Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

1- Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan (kadın) ın sözünü işitti.(1) Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. (2) Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
2- Sizden kadınlarına "zıhar"da bulunanlar(3) (eşlerini annelerinin sırtına benzetenler bilsinler ki kadınları) onların anneleri değildir. Anneleri, yalnızca kendilerini doğuranlardır.(4) Şüphesiz onlar, çirkin ve yalan söylemektedirler.(5) Gerçekten Allah, çok affeden, çok bağışlayandır.(6)

AÇIKLAMA

1. "Semia" ifadesi ile bilinen "işitmek" anlamı kastolunmuş değildir. Bu ifade "Allah o kadının duasını kabul etti" anlamında kullanılmıştır.
2. Genelde mütercimler bu ifadeyi, "Allah seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan o kadını işitiyordu." şeklinde tercüme ettikleri için, okuyucunun zihninde, o kadının Hz. Peygamber'le tartıştığı ve yanından ayrıldıktan belli bir süre sonra da Hz. Peygamber'e (s.a.) vahiy nazil olduğu gibi bir tasavvurun oluşmasına sebebiyet vermişlerdir. Yani ayette, sanki şöyle denilmek isteniyor: "Ben, bir kadının seninle tartıştığını, bana şikayette bulunduğunu ve aranızda neler konuşulduğunu işittim." Oysa bu olay ile ilgili rivayet edilen hadislerde, o kadının "zıhar" meselesine bir çözüm bulması ve ailesini dağılmaktan kurtarması konusunda Rasulullah (s.a) ile tartıştığı esnada, birden Rasulullah'da, vahiy alırken zuhur eden halin meydana geldiği ve vahyin o anda nazil olduğu bildirilmektedir. İşte biz de, bu yüzden ayeti şimdiki zaman kipi ile (hal sigası) tercümeyi tercih ettik: "Allah, seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan o kadını işitiyor."
Ayette zikri geçen kadın, Hazreç kabilesinden Havle binti Sa'lebe'dir. Kocası ise, Evs kabilesinin reisi Ubade bin Samit'in kardeşi Evs bin Samit el-Ensari'dir. Söz konusu "zıhar" olayını ilerde ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Ancak burada, Allah'ın bu kadın sahebenin şikayetini hemen kabul ettiğini ve ayetin onun hakkında nazil olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim bu kadın sahebinin, yine bu olay nedeniyle diğer sahabilerin nezdinde özel bir yeri vardı. Bu yüzden diğer sahabiler, bu kadın sahebeye oldukça izzet ve ikramda bulunuyorlardı. Örneğin İbn Ebi Hatim ve Beyhaki'nin rivayet ettiklerine göre Hz. Ömer, yanında başka bir sahabe ile bir yere giderken, yolda bir kadın ile karşılaşır. Kadın Hz. Ömer'i durdurmak ister, O da durur. Ve başını eğerek, uzun bir süre kadını dinler, son sözünü söyleyinceye kadar orada bekleyince, yanındaki sahebe Hz. Ömer'e "Ey müminlerin emiri! Sırf bu yaşlı kadının hatırı için Kureyş'in bunca ileri gelenlerini beklettiniz," der. Hz. Ömer buna karşılık şöyle bir cevap verir: "Biliyor musun bu kadın kimdir? Bu yaşlı kadın, şikayeti yedi semada işitilen Havle binti Sa'lebe'dir. Allah'a yemin ederim ki, şayet O beni tüm gece boyunca bekletecek olsaydı, namaz vakitleri müstesna, onun önünde beklerdim." Yine "İstiyab" adlı eserinde İbn Abdilberr, Katade'den bir rivayette bulunur: "Bu kadın (Havle binti Sa'lebe) yolda Hz. Ömer ile karşılaştığında, Hz. Ömer kendisine selam verir. O'da Hz. Ömer'in selamını alır ve şöyle der: "Ooo! Ömer sen misin? Seni bir zamanlar Ukaz panayırında görmüştüm. O zaman sana Umeyr diyorlardı ve elinde sopa çobanlık yapıyordun. Fakat çok geçmeden Ömer oldun. Şimdi ise müminlerin emirisin. Emirin idaresindeki halk hakkında Allah'tan kork. Unutma ki Allah'tan korkanlar için en uzaktakiler, en yakında olanlar gibidir. Ölümden korkan insan neyi kaybetmekten korkuyorsa, muhakkak onu kaybedecektir?" Bu sözler üzerine, Hz. Ömer'in yanında bulunan Carud Abdi, kadına, "Ey kadın! Sen müminlerin emirine küstahlık yaptın," diye çıkışınca, Hz. Ömer ona şöyle der: "Bırak onu konuşsun. Biliyor musun bu kadın kimdir? Bunun sözü yedi semada işitilmiştir. Ömer'e söylediği niçin işitilmesin?" (İmam Buhari, kendi tarih kitabında kısaca kaydetmiştir.)
3. Araplar arasındaki yaygın geleneğe göre, karı ve koca birbirleriyle münakaşa ettiklerinde öfke içindeki erkek hanımına, "Sen bana anamın sırtı gibisin" derdi. Böylelikle erkek hanımına, "Seninle cinsel ilişkide bulunmak, anamla cinsel ilişkide bulunmak gibidir" demiş oluyordu. Nitekim günümüzde de bazı cahil kimseler, hanımlarıyla münakaşa ederken, "Sen bana annem, kızkardeşim veya kızım gibisin" nevinden sözler sarfederek, güya eşlerinin hanımları olmaktan çıktığını ihsas etmektedirler. İşte bu davranışın adı zıhardır. Zıhar Arapça'da sırtlarına binilen binek hayvanlarına atfen kullanılır.
Bu yüzden Araplar hanımlarına, "Senin sırtına binmek, anamın sırtına binmek gibi bana haramdır" derlerdi. Dolayısıyla bu yemine, "zıhar" adı verilmiştir. Ayrıca bu söz cahiliye döneminde talak (boşanmak) , hatta daha ileri bir anlamda kullanılıyordu. Yani bu sözü söyleyen erkek, karısının artık kendisine haram olduğunu ve ömür boyunca kendisiyle birleşemeyeceğini ilan etmiş oluyordu. Bu nedenden ötürü, her ne kadar talaktan sonra evlenmek mümkün idiyse de, zıhardan sonra yeniden evlenmek mümkün değildi.
4. Bu, zıhar hakkındaki ilk hükümdür. Şöyle denilmektedir: "Sen hanımını annen yerine koydun diye, o asla annen olamaz. Çünkü annen seni doğurmuştur ve sana ebediyyen haramdır. Dolayısıyla başka bir kadın -sen annene benzettin diye- nasıl olur da, sana aklen, ahlâken, kanunen annen gibi olabilir? Bu, hakikate aykırıdır" Bu şekilde bir tesbit yapılmakla, zıhar yapan kocanın, hanımıyla nikahının sona ermesi ve böylece o kadının kendisine annesi gibi haram sayılması şeklindeki düşünce ortadan kaldırılmıştır.
5. Yani, erkeğin hanımını annesine benzetmesi anlamsız bir davranıştır, hatta bunu düşünmek bile kişi için utanç vericidir. Söylemek ise daha çirkin daha kabadır. Şerefli ve asil bir insanın bu tür yalan ve gerçek dışı bir söz sarfetmesi mümkün değildir. Çünkü bir kimsenin "Benim hanımım artık bana annem gibidir." demesi yalanın ta kendisidir. Şayet bu kimse, bundan sonra hanımına annesi gibi hizmet edeceğini bildirirse, yalan bir iddiada bulunmuş olur; zira ona ne zamandan beri hanımını annesinin konumuna koyma gibi bir yetki verilmiştir? O bir kanun koyucu değildir ve bu hak Allah'a aittir. Sözgelimi insana, annesi, babaannesi, kayınvalidesi, sütannesi ve Hz. Peygamber'in (s.a.) hanımları ile evlenmek haram edilmiştir. Dolayısıyla hiç kimseye, haram olan bu kadınlar zümresine başkalarını dahil etme yetkisi verilmemiştir. Sonuç olarak, zıharın günah ve haram bir fiil olup, cezayı gerektirdiği şeklinde bir başka hüküm ortaya çıkıyor.
6. Yani, bu suç aslında ağır bir cezayı gerektirecek kadar çirkindir. Ancak Allah merhametli olduğundan, böyle bir yasa koymakla sizlerin aile hayatınızı mahvolmaktan kurtarmış ve bu suçun cezasını çok hafif olarak belirlemiştir. Öyle ki, bu suça karşılık olarak dayak, hapis vs. gibi cezalar vermek yerine, nefisleri ıslah edecek ve böylelikle topluma iyiliği yayacak bazı ibadetler koymuştur. Ancak burada bir noktanın vurgulanması gerekmektedir. Bu, İslâm'da verilen bu tür cezaların, yani günahların kefareti şeklindeki ibadetlerin, sadece ibadet ruhundan uzak cezalar veya sadece eziyetten yoksun ibadetler olmadığıdır. Bunun içinde, her iki unsur da mevcuttur. Yani günah işlemiş olan kişinin, işlediği günahı telafi edebilmesi için kendisine, hem eziyeti hem de iyilik ve ibadeti içeren bir ceza verilmektedir.