5- (Kur'an) Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah') ın indirmesidir.(3)
6- Babaları uyarılıp-korkutulmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarıp-korkutman için (gönderildin) .(4)
7- Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık onlar inanmazlar.(5)
8- Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır.(6)
9- Biz onların önlerinde bir sed, arkalarında da bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler.(7)
AÇIKLAMA
3. Burada Kur'an'ı inzal eden Allah'ın iki sıfatı beyan edilmiştir. Birincisi, Galib ve Kuvvetli, ikincisi Rahim, yani merhametli. Birinci sıfatın beyan edilmesinin nedeni, sözkonusu tebliğ ve nasihatın, sizler onu inkar ettiğinizde aciz bırakılabileceğiniz güçsüz birinden sadır olmamasıdır. Bilakis bu mesaj, herşey üzerinde galip olan kâinatın sahibindendir. O'nun emirlerine kimse karşı koyamayacağı gibi, hiçbir kimse O'ndan kaçıp kurtulamaz. İkinci sıfatın zikredilmesinin nedeni ise, Allah'ın merhametinden ötürü, hidayete ermeniz, dünya ve ahirette başarıya ulaşmanız için, sizlere Kitab ve Peygamber göndermesidir.
4. Bu ayete iki şekilde anlam vermek mümkündür. Birincisi bizim mealde verdiğimiz anlamda. Diğeri ise "gaflet içinde kalmış atalarının uyarıldığı gibi bu toplumu da uyarın" şeklinde. Birinci anlamı kabul ettiğimiz takdirde ayetin şu şekilde anlaşılması mümkündür: "Daha önceden birçok peygamber gelip geçmesine rağmen, bunların yakın zamandaki baba ve dedelerine peygamber gelmemişti. Dolayısıyla bunlar daha önceki nesillere gelen talimatları unuttuğu için, yeniden tebliğde bulunun."
Her iki anlam da doğrudur. Ancak burada akla şöyle bir soru gelebilir: "Bunca zaman içinde kendilerine bir uyarıcı gelmediği halde bu insanlar nasıl sorumlu tutulabilir?" Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Allah'ın bir topluma gönderdiği peygamberin talimatları uzak bölgelere kadar yayılır ve onun getirdiği ışık yanmaya devam ederse, yeni bir peygamberin gönderilmesine gerek yoktur. Fakat onun getirdiği ışık ne zaman söner ve izleri yok olursa, işte o zaman Allah yeni bir peygamber gönderir. Bir peygamberin talimatları diri ve net olarak kaldığı sürece, o dönem bir peygamber olmaksızın geçti denemez. Araplara Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Şuayb, Hz. Musa, Hz. İsa gibi peygamberler gelmiş, ayrıca onların talimatlarını yinelemek için Arabistan'a içeriden ve dışarıdan gelenler olmuştur. Bundan, Araplar arasında bu "mesaj"ın bilindiği anlaşılıyor. Ancak mesajın izleri kaybolmaya yüz tutup hurafeler ile karıştığında, Hz. Muhammed (s.a) Allah'ın izniyle peygamber seçilmiştir. Böylece Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliği ile birlikte gelen mesajın kaybolmayacağı ve hurafelerle karışmayacağı garanti edilmiştir. (İzah için bkz. Sebe an: 5) .
5. Burada kesinlikle iman etmemeye karar vermiş ve Rasûlullah'ın (s.a) her dediğine karşı çıkma durumunda olan kimselere işaret olunmaktadır. Onlar hakkında "azabı hak ettiler ve artık, iman etmezler" şeklinde karar verilmiştir. Bundan şöyle bir anlam çıkar: Hz. Peygamber (s.a) gerektiği şekilde tebliğ yapmış olduğu halde yine de inkarlarında diretirlerse şayet, Allah bu inatlarından ötürü onlara iman nasip etmez. Aynı konu ileride şu şekilde açıklanmıştır: "Sen ancak zikre uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin." (Yasin: 11)
6. "Boyun halkası" ifadesi ile onların hakkı kabullenmelerine engel olan inatları kastedilmiştir. "O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır ve bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır" ifadesiyle de tekebbür göstererek kasıldıkları anlatılmak isteniyor. Allah, inatçılıkları dolayısıyla onların boyunlarına, kibir ve büyüklenme halkası geçirmiştir, ne kadar delil getirilirse getirilsin hakikati göremezler ve apaçık delilleri bile kabul etmezler.
7. "Önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çektik" ifadesi ile onların yapılarındaki inat ve kibir dolayısıyla geçmiş olaylardan ders almadıkları gibi, geleceklerini dahi hiç düşünmedikleri kastolunuyor. Çünkü taassub, onların her yanını kapladığı ve yanlış düşünceleri gözlerine perde olduğu için, apaçık hakikatleri görememektedirler. Şayet selim bir fıtrata sahip olsalardı, bu hakikatleri görebilirlerdi.