştırdıklarında bu günü seçmiş ve onu "Cuma günü" diye adlandırmışlardır. Tarihçiler ise, daha önceden Ka'b bin Luvî veya Kusay bin Kilab'ın bu güne mahsusen, "Cuma" ismini kullandıkları görüşündedirler. Çünkü o gün Kureyşliler bir araya geliyorlardı. (Feth'ul-Bari) Ancak buna rağmen Araplar, bu kadim ismi değiştirmeyip ona Arube günü demekte devam etmişlerdir. Fakat gerçek değişiklik, İslâm geldikten sonra vuku bulmuştur.
İslâm'dan önce haftanın bir gününün ibadete ayrılması adeti Kitap Ehli'nde vardı. Yahudiler bu günü "Sebt" (Cumartesi) günü olarak isimlendirmişlerdir. Çünkü Allah, İsrailoğulları'nı Firavun'a kölelikten o gün kurtarmıştır. Hıristiyanlar ise, Yahudilerden farklı olmak için, ibadet günü olarak kendilerine "Pazar"ı seçmişlerdir. Oysa bu günle ilgili olarak Hz. İsa'nın bir talimatı sözkonusu olmadığı gibi, İncil'de de bir kayıt mevcut değildir.
Ancak Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın çarmıhta can verdikten sonra kabirden, pazar günü göğe çıktığına inandıkları için, kendilerine pazar gününü ibadet günü olarak seçmişlerdir. M.S. 321'de Roma İmparatorluğu, bir yasa çıkartarak bu günü, resmi tatil ilan etmiştir. İşte İslâm, bu iki toplumdan da kendini ayırabilmek için Cuma gününü toplu ibadet günü olarak seçmiştir.
İbn Abbas ve Ebu Mes'ud el-Ensari'nin rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Cuma'nın farz oluşu ile ilgili emir, hicretten önce Mekke'de gelmiştir. Fakat o dönemde Mekke'de bu emrin gereği üzerine amel etmek mümkün değildir. Çünkü biraraya gelmek suretiyle, topluca ibadet etmek imkan hariciydi. Fakat Hz. Peygamber (s.a) daha önceden hicret ederek Medine'ye giden Müslümanlara Cuma'yı ikame etmeleri için emir göndermiştir. Böylece ilk Cuma'yı Muhacirlerin başkanı Mus'ab bin Umeyr, 12 Müslüman'a Medine'de kıldırmıştır. (Tabaranî, Darekutnî) Ka'b bin Malik ve İbn Sirîn'in rivayetlerine göre, Medine'de Ensardan Müslümanlar kendi başlarına, haftada birgün topluca ibadet etmeyi kararlaştırmışlardır. Dolayısıyla Yahudilerin Cumartesi, Hıristiyanların Pazar günü topluca ibadet etmelerine mukabil, onlar Cuma gününü seçmişlerdir. Ve ilk Cuma'yı Benî Biyade'nin bölgesinde Esâd bin Zürare 40 Müslümanla birlikte kılmıştır. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace, İbn Hibban, Abd bin Humeyd, Abdurrezzak, Beyhakî) Bu rivayetten anlaşıldığına göre, Müslümanlarda, haftada bir gün topluca ibadet etme arzusu vardır ve bu arzu, Yahudi ve Hıristiyanlardan farklı olarak, İslâm'a mahsus bir alâmet şeklinde iktiza etmişti. Bu konuda herhangi bir emir olmamasına rağmen, İslâm'ın ruhuna uygun düşünüp davranmaları, Sahabe-i Kiram'ın İslâm'ı kavrayışlarının bir özelliğidir.
Hz. Peygamber'in (s.a) hicret ettikten sonra yaptığı ilk işlerden biri de, Cuma'nın ikame edilmesi olmuştur. Kendisi Mekke'den hicret etmek üzere ayrılıp, pazartesi günü Kuba Mescidi'ne ulaşmış ve 4 gün orada kaldıktan sonra 5. gün (Cuma günü) Medine'ye hareket etmiştir. Yolda, Beni Salim bin Avf'ın bölgesinde Cuma vakti olmuş ve kendileri ilk Cuma'yı orada eda etmişlerdir.
Bu namaz için, Hz. Peygamber (s.a) öğleden sonra bir vakti (yani öğle namazının vaktini) tayin etmiştir. Hicretten önce Musâb bin Umeyr'e gönderdiği yazılı emirde de şöyle demiştir: "Cuma günü, öğleden hemen sonra iki rekat namaz ile Allah'a yaklaşınız" (Darekutnî) Aynı emir, hicretten sonra, Hz. Peygamber (s.a) hem kavlen, hem fiilen bizzat kendisi beyan etmiştir. Hz. Enes, Hz. Seleme bin Ekva, Hz. Cabir bin Abdullah, Hz. Zübeyr bin Avvam, Hz. Sehiyl bin Sad, Hz. Abdullah bin Mes'ud, Hz. Ammar bin Yasir ve Hz. Bilal'den bu konuyla ilgili nakledilen hadis şöyledir:
"Rasulullah Cuma namazını zevalden sonra kıldırırdı." (Müsned-i Ahmed, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî)
Cuma namazının, öğle namazı yerine geçtiği, bu namazın sadece iki rekat olduğu ve namazdan önce hutbe irad edildiği Hz. Peygamber'in (s.a.) fiiliyle sabittir. Öğle namazı ile arasındaki fark budur. Nitekim Hz. Ömer bu konuda şöyle demiştir: "Rasulüllah'ın mübarek ağzından çıktığına göre, yolcu namazı iki rekattır, fecr (sabah) namazı iki rekattır ve Cuma namazı da iki rekattır. Bu sonuncusu kasır namazı gibi değildir, Cuma hutbesi nedeniyle kısaltılmıştır." (Ahkamu'l-Kur'an, el-Cassas)
Ayette, bahis konusu edilen ezan ile, hutbeden önce okunan ezan kastolunmaktadır, yoksa Cumadan çok önce halka haber vermek için okunan ezan değil. Saib bin Yezid'in rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) döneminde sadece bir ezan okunurdu. Müezzin bu ezanı, imam minberde oturduktan sonra okumaya başlardı. Bu Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in dönemlerinde de aynı şekilde devam etmiş ama Hz. Osman'ın zamanında nüfus arttığından dolayı, çok önceden bir ezan daha okutulmaya başlanmıştır. Bu ezan Medine çarşısında bulunan bir evden okutturuluyordu. (Buharî, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî) .
15. "Zikrullah" ile Cuma hutbesi kastedilmektedir. Çünkü ezandan sonra Hz. Peygamber (s.a) hutbe verir ve her zaman namazı hutbeden sonra kıldırırdı. Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Melekler, her Cuma, namaza gelen kimselerin isimlerini kaydederler ve imam minbere çıktığında defterlerini kapatıp, hutbeyi dinlemeye başlarlar." (Müsned-i Ahmed, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei) Bu hadisten de anlaşıldığı gibi, "zikir" ile hutbe kastedilmektedir. Ayrıca Kur'an'ın ifadeleri de aynı yöne işaret etmektedir. Şöyle ki, önce "Allah'ın zikrine koşunuz" diye buyurulurken, daha sonra "Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın" denilmektedir. Bu ifadelere göre Cumanın tertibi şu şekildedir. Önce zikr (hutbe) , sonra namaz. Nitekim müfessirler "zikr"in hutbe yahut hutbe ve namaz olduğu konusunda görüşbirliği içindedirler.
Hutbe karşılığında "Zikrullah" ifadesi kullanılmıştır; zira hutbenin Allah'ı hatırlatan konuları kapsaması gerekir. Örneğin, Allah'a hamdü-sena, Rasûlüne salavat, Allah'ın emirleri, şeriatına uygun ameller, tebliğ yolunda telkinler, muttakilerin vasıfları tarifi ve medhi vs. Bu esaslara dayanarak Zemahşerî zalim hükümdarları övmenin, onların isimlerini anmanın, onlara dua etmenin "Zikrullah" ile bir ilgisi bulunmadığını, aksine bunun "Zikruşşeytan" olduğunu söylemiştir. (Keşşaf)
"Allah'ın zikrine koşunuz" emri ile elbette koşa koşa gelmek kastedilmiş değildir. Bu ifade "çabuk gelin, acele edin" anlamındadır. Nitekim Arapça'da "sa'y", sadece koşmak için değil, gayret göstermek çabalamak anlamında da kullanılır. "Sa'y" bu anlamıyla Kur'an'da da çok kullanılmıştır. Zaten müfessirler ayetteki kullanıma bu anlamı verme hususunda görüş birliği içerisindedirler. Yani ezanı işiten kimse, hemen mescide varabilmek için gayret göstermelidir. Hem ayrıca namaz kılmak için camiye koşarak gelmekten Müslümanlar men olunmuşlardır. Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Cemaat namaza başladığında, namaza temkinli ve vakar içinde gelin, koşmayın. Namaza yetiştiğinizde hemen cemaate katılın ve sonra (namazı) tamamlayın"
(Kütübüs'Sitte) Ebu Katade el-Ensarî, şöyle anlatıyor: "Bir defasında Hz. Peygamber'in (s.a.) arkasında namaz kılıyorduk ve birden ayak sesleri duyduk. Namaz bitince Hz. Peygamber (s.a) gürültünün nedenini sordu. Onlar namaza yetişmek için koştuklarını söyleyince Hz. Peygamber, "Böyle yapmayın, namaza sukûnet içinde gelin ve cemaate katılın, sonra namazınızı tamamlayın" diye buyurdu. (Buharî, Müslim)
"Alışverişi bırakın"; bu ifade sadece alışverişi değil, tüm meşguliyetleri bırakarak namaz için hazırlanmayı da içine alır. Burada "el-bey'a" (alışveriş) kelimesinin zikredilme nedeni, Cuma günü ticaretin yoğun olması dolayısıyladır. Cuma günleri civardaki yerleşim bölgelerinden Medine'ye gelen insanlar, yanlarında satmak için mal getirirlerdi ve o gün herkes ihtiyaçlarını karşılayabilmek için alışveriş yapardı. Bu nedenle ayetteki yasaklama sadece alışveriş ile sınırlı olmayıp, tüm meşguliyetleri kapsamaktadır. Allah Teâlâ'nın ayette sadece alışverişi zikretmiş olması nedeniyle fakihler Cuma ezanından sonra her türlü alışverişin haram olduğu hususunda görüşbirliğine varmışlardır.
Bu verilen emir, Cuma namazının farz olduğuna kesin bir delildir. Yani "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda, Allah'ın zikrine koşun" ifadesi tek başına Cuma namazının farziyetini ispatlamaya yeterlidir. Ayrıca helâl bir şeyin (alışverişin) Cuma namazı nedeniyle haram kılınması da Cuma namazının farziyetini ortaya koymaktadır. Bunun yanısıra Cuma namazının kılınması nedeniyle öğle namazı da sakıt olur. Yani Cuma namazı, öğle namazının yerini alır. Bu da Cuma namazının farz oluşuyla ilgili başka bir delildir. Çünkü bir farz, ancak yerine başka bir farzın ikame edilmesiyle sakıt olur. Nitekim bu husus, birçok hadis ile teyid edilmiştir.
Örneğin Hz. Peygamber (s.a) Cuma namazını şiddetle tavsiye etmiş ve bunun farz olduğunu söylemiştir. İbn Mes'ud'un rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) ; "Gönlüm namazı kıldırması için yerime bir başkasını tayin edip, Cuma namazına gelmeyenlerin evlerini ateşe vermeyi arzu ediyor." demiştir. (Müsned-i Ahmed, Buharî) Ebu Hreyre ve İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, kendileri Hz. Peygamber'i hutbede, "İnsanlar Cuma namazını terk etme adetini bıraksınlar. Aksi takdirde Allah onların kalplerini mühürleyecek ve onları gafillerden kılacaktır." derken işitmişlerdir. (Müsned-i Ahmed, Müslim, Neseî) Ebu'l-Caad Demirî, Cabir bin Abdullah ve Abdullah bin Ebî Evfa'nın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Şayet bir kimse gerçek ve caiz olmayan bir mazeret nedeniyle üç Cuma namazını terk ederse, Allah o kimsenin kalbini mühürler." Bu hadisin lafzı, bir başka rivayette şöyledir: "Allah onların kalplerini münafıkların kalplerine benzetir" (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn Mace, Darimî, Hakim, İbn Hibban, Bezzar, Taberani) Cabir bin Abdullah, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bugünden itibaren, kıyamete değin Cuma namazı sizlere farzdır. Cuma namazını basit bir amel sanıp ona önem vermeyen kimsenin halini Allah Teâlâ düzeltmez. İyi dinleyin! Tevbe edip, Allah'tan mağfiret dilemedikçe, o kimsenin namazı namaz, zekatı zekat, haccı hac, orucu oruç, iyiliği iyilik değildir. Allah ise affedicidir. (İbn Mace, Bezzar) Aynı anlamda başka bir rivayeti Taberanî, İbn Ömer'den nakletmiştir. Ayrıca Cuma namazının farz oluşu ile ilgili birçok hadis rivayet edilmiştir. Abdullah b. Amr b. el-As'ın rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) "Cuma ezanını duyan kimseye Cuma namazı farzdır" buyurmuştur. (Ebu Davud, Darekutnî) Cabir bin Abdullah ile Said bin Hudrî Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbede şunları söylediğini rivayet ederler: "Şunu iyi bilin ki, Allah sizin üzerinize Cuma namazını farz kılmıştır." (Beyhakî) Ancak kadınlar, hastalar, çocuklar, körler ve yolcular bu farziyetin dışındadırlar. Hz. Hafsa'dan rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber "Cuma namazı her baliğ (yetişkin) üzerine vaciptir, buyurmuştur." (Neseî) Tarık bin Sihab'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir: "Cuma namazını cemaatle kılmak, her Müslümana vaciptir. Ancak kadınlar, köleler, çocuk ve hastalar müstesna." (Ebu Davud, Hakim) Hz. Peygamber'in (s.a.) bu hadisinin lafızları, Cabir bin Abdullah'ın rivayetinde şu şekildedir: "Kim Allah'a ve Ahiret gününe iman ediyorsa Cuma namazı kendisine farzdır. Ancak kadınlar, yolcular, köle ve hastalar müstesna." (Darekutnî, Beyhakî) Kur'an'ın ve hadislerin bildirdikleri doğrultusunda bütün ümmet, Cuma namazının farziyeti hususunda icma etmiştir.