14- İman edenlere de ki: Allah'ın, gelecek azab gününden korkmayanları(18) (şimdilik) bağışlasınlar ki Allah onların yaptıklarını cezalandırsın.(19)
15- Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük yaparsa, artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz.
16- Andolsun, biz İsrailoğullarına Kitap, hüküm (20) ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık ve onları alemlere karşı üstün kıldık.(21)
17- Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'hakka tecavüz ve azgınlıktan' dolayı ihtilafa düştüler.(22) Şüphesiz senin Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
AÇIKLAMA
18. "Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanlar" ifadesinde geçen "eyyam" (günler) kelimesi, Araplar tarafından önemli (tarihi) günlere atfen kullanılıyordu. Sözgelimi "Eyyamul-Arab" (Arab'ın günleri) ifadesi, Araplar tarafından kendi tarihlerinde asırlardır hafızalarda kalan önemli hadiseler ve meşhur savaşlar için kullanılır.
Aynı şekilde yukarıdaki ayette de "Eyyamullah" ifadesi kullanılmak suretiyle bir toplumun vuku bulan feci akibeti, yani Allah'ın gazabı sonucunda helak olduğu günler hatırlatılmaktadır. "Allah'ın günlerinin geleceğini ummazlar", yani Allah'dan kötü günlerin gelmeyeceğini düşünür, dolayısıyla hiç korkmazlar ve gaflet içinde yaşarlar. Bu yüzden de zulüm ve haksızlık yapmaktan çekinmezler.
19. Müfessirler, bu ayete iki şekilde anlam vermişlerdir ve ayet bu her iki anlama da gelebilir. Birincisi, "Mü'minler, Allah'ın kendilerini daha fazla mükafatlandırması için, onların zulümlerine sabretsinler", İkincisi, "Mü'minler kafirlerden intikam almasın ve intikam almayı Allah'a bıraksınlar."
Bazı müfessirler bu ayeti mensuh kabul etmişlerdir. Onlara göre bu emir müslümanlara savaşma izni gelmeden önce geçerliydi. Ancak ayette kullanılan ifadeyi dikkate alırsak, ayetin mensuh kabul edilmesinin gerekmeyeceği sonucuna varırız. Çünkü ayette "Tahammül etsinler" denilmemiş "Sabretsinler, bağışlasınlar" denilmiştir. Yani, intikam alma kudretinde olmalarına rağmen intikam almasınlar. Zira onlar intikamcı bir ahlaka sahip değillerdir. Görüldüğü gibi burada savaşıp savaşmamak sözkonusu edilmemiştir. Elbette müslüman bir devlet, makul sebebleri varsa kafirlere savaş açabilir, ancak yukarıda zikredilen ayette, intikam almaktan vazgeçilmesinin ve bağışlama yolunun tutulmasının emrolunması genel şartlara mahsusen verilmiştir. Yani, müslümanlar, kafirlerin dillerinden, kalemlerinden veya herhangi bir vasıtayla yaptıkları suçlamalardan zarar görürlerse bu ahlaksız ve düşüncesiz insanların seviyelerine inmek suretiyle, kendi yüksek vasıflarına zarar vermesinler. Ve onların işini Allah'a bıraksınlar. Çünkü, müslümanlar bu işi kendileri yapmaya kalkışırlarsa, Allah da onları kendi halleriyle başbaşa bırakır. Fakat müslümanlar kendilerine eziyet eden bu zalimlerin karşısında sabrettikleri takdirde, Allah o zalimlerin hesabını bizzat kendisi görür ve sabreden müslümanları mükafatlandırır.
20. "Hüküm" kelimesiyle üç husus kastolunmuştur: 1) Kitab'ın bilgisi, idrak ve feraset, 2) Kitab'a göre davranmanın hikmeti, 3) Muamelatta muhakeme yeteneği.
21. Bu, İsrailoğulları'nın insanlar üzerinde daimi olarak üstün kılındığı anlamına gelmez. Burada İsrailoğulları'nın o dönemde Allah'a hizmet için seçildikleri ve insanlara Hakkı tebliğ etmeleri için Kitab'ın taşıyıcıları oldukları anlatılmaktadır.
22. İzah için bkz. Bakara an: 230, Âl-i İmran an: 17-18, Şuara an: 22-23.