32- İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır.(38) Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?(39)
33- Böylece Rabbinin sözü o fıska sapanlar üzerinde (şöyle) gerçekleşmiştir ki: "Onlar gerçekten iman etmezler."(40)
34- De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?"(41) De ki: "Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?"(42)
35- De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mıdır?"(43) De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?"
36- Onların çoğunluğu zandan(44) başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.
37- Bu Kur'an, Allah'tandır, başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak o, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır.(45) Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.

AÇIKLAMA

38. Yani, "Bizzat kendiniz gerçek Rezzak'ınız, Melik'iniz ve Rabbinizin Allah olduğunu, gerçek İlahınızın O olduğunu ve kulluğunuzu, ibadetinizi O'na nisbet ettiğinizi teslim ediyorsunuz. Şu halde nasıl oluyor da O'na ortaklar koşuyorsunuz."
39. Şu akıldan çıkarılmamalıdır ki, ortaya sürülen sorular genel kitleye hitab etmektedir. Bu yüzden "niye o zaman dönüyorsunuz?" diye sorulmamakta "peki nasıl döndürülüyorsunuz?" biçiminde sorulmaktadır. Bu edilgen biçim açıkça gösteriyor ki, halkı doğru yönden yanlış yola çeviren bir kimse (ya da kimseler) vardır. Halka böyle bir uyarıda bulunulmasının nedeni budur: "Niçin körü körüne sizi yanlış yola sevkedenlere tabi oluyorsunuz? Niye kullanmıyorsunuz sağduyunuzu? Allah hakkındaki gerçeği bizzat teslim ettiğinizde ne diye döndürüldüğünüz, yoldan çevrildiğiniz gerçeği üzerinde de kafa yormuyorsunuz?
Bu soru, Kur'an'ın birçok yerinde gerçeği halkın önüne koymak için sorulmaktadır. Fakat her seferinde de edilgen şekil kullanılmakta ve geri planda kalan bir takım saptırıcılar vurgulanmaktadır. Böylece onların peşinden gidenlerin meseleyi serinkanlı ve afaki biçimde değerlendirmeleri sağlanmaktadır. Bu usul aynı zamanda bir propagandaya alet olmuş kimseler için değerli bir nasihat biçimidir de. Saptırıcıların isimlerini devreden çıkarmak suretiyle Kur'an onların ellerindeki oldukça güçlü bir silahı da almış olmaktadır. Böylece takipçi çoğunluk, hürmet ettikleri liderlerin bir tahrif ve eleştiri hedefi haline getirilmesi için teşvik edilmektedir.
40. Yani, "Rabbinin kelimesi gerçekleşmiş oldu ki, kafalarına hiç bir şekilde inanmayacaklarını koymuş olanlar hakikat önlerine ayan beyan delillerle konmuş olsa da inanmazlar."
4l. Şu belirtilmeli ki, buradaki ve müteakip ayetlerdeki mukabil cevaplar, daha önceki ayetlerdeki mukabil cevapların aksine peygamberin ağzından verilmektedir. Çünkü müşrikler yaradılışın Allah tarafından başlatıldığına ve ilahlarının bunda hiçbir dahli bulunmadığına inanıyorlar ve bu yüzden inkar edemiyorlardı. Onların teslim etmedikleri şey yaradışın iadesi (yani tekrarı) idi.
Çünkü ölümden sonrdaki hayatı başka türlü red edemezlerdi. Oysa yaradılışı başlatan Allah'ın onu tekrar iade edip yeniden başlatabileceği gerçeği apaçık ortadaydı ve yaradılışı başlatamayanlar onu iade de edemezlerdi. İşte Hz. Rasul'ün (s.a) ağzından Allah'ın yaradılışı başlattığı ve tekrar iade edebileceği şeklinde apaçık ve meydan okuyan bir cevabın verilmesinin nedeni budur.
42. Bu mesele onlara şirk öğretisinin ne kadar budalaca olduğunu göstermek üzere ortaya konmuştur. Delil şudur: "Allah başlattı ve yeniden başlatmaya da kadirdir. Deki sizin şirk koştuğunuz ilahlar arasında bunu yapabilecek olan var mı? Biraz düşünseniz anlayacaksınız ki, taptığınız, kulluk ettiğiniz ve ta'zim gösterdiğiniz ilahlar için herhangi bir iddiada bulunmak üzere hiçbir açık kapı bulunmamaktadır."
43. Bu, şirk doktrinini reddedip Tevhid'i ikame etmek üzere ortaya atılmış bir dizi sorudan biridir. Bu soru bir adım daha atarak, insanın en büyük ihtiyaçlarından biri olan hakikat kılavuzluğunun önemi üzerine çeker dikkatleri. Çünkü şu apaçıktır ki, insan ihtiyaçları yiyecek, giyecek ve bu gibi maddi ihtiyaçlarla, ya da bunların kayıp ve felaketlerden korunmasıyle sınırlandırılamaz. İnsan ihtiyaçlarından biri, hatta en büyüğü de bütünüyle felaha erişeceği bir hayat yolu edinmekle, bunun bilgisine erişmektir. Besbelli ki insan hayatta iflah olabilmek için başvurabileceği sahih bir bilgiye, kendi maddi, zihni ve ruhi güçlerini, yeteneklerini ve tabii kaynaklarını devreye sokabileceği bir usule sahip olmalıdır. Ayrıca farklı düzeylerde ilişki içinde bulunduğu insanlarla ve bir bütün olarak kainat nizamı karşısında nasıl davranışlar içinde bulunması gerektiğini de bilmelidir. Kur'an doğru yolu "Hakk" olarak isimlendirir ve yolu gösterene de "Hakk'ı gösterici", "Hakk'a götürücü" der.
Şimdi ayette öne sürülen soruya dönelim. Kur'an müşriklere ve Rasulullah'ın (s.a) talim ettiklerini reddedenlere soruyor:
"Allah'a karşı ortak koştuğunuz tanrılar arasında sizi doğruya ileten ya da iletebilecek olan biri var mı? Apaçık ki, buna verilecek cevap olumsuz olacaktır. Zira onların tanrılarından hiçbiri bunu yapamaz. Bir kere bu tanrı ve tanrıçaları, ilah edindikleri diri ya da ölü insanları bir düşünelim. Halk onlara ihtiyaçlarını karşılasın yahut bir takım doğaüstü yollarla onları felaketten korusun diye yönelir; fakat onların Hakk'a kılavuzluk ettiği görülmüş müdür? Gönderdikleri bir hakikat olmadığı gibi, bağlıları bile onların kendilerine ahlaki prensipleri, sosyolojik, kültürel, ekonomik, politik, hukuki veya adalete dair şeyler öğrettiklerini iddia etmezler.
Fakat bir mesele var: Başkalarının ittiba edip izledikleri kurallar ve düzenlemeler getirenlerin, kanun koyucuların durumu?! Şu gerçek ki böyleleri önder olarak gerçekten izlenmektedir. O zaman da şu soruları sormak anlamlı olacaktır. Peki, bunlar gerçek Hakikat kılavuzları mı, yahut insanı doğru yola sokmaya güçleri yeter mi?
İnsan hayatını doğru yönlendirmek üzere doğru ilkelerin formüllendirilmesi için gerekli olan tüm gerçekleri kapsayan külli bilgiye sahip midir onlardan biri? İçlerinden insan problemlerinin yayıldığı geniş alanı kuşatacak ufka sahip biri bulunmakta mıdır? Zaaftan, önyargılardan, böyle kanunların formüllendirilmesine engel teşkil eden şahsi ve içtimai etkilerden mutlak anlamda bağımsız olanı var mı içlerinde? Eğer bu sorulara verilecek cevaplar olumsuz ise (zaten bu sorulara hiç kimse olumlu cevap veremez) böyle sınırlarla mahdud olan insanlardan Hakk'a kılavuzluk nasıl umulabilir?
Yukarıdaki sorular ışığında Kur'an'da serdedilen sorunun anlam ve önemini kavrayabiliriz: "Allah'a ortak koştuklarınız arasında sizi Hakk'a ulaştırabilecek herhangi biri var mı?"
Sonuç olarak bu gösterir ki, insanın çeşitli kategorilere ayrılmış olan tüm ihtiyaç ve gereklerini karşılamaya yalnızca Allah Kadirdir. Evvela, insan ilahi inayete, bir koruyucuya, dualarını işitecek ve kabul edecek bir varlığa, kısaca, diğer tüm desteklerden umut kesildiğinde yönelebileceği sürekli bir dayanağa ihtiyacı vardır. Yukarıdaki soru kaçınılmaz olarak bu ihtiyaçların Allah'tan başka hiçbir kimse tarafından karşılanamayacağı sonucuna götürür. Öteki insan ihtiyaç ve talepleri de, tam bir itimat ve gönül huzuruyla teslim olunabilecek ve insan hayatını bütünüyle yönlendirebilecek belli prensipler koyan bir kılavuzun var olmasını gerektirir. 35. ayetteki soruda ortaya konan mesele böyle bir "Varlık"ın Allah'tan başkası olamayacağını ihtiva eder. Bu yüzden bir kimsenin, inatla diretmesi dışında, şirk yahut sekülarizm üzerine temellendirilmiş politik, ahlaki ve kültürel prensiplere dayanması için hiç bir dayanağı delil kalmaz.
44. Yani (sahte) din koyucular, filozoflar kanun yapıcılar görüşlerini ilm üzerine değil yalnızca tahmin ve zan üzerine dayandırırlar. Aynı şekilde bu dini ve dünyevi liderlerin peşinden gidenler de onların büyük insanlar olduklarını ve bu yüzden doğru söylediklerini varsayarlar. Zira ataları ve cümle ahali onları izlemiştir; zanlarının nedeni budur.
45. 37. ayette ileri sürülen delil şöyle ele alınabilir:
a) Kur'an kendisinden önce aynı şeyin vahyedildiğini teyid eder ve Hz. Muhammed'den (s.a) önceki peygamberler tarafından talim edilmiş temel ilke ve öğretilerin aynısını ileri sürer. Eğer Hz. Rasul (s.a) Kur'an'ı kendisi icad etmiş olsaydı, önceki kitapların temel öğretilerinden (haşa) kendisininkinin daha cazip görülmesini sağlayacak eklemeler yapardı.
b) Kur'an, "Kitab"ta, yani, daha önceki peygamberlerin getirdiği yazılarda ihtiva edilen temel ilke ve öğretileri daha tafsilatlı ve bariz şekilde açıklar, daha rahat anlaşılsın ve kolay uygulansın diye daha fazla delil ve açıklamalar getirir.