73- O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır.(46) O'nun "ol" deyiverdiği gün (her şey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün,(47) mülk O'nundur.(48) O, gaybı da müşahede edebileni de bilendir.(49) O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.
74- Hani İbrahim, babası Âzer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun?(50) Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."
AÇIKLAMA
46. Allah'ın gökleri ve yeri "hakk'la" yarattığı Kur'an'da çok yerde geçer. Bu ifadenin oldukça kapsamlı anlamları vardır:
1) Gökler ve yer salt eğlence olsun diye yaratılmamıştır. Herhangi bir tanrının fantazilerinin yarattığı veya eğlenmek için oynayıp da, doyunca kırılan çocuk oyuncağı da değildir onlar. Gerçekte alem oldukça ciddi bir olgudur; yaratılışında büyük hikmetler ve yüksek amaçlar vardır. Bu yüzden belirlenen zamanda sona erecek ve sonra Yaratıcı'nın onda işlenen herşeyin hesabını sorup bu hesap üzerine ahiret alemi'ni kurması için yeniden dirilecektir.
Yaratılışın amaçsız olmadığı Kur'an'da başka yerlerde de daha değişik şekillerde anılır:
a) Rabbimiz, bunu bâtıl yere yaratmadın..." (Ali İmran-191)
b) "Biz gökleri, yeri ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık." (Enbiya-16)
c) "Siz sanıyor musunuz ki, biz sizi boş yere yarattık ve bize hiç döndürülmeyeceksiniz?" (Müminun-115)
2) Tüm kâinat Hakk'ın sağlam temelleri üzerine kurulmuştur. Ondaki herşeyin temelinde adaletli, hikmetli ve doğru kanunlar yatmakta olup kök atıp meyve verecek hiçbir zulüm, boşunalık ve bâtıl söz konusu değildir. Bununla birlikte, bâtılın kısmi ve geçici başarısı bizi yanlışa götürmemelidir. Zaman zaman bâtılın tapınıcılarına, tüm çabalarının sonunda boşa gittiğini görsünler ve her bâtıla tapınan son hesap'ta bu kötü amaç uğruna harcadığı tüm gayretlerin hiçbir sonuç vermediğini görsün diye bâtılın, zulmün ve yanlış yolların başarısı için ellerinden gelen her kötülüğü yapmaları için fırsat tanınabilir.
3) Kâinatı yaratmak Allah'ın hakkıdır ve bu hakkla O kâinata hakimdir. Yaratıcısı olduğu için Allah kâinat üzerinde otoritesini sürdürür ve bu nedenle dünyada daha başkalarının da otorite sahibi olduklarını görmek kişiyi yanlış yollara sürüklememelidir. Gerçekte, burada kimsenin yönetim ve otorite hakkı yoktur ve kimse yönetiminin sınırlarını bir saniye için bile olsa Gerçek Yönetici'nin çizdiği çizgilerin ötesine taşıramaz.
47. Sûr'un üfürülmesinin gerçek mahiyeti bizim anlayış kapasitemizin dışındadır. Kur'an'dan öğrendiğimiz kadarıyla, Sûr'un Allah'ın emriyle ilk üfürülüşünde herkes ve herşey yok olacaktır. Sonra (bu sonranın ne kadar olduğunu ancak Allah bilir) Sûr ikinci kez üfürülecek ve yaratılışın başından sonuna gelip geçmiş herkes hayata döndürülerek Haşr Meydanı'nda toplanacaktır. Kısaca, Sûr'un ilk üfürülüşünde tüm kâinat yıkılacak ve ikinci üfürülüşünde değişik şekilde ve farklı kanunları olan yeni sistem yaratılacaktır.
48. Buradan, "bugün mülkün, hakimiyetin O'na ait olmadığı" anlamı çıkmamalıdır. İfadenin anlamı, "O gün şu anda gerçeği örten perde kalkacak ve bugün otorite sahibiymiş gibi görünenlerin hepsinin gerçekte hiçbir otoritelerinin olmadığı ve Hakimiyetin yalnızca Kâinat'ın yaratıcısı Allah'a ait bulunduğu apaçık meydana çıkacaktır" şeklindedir.
49. Gayb, çıplak gözden gizli olan ve görülemeyen herşey; şehadet ise çıplak gözle görülebilen demektir.
50. İbrahim Peygamber'in (a.s) hayatında geçen olay şöyle bir delil getirmek için anlatılmaktadır.: "Nasıl bugün Peygamber Hz. Muhammmed (s.a) ve izleyicileri Allah'ın hidayetiyle şirki reddetmişler ve yapay tanrıları bırakarak Kâinatın Tek Sahibi'ne teslim olmuşlarsa, daha önce İbrahim Peygamber (a.s) de aynısını yapmıştı. Ve nasıl bugün cahil insanlar Hz. Muhammed (s.a) ile tartışıyorlarsa, daha önce de İbrahim'in kavmi aynı şekilde İbrahim'le tartışmıştı. Ve dün İbrahim'in (a.s) kavmine verdiği cevabın aynısını bugün Hz. Muhammed'in (s.a) izleyicileri karşılarındakilere vermektedirler. Bunun yanısıra Hz. Muhammed (s.a) Nuh, İbrahim ve İbrahim'in soyundan gelen tüm diğer peygamberlerin (selam üzerlerine olsun) gittiği yoldan gitmektedir. Bu bakımdan onu inkar edenler bilmelidirler ki, Peygamberlerin yolundan sapmakta ve yanlış yolda yürümektedirler."
Bu bağlamda, hemen hemen tüm Arap yarımadası halkı kendisini öncü ve kılavuz kabul ettiğinden, İbrahim Peygamber'in (a.s) akidesinin anılmasının oldukça anlamlı olduğu belirtilmektedir. Özellikle Kureyş onun soyundan gelmek ve onun yaptığı Kâbe'yi korumakla övünür dururdu. Bu yüzden, onun tevhid akidesine, şirki reddedişine ve kavmiyle olan mücadelesine değinmek büyük anlam taşımaktadır. Böylece Kureyş'in İbrahim Peygamber'le (a.s) ilişki iddialarının boşluğu açığa çıkmakta ve şirk akidesinde buldukları doygunluktan yoksun bırakılmaktadırlar. Yine, Hz. Muhammed (s.a) ve izleyicilerinin İbrahim'in yerinde karşıtlarının da İbrahim'in kavmi yerinde olduğu gösterilmektedir. Delil öylesine incedir ki, deyiş yerindeyse yelkenlilerinin rüzgarını almakta ve kendilerini cevap veremeyecek kadar şaşkın durumda bırakmaktadır. Açıkça görülmektedir ki, müşrikler, büyük saygı duydukları, ataları ve peygamberleri saydıkları İbrahim Peygamber'inkinin (a.s) aksi bir yolda gitmektedirler. Böylece, müslümanlar karşısında da şaşkın bir duruma düşmektedirler. Örneğin günümüzde Abdülkadir Geylâni hazretlerinin izleyicileri ve onun adına kurulan Kadiri tarikatının şeyhleri Abdülkadir Geylani'nin ömrü boyunca karşı çıktığı hurafeleri, şimdi onun adına savunmakta ve yapmaktadırlar. Öyle ki, kişi, Abdulkadir Geylani ne yapmıştı, bunlar ne yapıyor, diye şaşırıp kalıyor.