48- Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değildirler.
49- Ayetlerimizi yalanlayanlara, fıska sapmalarından dolayı azab dokunacaktır.
50- De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam."(31) De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu?(32) Yine de düşünmeyecek misiniz?"
51- Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an'la) uyarıp-korkut; onlar için ondan başka ne veli'leri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki korkup-sakınırlar.(33)
52- Sabah akşam -O'nun yüzünü (rızasını) dileyerek- Rablerine dua edenleri kovma.(34) Onların hesabından senin üzerinde birşey (yükümlülük) , senin hesabından da bir şey (yükümlülük) yoktur ki onları kovman gereksin. Yoksa zalimlerden olursun.(35)
AÇIKLAMA
31. Bu ayet peygamberlik hakkındaki aptalca düşünceleri silip atmakta ve Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberlik iddiasına karşı yöneltilen saçma itirazları cevaplamaktadır. Akılsız kişiler her zaman bir peygamberin tabiat üstü bir kişi olması ve çeşitli harikalar göstermesi gibi aptalca düşünceler besleyegelmişlerdir. Sözgelimi, onun emriyle bir dağın altın kütlesine dönmesini, yerin dışarı hazineler fırlatmasını, peygamberin tüm insanlara geçmişlerini ve geleceklerini haber vermesini, kayıp bir şeyi bulmasını ve hasta bir kişinin iyileşip iyileşmeyeceğini, hamile bir kadının erkek mi, kız mı doğuracağını söylemesini bekliyorlardı. Peygamberlik iddiasında bulunan bir kişinin ortak insani eğilimlerinin olması gerektiğine de inanmıyordu onlar. Açlık veya susuzluk çeken, uyuma ihtiyacı duyan veya karısı çocukları olan, alış-veriş için pazara çıkan, zaman zaman ödünç para almak zorunda kalan ve yoksulluğa düşen bir kişinin peygamber olacağını düşünemiyorlardı.
Hz. Muhammed (s.a) Allah'ın Rasûlu olduğu iddiasını ortaya atınca, çağdaşları açıkladığımız türden aptalca düşünceleri ölçü kabul ederek kendisinden iddiasını doğrulamasını istediler. Kendisine gayble ilgili sorular soruyorlar ve tabiat üstü mucizeler göstermesini istiyorlardı. Onun kendileri gibi yiyeceğe ihtiyaç duyan ve su içen, karısı ve çocukları olan ve pazara çıkan, normal bir insan olduğu itirazını yükseltiyorlardı. Bütün bunlara cevap olarak Allah, peygamberine kendisinin hiçbir zaman tabiat-üstünlük iddiasında bulunmadığını, iddiasının yalnızca Allah'tan aldığı vahyi izlemek olduğu ve yalnızca bu ölçüye göre değerlendirilmesi gerektiğini ilân etmesini söylemektedir.
32. Buradaki soru onlara şu gerçeği hatırlatma amacı taşımaktadır: "Ben size sunduğum gerçekleri kendi gözlerimle görüyorum; yine ben onlar hakkında vahy yoluyla bilgi sahibi olmuş bulunuyorum. O halde, benim bu şekilde gözlerimle şahit olmam bir delildir. Buna karşılık siz bu gerçekler karşısında körsünüz.
Onlarla ilgili tüm düşünceleriniz yalnızca zanna, tahmine veya başkalarını körükörüne izlemeye dayalıdır. Dolayısıyle, sizinle benim aramdaki fark, görenle kör arasındaki fark gibidir. Sizin karşınızda bana üstünlük veren işte budur. Yoksa benim Allah'ın hazinelerine sahip olmam veya gaybı bilmem, ya da normal insanların ötesinde bulunmam değildir.
33. Yani, "Yalnızca bir gün yaptıklarının hesabını Allah önünde vereceklerine inananlara ve bir başkasının şefaatinin kurtulmalarında yardımcı olacağı şeklinde batıl ümitler beslemeyenlere karşı ilgi göstermelisin. Çünkü, bu 'uyarı' ancak bu tür kişiler üzerinde etki yapabilir. Yoksa ölüm ve bir gün Allah'ın huzuruna çıkacaklarını hiç düşünmeyecek derecede dünya hayatının zevklerine dalıp gitmiş olanlar üzerinde değil. Yine şu veya bu azizle olan 'Mânevi' ilgilerinden veya şu ya da bu kutsal kişinin kendi adlarına Allah önünde şefaatçilik yapacağından, ya da falancanın günahlarının kefaretini ödeyip gitmiş olduğundan dolayı ahirette kendilerine hiçbir zarar dokunmayacağı inancına kapılarak, bu dünyada neşelenmeye bakanlar üzerinde de bu 'uyarı'nın herhangi olumlu bir etkisi olmayacaktır. Açıktır ki, böyle insanlara hiçbir uyarı fayda etmez.
34. Bu ayette Allah, Kureyş şeflerinin Hz. Peygamberin (s.a.) izleyicileriyle ilgili olarak yönelttikleri itirazları cevaplamaktadır. İslâm'ı köleler, hizmetçiler ve benzerlerinden oluşan toplumun aşağı kesiminin kabul ettiğini söylüyorlardı; onlar: Bilâl, Ammar, Suheyb, Habbab vs. (Allah onlardan razı olsun) gibi arkadaşları olduğu için peygamberi kınıyorlar ve alay ederek, bunlar mıdır Allah'ın içimizden lâyık gördüğü (şerefli) kişiler?" diye soruyorlardı. Onların içinde bulunduğu durumla eğlenmekle yetinmiyorlar ve yoksulluklarından dolayı onları iğneleyerek, "Bugün müminerin 'dindar' grubunu oluşturan şu kişilerin geçmişlerine bakın bir de" diyorlardı. Allah Peygamber'ine (s.a.) Kureyş şeflerinin bu tür kabalıkları karşısında şevkinin kırılmamasını öğütlemektedir.
35. Yani, "Onları kovman için hiçbir neden yok. Eğer geçmişte kötü bir şeyi yapmışlarsa, bunun hesabını verecek olan yine kendileridir, sen değilsin, çünkü herkes yaptığı hayr ve şerr'in karşılığını görecektir. Bu bakımdan ne senin işlediğin hayırlı ameller onların hesabına yazılacak, ne de sen onların herhangi bir kötü amelini yükleneceksin. Yalnızca gerçeğin arayıcıları olarak geliyor onlar sana; ve böyleyken, kendilerine tepeden bakman ve huzurundan kovman bir zulüm olur."