4- Bu, Allah'ın dilediğine verdiği fazl (lütuf ve ihsan) dır. Allah, büyük fazl sahibidir.
5- Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların(7) durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin(8) durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalan saymakta olan kavmin durumu ne kadar kötüdür.(9) Allah, zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez.
6- De ki: "Ey Yahudi olanlar,(10) eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velileri(11) (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu çekinmeden yapın) ."(12)

AÇIKLAMA

7. Bu cümle biri umumi, diğeri hususi iki anlamı birden tazammun eder. Umumi anlamı şu şekildedir: "Kendilerine Tevrat verilmesine ve ona göre amel etmekle sorumlu tutulmalarına rağmen, bu sorumluluklarının bilincinde olmamış ve bunu yerine getirmemişlerdir." Hususi anlamı ise şöyledir: "Tevrat" yüklenmiş kimseler olmaları nedeniyle, Hz. Peygamber'e (s.a.) herkesten önce uymalıydılar. Çünkü Tevrat'ta açıkça Hz. Peygamber'in (s.a.) geleceği müjdesi verilmiştir. Ancak buna rağmen Yahudiler, Tevrat'ın mesajına aldırmaksızın, Hz. Peygamber'e (s.a.) herkesten daha fazla karşı çıkmışlardır.
8. Yani, tıpkı ne taşıdığını bilmeyen üzerine kitaplar yüklü merkep gibidirler. Yahudiler de, adeta bir merkep gibi Tevrat'ı yüklenmişlerdir ve o kitabın kendilerine ne tür sorumluluklar tevdi ettiğini bilmemektedirler.
9. Yani onların durumu merkepten daha beterdir; zira merkep kendisine şuur verilmediği için mazurdur. Ancak onlara şuur verildiği gibi ayrıca Tevrat'ı okuyor ve anlıyorlar. Fakat buna rağmen, yine de bu öğretiyi uygulamaktan kaçınmakta ve Hz. Peygamber'i (s.a) bile bile reddetmektedirler. Oysa bu peygamberler, Tevrat'a göre hak bir peygamberdir, ayrıca Tevrat'ı anlamadıkları şeklindeki iddiaları da mazeret değildir, aksine onu anlıyor ama Allah'ın ayetlerini bile bile yalanlıyorlar.
10. Burada, "Ey Yahudiler!" şeklinde hitap edilmeyip, "Ey kendisine Yahudi diyenler!" yahut "Ey Yahudilik iddiasında bulunanlar!" denmesi oldukça dikkate değerdir. Bunun sebebi, Hz. Musa'nın (a.s) tebliğ etitği dinin de O'ndan önceki peygamberlerin getirdikleri dinin de adının İslâm olmasıdır. O peygamberlerden hiçbiri Yahudi değildi ve daha o dönemlerde Yahudilik doğmamıştı bile. Bu din, daha sonraları bu isim ile tanınmaya başlanmış ve Hz. Yakub'un (a.s) dördüncü oğlu Yahuda'ya nisbet edilmiştir. Hz. Süleyman'dan (a.s) sonra İsrailoğulları ikiye bölündüğünde, sülaleden birinin saltanatı "Yahuda" ismi ile meşhur olmuştur. İsrailoğulları'nın diğer kabileleri ise, "Semerna Devleti" adını almışlardır. Daha sonraları Asur'luların bu devleti yerle bir etmeleri sonucunda oradaki İsrail kabilelerinden ve devletin kurucularından hiçbir eser kalmamıştır. Onlardan geriye sadece Yahuda ve Bünyamin'in nesli kaldığından ve bunlar arasında Yahuda'nın nesli çoğunluğu teşkil ettiğinden İsrailoğulları'na "Yahuda" denmiştir. Bu neslin içinden Kahinler, Rabiler (alimler) , Ahbarlar kendi doktrinlerini, eğilimlerini, adet ve inançlarını, asırlar boyunca dini bir iskelet haline getirip bunu "Yahudilik" diye adlandırmışlardır.
Bu oluşum M.Ö. 4. yüzyıl ile M.S. 5. yüzyıl arasında teşekkül etmiştir. Bu akide içine, peygamberlerin getirdiği bir takım ilahî ilkelerin sokulması ihmal edilmemiş ama bunlar dahi değiştirilmiştir. İşte bu sebeplerden dolayı, Kur'an'ın birçok yerinde onlara "Kendilerine Yahudi diyenler", şeklinde hitap edilmiştir. Yani "Ey kendiliğinden Yahudiliği icad edenler!" Bu kitleye sadece İsrailoğulları değil, İsrailoğulları'ndan olmadığı halde Yahudiliği seçenler de dahil edilmiştir. Kur'an'da nerede İsrailoğulları'na hitap edilmişse, "Ya Beni İsrail" denmiş, nerede de Yahudiliğe intisap edenlere seslenilmişse, "Ey Yahudi olanlar!" denmiştir.
11. Kur'an'ın birçok yerinde, onların bu iddialarının ayrıntıları verilmiştir. "Yahudilerin dışında kimse cennete giremiyecek dediler." (Bakara: 111) "Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacaktır." (Bakara: 80, Ali İmran: 24) "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz dediler" (Maide: 18) , Bu iddialar, Yahudilerin kendi kitaplarında da bulunmaktadır. Tüm dünyada onların kendilerini Allah'ın seçkin kulları kabul ettikleri, Allah ile aralarında özel bir yakınlık olduğunu ve Allah'ın onları diğer insanlardan üstün tuttuğunu zannettikleri bilinmektedir.
12. Yahudilere bu teklif, bununla birlikte Kur'an'da ikinci kez yapılmış olmaktadır. Daha önce Bakara: 94-96'da şöyle buyurulmuştur: "De ki; Eğer gerçekten Allah katında ahiret yurdu kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde doğru iseniz haydi ölümü temenni edin. Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü asla istemezler. Allah zalimleri bilir. Onları, insanların hayata en düşkünü, müşriklerden daha tutkunu bulacaksın; herbiri ister ki bin yıl yaşatılsın. Oysa yaşatılması onu azaptan uzaklaştıracak değil. Allah ne yaptıklarını görüyor" Aynı teklif burada da tekrarlanmıştır. Ancak bu, sadece bir tekrardan ibaret değildir. Çünkü Bakara Suresi'ndeki ayet, Yahudilerle Müslümanlar arasında henüz bir savaş patlak vermezden önce, onların karakter yapılarını teşhir etmek amacıyla nazil olmuştur. Bahis konusu ayet ise, (Yahudilerle yapılan savaşların sonucunda, onların yaşamak konusunda ne kadar hırslı oldukları ve ne pahasına olursa olsun her şart altında yaşamayı istedikleri bizzat denenerek müşahade edildikten sonra nazil olmuştur. Örneğin, Medine ve Hayber'deki Yahudi gücü Müslümanlardan hiç de az değildi. Bilakis onların imkanları Müslümanlarınkinden fazlaydı bile. Ayrıca Arap müşrikleri ve Medine'deki münafıklar onları destekliyorlardı ve hepsi de Müslümanları ortadan kaldırmaya kararlıydılar. Fakat şartlar eşit olmamasına rağmen, yine de Müslümanlar galip geldi ve Yahudiler yenildi. Zira Müslümanlar ölüm korkusu taşımaksızın, Allah yolunda şehadeti arzulayarak, seve seve canlarını ortaya koymuşlardı. Onlar kalplerinin derinliğinde, Allah yolunda cihad ettiklerine ve bu yolda şehadetin cennet ile ödüllendirileceğine yakinen inanıyorlardı. Yahudiler ise tam aksine hiçbir şey adına canlarını ortaya koyma yanlısı değillerdi. Öyle ki, Allah yolunda, kavimleri, kendi mal, can, şeref, namus vs. için dahi savaşabilecek cesaretleri yoktu. Onlar, her türlü şart altında yaşama arzusu içindeydiler. Dolayısıyla bu zaafları, kendilerini korkak insanlar haline getirmiştir.