11- Allah muhakkak iman edenleri de bilmekte ve muhakkak münafıkları da bilmektedir.(16)
12- Küfre sapanlar, iman etmekte olanlara dedi ki: "Siz bizim yolumuzu izleyin, sizin hatalarınızı biz yüklenelim."(17) Oysa kendileri, onların hatalarından hiç bir şeyi yüklenecek değiller.(18) Gerçekten onlar, elbette yalancılardır.
13- Şüphesiz onlar, hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle birlikte başka yükleri de yüklenecekler(19) ve kıyamet günü, düzüp uydurmakta olduklarına karşı sorguya çekileceklerdir.(20)
14- Andolsun, biz Nuh'u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik(21) o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı.(22) Sonunda onlar zulmetmekte devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.(23)

AÇIKLAMA

16. Yani, "Allah müminlerin imanının ve münafıkların nifakının ortaya çıkması ve kalplerde gizli olanların açığa çıkması için defalarca imtihan fırsatları öne sürer." Aynı noktaya Al-i İmran Suresi 179. ayette de değinilmiştir. "Allah müminleri, sizin üzerinizde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. O muhakkak pisi temizden ayıracaktır."
17. Onların anlatmak istedikleri nokta şuydu: "Bir kere, öldükten sonra dirilme, ahiret ve hesap günü gibi şeylerden bahsetmek tamamen anlamsız. Fakat insanların yaptıklarından hesap verecekleri bir öte -dünya olduğunu kabul etsek bile, biz sizin cezanızı, vs. yükleneceğimize dair size söz veriyoruz. Bu nedenle bizi dinlemeli, bu yeni inançtan vazgeçmeli ve atalarımızın dinine dönmelisiniz." Rivayet edilen hadislere göre Kureyş'in ileri gelenlerinden birçoğu başlangıçta İslâm'ı kabul eden kimselere böyle tavsiyelerde bulunuyorlardı. Hz. Ömer müslüman olduğunda, Ebu Süfyan ve Harb bin Umeyye bin Halef, ona gelip aynı şeyleri söylemişlerdi.
18. Yani, "Bir kimsenin, Allah huzurunda, başka birisinin yükünü yüklenmesi ve böylece asıl günahı işleyeni cezadan kurtarması mümkün değildir, çünkü orada herkes kendi yaptıklarının hesabını verecektir. "Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez." (Necm: 38) Fakat böyle olabileceğini kabul etsek bile, kafirleri cezalandırmak için alev alev yanıp hazır bekleyen cehennemi görünce, hiçkimse dünyada verdiği sözünde durmak amacıyla: "Ya Rabbi, bu adamı bağışla ve Cennet'e gönder; o benim tavsiyem üzerine sapıttı; ben hem onun, hem de benim inkârımız için cezamı çekmek üzere cehennemde yanmayı kabul ediyorum." demek cesaret ve cüretini gösteremeyecektir."
19. Yani, " Onlar her ne kadar başkalarının günahlarını yüklenmeyeceklerse de, iki katı bir azap yüklenmekten kurtulamayacaklardır. Birincisi kendi sapıklıklarının sorumluluğu, ikincisi ise önderlik edip saptırdıkları kimselerin yükü. Bu durum bir örnekle açıkça anlaşılabilir. Bir kimse hırsızlık yapar, bir başkasına da bu işte kendisine yardım etmesini teklif eder. Eğer teklif ettiği kimse de hırsızlıkta rol almışsa, hiç bir hakim, suçu başkasının teşvikiyle işledi diye onu serbest bırakmaz. Her ne olursa olsun o yaptığı hırsızlık nedeniyle cezalandırılacaktır; adalete dayanan hiç bir kanuna göre onu serbest bırakıp, onun yerine ilk önce onu hırsızlığa teşvik eden kişiyi cezalandırmak adil ve haklı bir karar değildir. Bununla birlikte birinci hırsız iki suç nedeniyle cezalandırılacaktır:
Birincisi hırsızlık yapmak, ikincisi kendisinin yanısıra bir başkasını da hırsız olmaya teşvik etmek. Bu ilke Kur'an'ın bir başka yerinde de şöyle ifade edilmiştir. " Onlar kıyamet günü hem kendi veballerini tam olarak yüklenirler, hem de bilgisizce saptırdıkları kimselerin veballerinden bir kısmını." (Nahl: 25) Aynı ilke Rasulûllah'ın (a.s) şu hadisinde de ortaya konmaktadır: "Başkalarını doğruluğa çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Bununla beraber onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Sapıklığa çağıran kimseye de ona uyanların günahı gibi günah verilir. Bununla beraber ona uyanların günahlarından hiçbir şey eksilmez. " (Müslim)
20. "Uydurdukları şeyler": kafirlerin şu sözleriyle ifade etmek istedikleri tüm gerçek dışı şeyleri kapsar: " Bizim yolumuzdan gidin, o zaman biz sizin bütün günahlarınızı yükleneceğiz. " Aslında kafirler bu sözü, şu iki varsayıma dayandırmaktadırlar: 1) Kendi tabi oldukları şirke dayalı inanç doğrudur ve Hz. Muhammed'in (s.a) iddia ettiği tevhid inancı yanlıştır. Bu nedenle reddedilmesinde bir beis yoktur. 2) Öldükten sonra dirilme yoktur ve bir müslümanı küfürden alıkoyan ahiret inancı asılsızdır. Bu zanlara dayanarak kafirler müminlere şöyle bir tavsiyede bulunuyorlardı: " Tamam eğer siz küfrün bir günah olduğunu ve günahtan hesaba çekileceğiniz bir ahiretin varolduğuna inanıyorsanız, biz sizin bu günahınızı üzerimize almayı kabul ediyoruz. Bunu bize bırakın ve Muhammed'in dininden vazgeçip atalarınızın dinine dönün." Bu teklifte iki yanlış nokta daha yeralmaktadır: 1) Başkasının teşvikiyle bir suç işleyen kimsenin tamamen sorumluluklarından uzak olduğuna ve tüm sorumluluğun o suça teşvik edene ait olduğuna ilişkin inançları; b) Kıyamet gününde kendi teşvik ve tavsiyeleri nedeniyle yoldan çıkanların sorumluluğunu gerçekten üzerlerine alabileceklerine dair verdikleri asılsız vaad. Çünkü kıyamet günü geldiğinde ve beklentilerinin aksine cehennemi gördüklerinde, kendi küfürlerinin cezasını ve dünyada yanlış yola düşürüp saptırdıkları kimselerin günahlarının tümünü yüklenmeye hiç de hazır olamayacaklardır.
21. Karşılaştırma için bkz. Al-i İmran: 33-34, Nisa: 163, En'am: 84, A'raf: 59-64, Yunus: 71-73, Hud: 25-48, Enbiya: 76-77, Müminun: 23-30, Furkan: 37, Şu'arâ: 105-123, Saffat: 75-82, Kamer: 9-15, Hâkka: 11-12, Nuh: (surenin tümü) .
Bu kıssaların burada niçin anlatıldığını anlayabilmek için surenin ilk ayetlerini gözönünde bulundurmalıyız. Orada, bir taraftan kafirlere: "Biz sizden önceki bütün kafirleri de imtihana çektik" denmiş, diğer taraftan bu günahkâr kafirler: "Bizden kaçıp sıvışabileceğinizi sanarak aldanmayın," diye uyarılmışlardı. İşte bu iki noktayı vurgulamak amacıyla burada bu tarihî kıssalar anlatılmaktadır.
22. Bu, Hz. Nuh'un (a.s) 950 yıl yaşadığı anlamına değil, onun peygamber tayin edilmesinden Tufan'a kadar 950 yıl boyunca günahkâr halkını ıslah etmeye çalıştığı ve bu kadar uzun bir süre işkencelere maruz kaldığı halde cesaretini yitirmediği anlamına gelir. Kıssanın burada anlatılış amacı da budur. Müminlere şöyle denmektedir: "Siz kafir düşmanlarınızdan en fazla 6-7 yıldır işkence ve baskılar görüyorsunuz. Dokuzyüzelli yıl boyunca sürekli zorluk ve işkencelere cesaretle göğüs geren kulumuzun sebat, kararlılık ve sabrını bir düşünün!"
Kur'an ve Kitab-ı mukaddes, Hz. Nuh'un (a.s) yaşı hakkında ihtilaf eder. Kitab-ı mukaddes Nuh'un (a.s) 950 yıl yaşadığını söyler. Tufan vuku bulduğunda 600 yaşındaydı ve Tufan'dan sonra üçyüzelli yıl daha yaşadı. (Tekvin, 7:6 ve 9:28-29) . Fakat Kur'ân'a göre Hz. Nuh (a.s.) en azından bin yıl yaşamış olmalı, çünkü dokuzyüzelli yıl onun Tufan'dan önce peygamber olarak görevini ifa etmekle geçirdiği dönemdir. Tabii ki olgunluğa eriştikten sonra peygamber tayin edilmiş ve Tufan'dan sonra da bir müddet yaşamış olmalıdır. Bazılarına göre bu kadar uzun bir hayatın kabul edilmesi imkânsızdır. Fakat Allah'ın yarattığı şu dünyada garip olaylar seyrek değildir. İnsan nereye baksa O'nun kudretinin olağanüstü işaretlerine şahit olur. Bazı olayların veya şeylerin hep belli bir şekilde ve her zamankinden farklı bir şekilde meydana gelemeyeceğini göstermez. Bu faraziyeleri kırmak için evrenin her tarafında her tür yaratıkta meydana gelmiş bir sürü olağanüstü olaylar listesi vardır. Aslında Allah'ın herşeye kadir olduğu konusunda apaçık bir fikre sahip olan bir kimse, ölümü ve hayatı yaratan Allah'ın birisine bin veya daha fazla yıl hayat bahşetmesinin imkânsız olduğu şeklinde bir yanlış fikre sahip olamaz. Gerçek şu ki, insan kendi istek ve dileğiyle bir an bile yaşayamaz, fakat Allah dilerse onu dilediği kadar uzun süre yaşatabilir.
23. Yani, onlar hâlâ zulüm ve günahlarında ısrar ederlerken Tufan meydana geldi. Eğer onlar Tufan'dan önce ondan vazgeçmiş olsalardı, Allah onlara bu azabı göndermezdi.