9- Ey iman edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle günah, düşmanlık ve peygambere karşı isyanı fısıldaşıp-konuşmayın; birr (iyiliği) ve takvayı konuşun ve kendi huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakınıp-korkun.(24)
10- Şüphesiz 'gizli toplantıların (kulis) fısıldaşmaları,' iman etmekte olanları üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler) dandır. Oysa Allah'ın izni olmaksızın o, onlara hiç bir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.(25)
11- Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın" dendiği zaman, siz de yer açın; Allah da size genişlik versin.(26) Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın.(27) Allah, sizden iman etmekte olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.(28) Allah, yapmakta olduklarınızı haber alandır.
12- Ey iman edenler, peygambere gizli bir şey arzedeceğiniz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin.(29) Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (buna imkân) bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
AÇIKLAMA
24. Bu ifadeden anlaşıldığına göre, "Necva", başlı başına yasak ve uygun olmayan bir davranış değildir. Ancak Necva'nın caiz oluşu ya da olmayışı, ne hakkında ve niçin konuşulduğuna bağlıdır. Sözgelimi, salih bir toplumda, ihlaslı birkaç kişinin bir araya gelerek konuşmasından kimse rahatsız olmaz ve kendilerine bir kötülük yapacaklarından endişe edilmez. Fakat bunun aksine, kötü niyetli insanlar bir araya gelip gizli gizli konuşurlarsa, herkes, onların bir fitne çıkarmaya hazırlandıklarını düşünür. Ayrıca bir kaç kişinin tesadüfen karşılaşmaları sonucunda, bir araya gelmeleri ve gizlice konuşmaları, başlı başına kötü bir şey değildir. Ancak Müslüman bir toplumda, bağımsız bir grup kurmak ve sürekli gizli gizli görüşmeler yapmak, kesin surette bozgunculuğa sebebiyet verir. En azından Müslümanlar arasında hizipçilik başlar. Necva'nın caiz olması ya da olmaması, neler konuşulduğuna bağlıdır. Şayet iki kişi bir araya gelip, başkalarının arasını bulmak, onları barıştırmak veya hakkı elinden alınmış bir kimsenin hakkını nasıl iade edebileceklerini görüşmek için gizlice konuşurlarsa, bu hayır ve sevaptır. Fakat iki kişinin arasını bozmak veya birinin hakkını elinden almak, ya da bir haram işlemek için gizlice konuşurlarsa, bu tavır hem keyfiyetinden, hem de gizlice konuşulduğundan dolayı yasak ve günahtır.
Hz. Peygamber, bir mecliste nasıl davranılacağı hususunda gerekli ahlâkî kurallardan birini şöyle açıklamıştır. "Bir mecliste üç kişi varsa, iki kişi kendi arasında gizlice konuşmasınlar. Çünkü üçüncü kişi bundan rahatsız olur." (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud) Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur. "İki kişi kendi arasında, üçüncü kişiden izin almadan konuşmasın. Aksi takdirde, o kimse bundan alınır." (Müslim) . Bu esaslar dahilinde düşündüğümüzde, üçüncü kişinin anlamadığı bir dilde, iki kişinin konuşmasının da aynı şekilde yanlış olduğu sonucuna varırız. Hele üçüncü kişi hakkında ve ne konuşulduğunu ona belli ederek konuşmak, daha büyük hatadır.
25. Böyle denilmekle Müslümanlara, bu tür gizli konuşmalardan etkilenerek harekete geçmemeleri, bu yüzden meyus olmamaları kalplerini geniş tutmaları, keder ve kine gönüllerinde yer vermemeleri hususunda teselli verilmektedir. "Allah'a tevekkül edin ve bilin ki, Allah'ın izni ile sizlere bir zarar gelmez, gizli gizli konuşan bu kimseler yüzünden rahatınızı bozup ölçüsüzce hareket etmeyin."
26. Bu husus surenin giriş bölümünde izah edilmiştir. Her ne kadar bazı müfessirler bu hususu, Hz. Peygamber'in (s.a.) meclisine mahsus sanmışlarsa da İmam Malik'in dediği gibi bu, tüm Müslümanlar için geçerlidir. Hz. Peygamber'in (s.a.) bir mecliste nasıl davranılacağı hususunda Müslümanlara öğrettiği bir diğer kural da, mecliste oturan kimselerin, sonradan gelen kimselere yer vermesinin gerekliliğidir. Öyle ki mümkün olduğu kadar toparlanılmalı ve bencil davranılmamalıdır. Ayrıca sonradan gelen kimseler de, yer bulamadıkları takdirde mutlaka girmeye çalışmamalı veya bir başka kimseyi yerinden kaldırıp onun yerine oturmamalıdır. İbn Ömer ve Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, bir kimseyi yerinden kaldırıp onun yerine oturmasın. daha önceden orada oturanlar da, sonradan gelenlere yer versinler." (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed) . Abdullah bin Amr bin el-As'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, "iki kişinin arasına izin almadan girip oturmak, kimseye helâl değildir" buyurmuştur. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi) .
27. Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem, Hz. Peygamber'in (s.a.) meclisinde gece geç vakitlere kadar oturulduğunu, Hz. Peygamber'in (s.a.) istirahat edememek, diğer işleriyle uğraşamamak gibi nedenlerden dolayı çok rahatsızlık çektiğini ve bu yüzden "Size kalkın denildiğinde hemen kalkın..." ayetinin nazil olduğunu beyan eder. (İbn Cerir. İbn Kesir)
28. Yani, Hz. Peygamber'in (s.a.) meclisinde, O'ndan uzak bir yerde oturmakla kıymet derecenizin düştüğünü sanmayın ve size "kalkın artık, sohbet sona erdi" denildiğinde, bunu kendinize bir hakaret kabul etmeyin. Çünkü gerçek ölçü iman ve ilimdir. İşte sizlerin dereceleri ona göre belirlenecek, Hz. Peygamber'e (s.a.) yakın ya da uzak oturmakla değil. Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında oturmakla hiç kimsenin mertebesi yükselmez. Mertebenin yükselmesi, iman ve ilim nimetine sahip olan kimseler içindir. Ayrıca bilinmelidir ki, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında oturan bir kimse O'na eziyet verebilir, bu da cehalettir.
Allah indinde, Hz. Peygamber'in (s.a.) sohbetinden iman ve ilim kazanan ve bir mümine gerekli ahlâkî kuralları öğreten kimsenin mertebesi, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında boş oturan kimsenin mertebesinden yücedir.
29. İbn Abbas, bu ayetin nüzul sebebini şu şekilde açıklar: bazı Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanına gelerek kendisiyle gizlice konuşmak istediler. Hz. Peygamber'in (s.a.) bu tekliften rahatsız olması üzerine de, Allah O'nun yükünü hafifletmek için bu emri indirir. (İbni Cerir) . Zeyd bin Eslem ise, şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a) kendisiyle özel görüşmek isteyen hiç kimseyi geri çevirmezdi. Bu yüzden de dileyen gelir, kendisiyle özel görüşme talebinde bulunurdu. Hatta kendisine, özel görüşmeye değmeyecek şeyler sorarlardı. Üstelik o günler tüm Arabistan'ın Medine'ye karşı savaş durumunda olduğu bir dönemdi. Bazen biri gelerek, Hz. Peygamber'e (s.a.) fısıltılı bir şekilde konuşur ve bu konuşmanın hemen ardından şeytan, "Bu adam filan kabilenin hücum edeceği haberini getirmiş" şeklinde Müslümanlar arasına dedikodular yayardı. Böylece Medine'nin her tarafında asılsız haberler dolaşmaya başlamıştı. Öte yandan münafıklar bu hadiseleri fitne çıkarmak için istismar ederken, "Muhammed duyduğu herşeye inanır" diyorlardı. İşte bu nedenlerden ötürü, Allah Teâlâ, bu ayeti indirerek, gizli konuşmadan önce sadaka verilmesini emretti. (Ahkam'ul Kur'an, İbn'ul-Arabi) , Katade, "Bazı kimselerin kendilerine büyüklük atfetmek ve etrafa Hz. Peygamber (s.a) ile çok yakın olduklarını göstermek için O'na özel görüşme talebinde bulunduklarını" söyler.
Hz. Ali, bu ayet nazil olduğunda, Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisine "sadaka miktarı ne kadar olsun? Bir dinar yeterli mi?" diye sorduğunu ve kendisinin de O'na, bu miktarın fazla olup, herkes veremez, dediğini rivayet eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ona, "Yarım dinar olmasına ne dersin?" diye sorar. O yine bu miktarın fazla olduğunu söyler. "O halde ne kadar olmalı?" diye Hz. Peygamber (s.a) sorunca, Hz. Ali: "Bir arpa tanesi kadar altın versin" der. Bu sefer Hz. Peygamber (s.a) ona "Sen çok az bir miktar tavsiye ettin" diye karşılık verir. (İbn Cerir, Tirmizi, Müsned-i Ebu Yâlâ) . Başka bir rivayette Hz. Ali şöyle diyor: "Kur'an'ın bu ayeti, öyle bir ayettir ki benim dışımda hiç kimse onunla amel etmemiştir. Çünkü, bu ayet nazil olduğunda ben sadaka verdim ve sonra Hz. Peygamber'e (s.a.) bir mesele hakkında soru sordum." (İbn Cerir, İbn Münzir, Abd bin Humeyd)