33- Eğer dileyecek olsa, rüzgârı durdurur, böylece onlar da onun üstünde kalakalırlar. Hiç şüphe yok, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse(53) için gerçekten ayetler vardır.
34- Ya da kazanmakta oldukları dolayısıyla onları yok eder, bir çoğunu da affeder.
35- (Öyle ki) Ayetlerimiz hakkında mücadele edenler, kendileri için hiç bir kaçacak yer olmadığını bilip-öğrensinler.(54)
36- Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaıdır.(55) Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir.(56) (Bu da) İman edip Rablerine tevekkül edenler içindir;(57)

AÇIKLAMA

53. Burada "Sabır" kavramı, "İnsanın kendi nefsini kontrol altında tutması, her halukârda Allah'a ibadet etmesi ve imanının üzerinde ısrarla diretmesi" anlamında kullanılmıştır. Yani kişinin iyi günlerinde Allah'ı unutup isyan etmemesi ve başkalarına zulmetmemesi gerekir.
"Şükr" kavramı ise burada, "insanın başarıya ne kadar erişirse erişsin, başarısını kendi marifeti kabul ederek kibirlenmemesi, bilakis onu Allah'ın bir lütfu sayması ve kötü günlerde dahi Allah'ın nimetlerine hamd etmesi" anlamında kullanılmıştır. Yani kişi iyi ya da kötü her halukârda Allah'a şükretmelidir.
54. Kureyşliler, ticaret amacıyla Hindistan'a ve Afrika'nın sahil ülkelerine kayık ve gemilerle yolculuklara çıkıyorlar ve sürekli tufan ve fırtınanın çıktığı Kızıl Deniz'den geçiyorlardı. Tufan ve fırtınanın yanısıra, denizin altında bulunan kayalara her an çarpıp parçalanma tehlikesi sözkonusuydu. İşte Allah burada, Kureyşlilerin hergün görüp karşılaştıkları manzaraların bir tablosunu çizmektedir.
55. Yani, bu dünya, bir insanın şımararak böbürlenmesini gerektirecek bir şey değildir. Örneğin bir kimsenin ne kadar çok malı ve serveti olursa olsun, kendisinin belli bir miktarın üstünde onlardan istifade etmesinin mümkün olmadığı gibi, o kimse herşeyini bu dünyada bırakarak ayrılır ve buradan elleri boş gider. Dolayısıyla bu gerçeği idrak eden bir kimse, artık şımarıp böbürlenmez.
56. Yani, bu gerçek servet (cennet) daha hayırlı ve daha süreklidir. Üstlik bu servette bir eksiklik te olmayacaktır.
57. 'Tevekkül" burada imanın bir cüzü olarak nitelenmekte ve ahiretin kazanılmasının bunun başarılmasıyla mümkün olacağı ifade edilmektedir. Tevekkül şu anlamlara gelir:
Birincisi, insanın, Allah'ın yol göstermesine (hidayetine) tam bir teslimiyetle güvenip, dayanması ve O'nun tüm hakikatı bildiğine inanmasıdır. Ahlâki kaideler, helâl ve haramın sınırları, yeryüzünde yaşamanın kural ve prensipleri, kısaca Allah'ın koyduğu tüm kanunların hak olduğunu bilmek ve onları uygulamakla insan felaha ulaşır.
İkincisi, insan Allah'tan başkasına tevekkül etmemeli, kendi kuvvet, kabiliyet ve imkanlarına güvenmemelidir. Ancak insan dünyada da, ahirette de başarının sadece Allah'ın yardım ve inayetiyle olacağına inanmalıdır. Bir kimsenin Allah'ın yardım ve inayetini elde edebilmesi için de, ancak O'nun için çalışması ve O'nun koyduğu kurallara uyması gerekir.
Üçüncüsü, Allah'ın va'd ettiği şeyler, ancak Allah'a tevekkül edip, iman eden ve salih amel işleyen kimseleredir. Tevekkül eden kimseler, batıl yollarda ne kadar çok çıkarları olursa olsun, yine de o yolları terk eder ve Allah'a tevekkül edip, Allah'ın helâl yollarında rızıklarını ararlar, bu yüzden sıkıntılarla karşılaşsalar bile hak yolda yürümekte ısrar ederler. İşte bundan, iman ile tevekkülün birbirlerine ne kadar bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Sadece iman ettiğini söylemek, ancak, Allah'a tevekkül etmeden ve helâl haram sınırını hesaba katmadan rızık kazanmaya çalışmak, Allah'ın yukarıdaki va'dini elde etmeye yetmez.