5- Gerçekten Allah'a ve Resulüne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymağa kalkışmakla) başkaldıranlar,(14) kendilerinden öncekilerin alçaltılması gibi alçaltılmışlardır.(15) Oysa biz apaçık ayetler indirdik. Kafirler için küçültücü bir azab vardır.(16)
6- Allah, onların hepsini dirilteceği gün, onlara neler yapmakta olduklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır,(17) onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, her şeye şahid olandır.
7- Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (18) (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç-kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur.(19)
Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir.(20) Sonra yapmakta olduklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Hiç şüphe yok Allah, her şeyi bilendir.
8- 'Gizli toplantıların (kulis) fısıldaşmaları'ndan men edilip(21) sonra men' edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve peygambere karşı isyanı (aralarında) fısıldaşmak olanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selâmlamadığı biçimde selâmlıyorlar.(22) Ve kendi kendilerine: "Söylemekte olduklarımız dolayısıyla Allah bize azab etse ya." derler.(23) Onlara cehennem yeter, oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir.
AÇIKLAMA
14. "Karşı gelmek" ile, Allah'ın koyduğu sınırlara aldırmamak ve Allah'ın koyduğu kanunları bırakıp, başkalarının koyduğu kanunlara tabi olmak anlamı kastedilmektedir. İbn Cerir bu ayeti şöyle yorumlamıştır. "Yani bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlara ve kanunlara, farzlara karşı çıkarak başka kuralların uygulanmasını teklif ederler." Kadı Beydavî ise tefsirinde şöyle diyor: "Yani Allah'a ve Rasulüne karşı husumet beslerler ve onların koyduğu kurallar yerine, kendileri için yine kendileri kurallar koyarlar. Ya da, başkalarının koyduğu kurallara tabi olurlar." Allame Alûsî, Ruhu'l-Meanî adlı eserinde, Beydavî'nin yukarıdaki yorumuna katılır ve ayrıca Şeyh'ul-İslâm Sadullah Çelebi'nin şu sözünü nakleder: "Bu ayet, Allah'ın kanunları yerine kendileri kural koyup, bu kurallara "kanun" adını veren padişah ve hükümdarlara çok sert bir uyarıdır." Ayrıca Alûsî, ilahî kanunlar ile beşerî kanunlar üzerinde ayrıntılı açıklamalar yaparken şöyle der: "Beşeri kanunlar, toplumlar ve insanlık için, Allah'ın koyduğu kanunlardan daha makul, daha münasiptir" diyen bir kimsenin küfründen kuşku duyulmaz. Bu kimselere Allah'ın emir ve kanunlarından bahsettiğiniz zaman hiddet duyarlar. Tıpkı şeriat kelimesini duyduklarında hiddetlenen, Allah'ın lanetlediği kimseler gibi."
15. "Kebete", zelil etti, helak etti, lanetledi, kovdu anlamlarını içerir. Burada "Kubitû" (mazi-meçhul) fiilinin kullanılmasıyla, Allah'a ve Rasulüne karşı koyup, emirlerini dinlemeyen kimselerin akıbetlerinin tıpkı önceki peygamberlerin ümmetlerinin akıbetleri gibi olacağı vurgulanmıştır. Çünkü önceki peygamberlerin ümmetleri, Allah'ın kanunlarını terkedip, kendilerinin veya başkalarının koydukları kanunlara tabi olduklarında, Allah'ın fazl ve rahmetinden yoksun kalmışlardır. Ve böylece felakete uğrayıp içlerinde ahlâkî çöküntü başlamış, sonunda da zillete düşmüşlerdir. Şayet aynı hatayı Ümmet-i Muhammed de yaparsa, Allah onları da zelil eder. Çünkü yaptıkları tüm kötülüklere rağmen Allah indinde makbul olmalarının hiç bir nedeni yoktur. Ayrıca Allah Teâlâ'nın önceki ümmetlere bir düşmanlığı olmadığı gibi, Hz. Muhammed'in (s.a) ümmetine de özel bir muhabbeti olacak değildir.
16. Burada siyak ve sibak dikkate alındığında, bu yanlış tavrın karşılığında iki tür ceza olduğu anlaşılıyor. Birincisi, "Kabet" yani bu dünyada zillet, ikincisi "Azab-ı Mehin" yani öbür dünyada azab ve zillet.
17. Yani, kendileri unutmuş olsalar bile Allah onların isyanını ve karşı gelmesini unutmaz. Allah indinde herkes nerede, ne zaman, ne yapmışsa o anki duyguları, yapılan davranışın başkalarına etkisi, sonucu en ince ayrıntısına kadar kayıtlıdır.
18. Buradan 10. ayete kadar, o dönemde zahiren Müslüman görünüp, İslâm toplumu içinde ayrı bir cephe kuran, zaman zaman bir araya gelip Müslümanların arasını açmak için gizli planlar yapan ve yalan söylentiler, dedikodular yayan münafıkların bu tavırları eleştirilmiştir.
19. Bu bağlamda iki veya üç kişi yerine, 3 veya 5 kişi denilmiş olmasının hikmeti merak edilebilir. Müfessirler böyle bir soruya her ne kadar birçok cevaplar vermişlerse de; bana göre bu ifade Kur'an'ın edebî uslubu gereği böyle kullanılmıştır.
20. Bununla, Allah'ın Âlim, Habîr, Semî, Basîr ve mutlak kudret sahibi olduğu vurgulanmaktadır. Neuzubillah, Allah'ı gizlenmiş bir mahluk olarak farzetmek mümkün değildir. Böyle bir ifade kullanılmakla, Allah'tan hiçbir şeyin gizlenemeyeceği ve kimsenin ondan kaçamayacağı ihsas ettirilmiştir.
21. Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber (s.a) onları daha önce, bu davranışlardan men etmiş, fakat bu davranışlarında ısrar etmeleri üzerine de bu ayet nazil olmuştur.
22. Birçok rivayette anlatıldığı gibi bu, Yahudi ve münafıkların ortak tavrı idi. Onlar Hz. Peygamber'in (s.a.) yanına geldiklerinde Essamü aleyke Ya Eba-l Kasım diyorlar ve böylelikle "Essalâmü Aleyke"nin telaffuzunu bozarak bunu işiten kimselerin kendilerinin selam verdiğini zannetmelerine neden oluyorlardı. Ancak onlar "Essamu aleyke" (ölüm üzerine olsun) dediklerinde Hz. Peygamber (s.a) de kendilerine "ve aleykum" (sizlerin üzerine de olsun) diye karşılık veriyordu. Bir defasında Hz. Aişe dayanamayarak onlara, "ölüm ve Allah'ın laneti de sizlerin üzerine olsun" der Hz. Peygamber (s.a) ise hemen Hz. Aişe'ye "Ya Aişe, Allah kötü sözden hoşlanmaz" diye müdahalede bulunur. Hz. Aişe bunun üzerine Hz. Peygamber'e (s.a.) , "Ya Rasulullah! Ne dediklerini işitmediniz mi? deyince Hz. Peygamber (s.a) "Benim dediğimi duymadın mı? Ben de onlara "sizin üzerinize de olsun dedim", diye cevap verir. (Buhari, Müslim, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) .
İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre, Yahudiler ve münafıklar Hz. Peygamber'e (s.a.) bu şekilde cevap verirlerdi. (İbn Cerir)
23. Yani onlar bu davranışlarını, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olmadığı iddialarına delil olarak kullanıyorlardı. Çünkü kendilerinin gece gündüz Hz. Muhammed'e (s.a) belâ okumalarına rağmen, yine de azabın gelmemesini, onun peygamber olmayışına bağlıyorlardı. Ve eğer o peygamber olsaydı, azabın gelmesi gerekirdi şeklinde düşünüyorlardı.