16- Bedevilerden geride bırakılanlara de ki: "Siz yakında zorlu savaşçı olan bir kavme çağrılacaksınız; onlarla (ya) savaşırsınız ya da (onlar) müslüman olurlar.(30) Bu durumda eğer itaat ederseniz, Allah, size güzel bir ecir verir; eğer bundan önce sırt çevirdiğiniz gibi (yine) sırt çevirirseniz, sizi acı bir azab ile azablandırır."
17- Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur.(31) Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, (Allah) onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acıklı bir azab ile azablandırır.
18- Andolsun, Allah, sana o ağacın altında (32) biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir(33) ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılığı) olarak vermiştir;
19- Ve alacakları birçok ganimetleri de.(34) Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

AÇIKLAMA

30. Burada "ev yuslimune" lafzından iki mana kastediliyor: 1) Onlar İslam'ı kabul etsinler, 2) Onlar İslam idaresine itaati kabul etsinler.
31. Cihada geçerli bir özrü dolayısıyla katılamayanlar, bundan dolayı sorumlu tutulamazlar. Ama güçlü, kuvvetli, sapasağlam insanlar birtakım bahaneler uydurarak yerlerinden kıpırdamazlar, cihada katılmazlarsa, Allah ve dini konusunda samimi kabul edilemezler. Ve onlara İslam toplum düzeni içinde olmanın menfaatlerinden devamlı faaydalanmaları fırsatı verilemez. Ama İslam uğruna can feda etme sırası gelince müslümanlar İslam cemiyeti içinde bu adamların da can ve mallarını korurlar. Burada şunu iyi bilmek gerekir ki şeriat iki cins insanın cihada iştirak etmemesini mazur görmüştür.
1) Bedeni sebebler nedeniyle savaşamayacak durumda olanlar: Mesela, küçük yaştaki çocuklar, kadınlar, deliler, körler, savaşamayacak sakatlıkları (el-ayak) olanlar.
2) Çeşitli makul sebeplerden dolayı cihada katılması imkansız olanlar: Mesela, köleler, savaşmaya hazır oldukları halde silah ve diğer mühimmatı elde edemeyenler veya kısa süre içinde borcunu ödemek mecburiyetinde olup alacaklısının ödeme süresini uzatmadığı kimseler, bakıma muhtaç anne-babası olanlar. Burada şunu da açıklamak gerekir; eğer çocuklarına muhtaç olan anne-baba müslüman ise, evladı onlardan izin almadan cihada katılmamalıdır. Ama eğer kafirlerse onların engellemesinden dolayı hiçbir kişinin cihada katılmaması caiz olmaz.
32. Burada yine Hudeybiye'de Sahabe-i Kiram'dan alınan biattan bahsedilmektedir. Bu biat'a Rıdvan biatı (gönül hoşluğuyla yapılan biat) denilmiştir. Nitekim Allah (c.c) bu ayette bu tehlikeli durumda canlarını feda etmekte zerre kadar tereddüd etmeyen ve Peygamber'in eli üzerine Allah yoluna başkoyduklarını bildiren biatlarını yaparak sapasağlam bir imana sahip olduklarını açıkça ispat eden o insanlardan memnun ve razı olduğunu müjdelemiştir. Müslümanların üzerinde sadece birer kılıç vardı. O zaman sadece 1400 kişiydiler, üzerlerinde savaş kıyafeti değil, ihram bezi vardı. Savaş karargahları Medine'den 250 mil uzaklıktaydı. Eğer bu insanların Allah, Peygamberi ve dini konusundaki samimiyetleri biraz az olsaydı, bu son derece tehlikeli durumda Peygamber'i tek başına bırakırlar ve İslam mücadelesi de artık ebedi olarak sona ermiş olurdu. İçlerindeki iman ve ihlaslarından başka hiçbir güç onları bu biata mecbur edemezdi.
Onların böyle bir durumda Allah'ın dini uğruna ölmeye ve öldürmeye hazır ve amade olmaları imanlarında ne derece sağlam ve halis olduklarına, Allah Rasulü'ne vefada en üst dereceye ulaşmış olduklarına açık bir delildir. Allah'ın memnuniyetini ve rızasını bildiren bir belge niteliğindeki lütfu bu ayetle verildikten sonra, herhangi biri bunlara öfke duyar veya onlara dil uzatırsa, bu kimselerin karşı çıkışı onlara değil Allah'adır. Bunun üzerine "Allah bu kişilere rızasını gösterdiği sırada samimi idiler, ama daha sonra aynı kişiler Allah ve Rasulü'ne vefasızlık ettiler" diyenler, Allah'a sû-i zan'da bulunmaktadırlar. Allah bu ayeti indirdiği sırada onların geleceğini bilmiyor muydu da sadece o günkü durumlarını görerek bu övgüyü onlara lutfetti. Altında biat yapılan ağaçla ilgili olarak Hz. Nafi Mevya b. Ömer'in şu rivayeti çok yaygınlaşmıştır: "İnsanlar sürekli bu ağacı ziyaret ederek altında namaz kılmaya başlamışlardı. Hz. Ömer bunu duyunca bu insanları azarladı ve o ağacı da kestirdi. (Tabakat-ı Sa'd c. II, s. 100) Fakat buna ters düşen çeşitli rivayetler de vardır. Yine Hz. Nafi'den olmak üzere Tabakat-ı İbn Sa'd'da şöyle bir rivayet vardır: "Biat-ı Rıdvan'dan birkaç sene sonra Sahabe-i Kiram bu ağacı aradılar, fakat o zaman diğer ağaçlardan ayırıp bulamadılar. Hatta bu konuda "O ağaç hangisiydi" diye ihtilafa düştüler." (s. 105)
İkinci rivayet Buhari, Müslim ve Tabakat-ı İbn Sa'd'dan Hz. Said İbn el-Müseyyeb'in rivayetidir. O der ki: "Babam Biat-ı Rıdvan'a katılmıştır. O bana dedi ki "İkinci sene biz kaza Umresi için gittiğimizde o ağacı aradık, fakat yerini unutmuşuz, bir hayli aramamıza rağmen onu bulamadık."
Üçüncü bir rivayet de İbn Cerir'inkidir. O der ki: Hz. Ömer kendi hilafeti sırasında Hudeybiye'den geçerken altında biat yapılan ağaç nerededir diye aradı. Bir kısmı "falan ağaç" dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer "Bırakın, uğraşmaya ne lüzum var" dedi.
33. Burada huzur ve sükunetten maksat; büyük ve yüce bir gaye uğruna telaşsızca, tam bir sükun ve itminan içerisinde kendini tehlikeye atan ve hiçbir korku ve ürkeklik göstermeden sonucu ne olursa olsun bi işi mutlaka yapmalıyım şuuruyla karar verebilen insanın ruh ve kalb halidir.
34. Bu, Hayber fethine ve oradan elde edilecek ganimet mallarına işarettir. Ve bu ayet açıkça Allah'ın lütfu ve bağışı sadece Biat-ı Rıdvan'a katılan insanlara has kıldığını belirtmektedir. Onların dışındakilerin bu fethe ve ganimetlere ortak olmaya hakları olmadığını bildirmiştir. Bu emirle yola çıktığı sırada sadece bu kişileri yanına aldı. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a) kabilelere de Hayber'in ganimet malından bir miktar hisse ayırdı. Fakat o hisse ya devlet hazinesine ait 1/5 içindendi veya Biat-ı Rıdvan'a katılan sahabenin rızası alınarak verilmişti. Hiç kimseye bir hak olarak bu maldan verilmemişti.