31- Ve dediler ki: "Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?"(30)
32- Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükseltkik.(31) Senin Rabbinin rahmeti, onların toplayıp-yığmakta olduklarından daha hayırlıdır.(32)
AÇIKLAMA
30. "İki şehir" ile Mekke ve Taif kastolunmaktadır. Kafirler, şöyle bir iddia ileri sürüyorlardı: "Allah, gerçekten bir kitap gönderecek olsaydı, Mekke ve Taif gibi iki büyük şehrin ileri gelenlerinden birine gönderirdi. Peygamber olacak hiçkimse kalmadı da, Muhammed gibi dünyaya yetim gelmiş, servet sahibi olmayan, gençliğini çobanlıkla geçirmiş, şimdi de zengin hanımının mal varlığına dayanarak geçimini temin eden ve kabilesinin ileri gelenlerinden de olmayan birine mi peygamberlik geldi? Mekke'den Velid b. Muğire, Utbe b. Rebia gibi şöhretli insanlar veya Taif'den Urve b. Mesud, Habib b. Amr, Kinane b. Abdu Amr veya İbn Abdiyaleyl gibi önderler, peygamberliğe Muhammed'den daha layık değil midirler?" Kafirler böyle bir iddia ile karşı çıkmadan önce, bir insanın peygamber olacağını bile tahayyül edemiyorlardı.
Fakat Kur'an, tüm peygamberlerin insan olduğunu ve ancak bir insanın peygamberlikle görevlendirilebileceğini, peygamberlerin de nihayet bir insan olduğunu ve dolayısıyla onun da diğer insanlar gibi çarşılarda gezmesinin, çoluk-çocuk sahibi olmasının ve yiyip içmesinin normal karşılanması gerektiğini beyan edip onların iddiasını çürütünce, (bkz. Nahl: 43, İsra: 94, 95, Yusuf: 109, Furkan: 7, 20, Enbiya: 7, 8, Rad: 38) bu sefer kafirler, "Şayet peygamberler insanlar arasından seçiliyorsa, niçin servet sahibi, meşhur, etkili ve önemli şahsiyetler değil de, Abdullah'ın oğlu Muhammed böyle bir göreve layık görülüyor" demeye başladılar.
31. Kafirlerin bu iddiasına kısa bir cümleyle cavap verilirken, ayrıca pekçok konuya da temas edilmiştir. Birincisi, "Allah'ın nimetlerini paylaştırma yetkisi onlara ne zaman verilmiştir? Biz, kime hangi rahmeti vereceğimizi onlara mı soracağız?" (Burada rahmet kelimesiyle, herkesin nasibini alacağı Allah'ın umumi rahmeti kastolunuyor.) İkincisi, "Nübüvvet gibi çok büyük bir nimeti değil, küçük nimetleri bile vermek sadece Allah'ın elindedir. Ve O'nun, tasarrufunda hiçbir ortağı yoktur. Nitekim, O, kimini güzel, kimini çirkin yaratırken, kimine hoş bir ses verir, kimine de kötü. Birini kuvvetli, diğerini zayıf, birini zeki, bir diğerini ise aptal yaratır. Kimine kuvvetli bir hafıza verirken, kimini unutkan, kimine sıhhatli bir beden nasip ederken, diğerini felce uğratır veya kör ya da sağır yapar. Bir kimseyi zengin bir ailede, diğerini ise fakir bir ailede, ya da kimini gelişmiş bir toplumda kimini de ilkel bir toplumda dünyaya getirir. Allah'ın takdir ettiği bu zorunluluklara ister istemez herkes tabi olmaya mecburdur ve bu gerçeği kimse değiştiremez. Ayrıca rızk, kuvvet, izzet, şöhret, şeref, servet ve iktidar gibi nimetleri insanlar arasında paylaştırmak sadece Allah'ın elindedir (tasarrufundadır) , Allah, kimi dilerse onu yüceltir, kimi dilerse onu alçaltır. Allah'ın yücelttiği kişiyi kimse alçaltamaz. O'nun alçalttığını da tüm dünya bir araya gelse yüceltemez. Sonuçta, Allah'ın takdirine karşı alınmış tüm tedbir ve çabalar boşa çıkmaya mahkumdurlar. O halde bunlar kim oluyorlar da, kainatın yegane hakimi olan Allah'ın bu taksimine itiraz ediyorlar?"
32. Ayette geçen "Rabbinin rahmeti" ifadesiyle, hususi rahmet, yani "Nübüvvet" kastedilmektedir. Şöyle ki, "Servet ve şöhret sahibi kimseler! Siz, Abdullah'ın oğlu Muhammed'e verdiğim bu rahmete (nimete) layık değilsiniz. Bu nimet, sahip olduğunuz servetinizden çok daha yüksek bir değere sahiptir ve bu nimete layık olmanın şartları farklıdır. Zihninizde taşıdığınız "Servet sahibi zengin kimseler peygamberliğe layıktır" şeklindeki düşünce, sizlerin ne kadar dalâlet içinde olduğunuzu göstermektedir. Oysa, Allah'ın indinde peygamberliği hak kazanmanın çok farklı ölçüleri vardır. Dolayısıyla Allah, sizlerin bu sapık düşüncelerine iltifat etmez."