NUH
aleyhisselam
"BİZ DE NUH aleyhisselam VE
BERABERİNDEKİLERİ,
DOLU BİR GEMİ İÇİNDE TAŞIYARAK KURTARDIK"
Şuara; 119
BAŞ SAYFA
DİNOZORLARI TUFAN MI YOK ETTİ?
Günümüzden 65 milyon yıl önce Dinozorların
ortadan nasıl kalktıklarıyla ilgili olarak kimse kesin bir sebep ileri
sürememektedir. Kimi göktaşlarını, kimi volkanik hareketleri, kimi de soğuyan
iklime ayak uyduramamalarını sebep gösterse de hiç birisi soruna tam olarak
çözüm getirememiştir.
Dinozorlar, bir zamanlar dünyanın mutlak hakimi olan yaratıklardı.
Kısa bir sürede yeryüzünden nasıl silindikleri hala bilinmiyor.
Bir kere dinozorlar,
yaşadıkları dönemin dünyasına hakim olan yaratıklardı. Sibirya buzullarından
Amerika çöllerine kadar yaşamadıkları yer yoktu. Yeryüzüne böylesine dağılan
bir canlı türünün aniden ortadan kalkması eğer meteor yağmuru veya volkanik
hareketlerle olmuş olsaydı, bitkiler dahil tüm yaşayan dünyanın tamamen ortadan
kalkmış olması gerekecekti. Oysa hayatın kesintiye uğradığı hiç olmamıştır. Dinozorlar
ve bazı canlı türleri aniden yok olurken, diğer canlı türleri hayatlarına devam
edebilmişlerdir. Hem de dinozorlara göre son derece narin olan Karınca,
çekirge, Yûsufçuk, hamam böceği gibi hayvanlar hayatlarını günümüze kadar
sürdürmüşlerdir. Demek ki dinozorların başına öyle bir kaza gelmişti ki, bu
onların felaketi olduğu halde diğerlerine bir zarar vermemişti. Dolayısıyla bu
felaket ateşin sebep olduğu bir yok olma değildi. Canlılar için hem ölüm, hem
de hayat kaynağı olan tek madde su olduğuna göre dinozorların felaketi dünya
çapında bir su baskınının sebep olduğu fikrini akla getirmektedir. Bir Tufan
sonucu dinozorlar ve bazı hayvanlar yok olmuşlar ama bazı hayvanlar hayatta
kalmışlardır. Bu, aklımıza Nuh aleyhisselamın hayvanlardan erkek ve dişi olmak
üzere birer çift almasını getirmektedir.
Dinozorlar büyük bir ihtimalle devasa bir tufan sonucu ortadan kalkmışlardı.
Ancak bu tufan bildiğimiz Nuh tufanı olamaz. Zira insanoğlunun ilk görüldüğü
dönem, bundan milyonlarca yıl sonra olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i
şeriflerde insanın hangi tarihte dünyada gözüktüğü hakkında açıkça bir kayıt
yoktur. Ancak bazı islam alimleri, her 1000 senede bir resulün gönderilmesi ve
313-315 resulün bulunmasını gözönüne alarak ilk insanın 313-315.000 sene önce
yeryüzüne ayak bastığını bildirmişlerdir.
Şurası unutulmamalıdır ki, Jeoloji, astronomi, arkeoloji gibi bilimler çok genç ve çok hareketli bilimlerdir. Her gün yeni bir şey keşfedilmekte, kainat ve insanlık tarihi adeta yeniden yazılmaktadır.
HAZRET-İ
NUH'UN ÖMRÜ
Nuh aleyhisselamdan, Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde çokça
bahsedilmiştir. Çeşitli vesilelerle Kur'ân-ı Kerîm'de 43 yerde ismi geçer.
Ayrıca bir surenin adı da Nuh'dur. Zamanında meydana gelen Tufan sebebiyle
"İkinci Âdem" diye de anılagelmiştir. Asıl isminin Yesker olduğu,
fakat kavminin kurtuluşu için çok ağladığından, ağlamak manasına gelen
"nevh" kökünden türemiş Nuh sıfatının asıl ismine dönüştüğü
kayıtlıdır. Bu isim sami kökenlidir. Mezopotamya metinlerinden Gılgamış
Destanında bu isim yerine Utnapiştim kullanılmıştır. Gerek Nuh'un ve gerekse
Utnapiştim'in sözlük manaları bilinmemektedir. Sümerlerin Tufan kahramanına
verdikleri isim ise Zî-ud-Sudra'dır. Zî; hayat/can/ruh, Ud; zaman, Sudda ise;
uzun manasına gelmektedir. Bu üç kelimeden meydana gelen ismin anlamı; Uzun
ömürlü demektir.
Nuh aleyhisselamın kavmi içerisinde 950 sene kaldığı bildirilmektedir. Bugünkü yaş ortalamaları gözönüne getirildiğinde akıl almaz bir durumla karşılaşıyoruz. Kur'ân-ı Kerîm, Hazret-i Nuh'un dışındaki hiçbir peygamberin ömründen bahsetmez. Hemen ilave edelim ki; Mezopotamya'da bulunan tabletlerde anlatılan Tufan'dan kurtulan insanların önderi Ziussudra adını taşımaktadır ki; uzun ömür sahibi anlamına gelmektedir.
Arkeologların Mezopotamyada buldukları bütün kral listeleri birbirini doğrular mahiyettedir. Arkeoloji literatürüne göre tufandan önceki Sümer krallarına Er sülaleler 1 (ES-1) denilmektedir ki Tufan'a kadar 10 hükümdarın ismini içerir. 1932 yılında Irak'ın Horsabad şehri civarında, arkeologların WB-444 adını verdikleri 20.5 cm. kalınlığında bir tablet daha bulunmuştur. Bu tablete göre Tufan'dan önce tam 10 kral yönetici olmuştur. Bunlardan 7. nin adı Enok olarak verilmiştir ki, kayıtlardan İdris aleyhisselam olduğu tahmin edilmektedir. Eğer böyleyse İdris aleyhisselamdan 3 hükümdar sonra Nuh aleyhisselam göreve başlamış ve onuncu kral zamanında Tufan meydana gelmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler başta olmak üzere diğer İslami kaynaklar tarandığında pek çok arkeolojik, antropolojik ve jeolojik bilmece kolaylıkla çözülecek gibi görülmektedir. Tabletlerdeki kayda göre Tufanın 10. Kral zamanında meydana geldiğini belirtmiştik. Bir hadîs-i şerîfte bunu teyid eden bir ifade vardır. Efendimiz, Eshab-ı kiramdan gelen bir soru üzerine; "Âdem aleyhisselam ile Hazret-i Nuh arasında 10 karn (kuşak, asır, dönem...) geçmiştir" buyurmuşlardır. İslam alimlerinin nakillerine göre ilk peygamberler Âdem, Şit, İdris aleyhimüsselam, hem peygamber, hem de o zamanki insanların yöneticisiydiler. Tabletlerde de buna benzer bazı ifadelere rastlanmaktadır. Tabletlere göre Tufandan önce gelen hükümdarlar, aynı zamanda birer din adamıdırlar. Maalesef tabletler İslami birikimden yoksun insanlar tarafından deşifre edildiklerinden, pek çok muğlak ifadenin açıklanmasında zorluk çekilmektedir.
ARARAT
YALANI
Tufan olayının, Kur'ân-ı Kerîm'de ve Tevratta yer alması, geminin
üzerine oturduğu dağın isminin bile verilmesi, nihayet arkeolojik bulgular bir
çok araştırmacıyı bu geminin bulunmasına sevketmiştir. Babilonya kayıtlarına
göre gemi Nisir dağına, Tevrat'a göre Ararat dağları üzerine, Kur'ân-ı Kerîm'in
buyurduğu şekliyle Cûdî dağına oturmuştur. Kurtuluş anlamına gelen Nisir, Asur
topraklarının doğusunda bulunan bir bölgedir ki; Musul şehrinin kuzeyinde yer
almaktadır. Yeni bulgularla, Babilonyalıların hangi dağa Nisir adı verdikleri
tespit edilebilir. Hahamlarca tahrif edilmiş Tevrat'ta ise Ararat dağları kaydı
vardır. Metinler üzerinde çok oynanmış olmasına rağmen bu isimlendirme
doğrudur. Zira Ararat, Urartu kelimesinin İbranice transliterasyonudur ve MÖ.
1.000 yıllarında Van bölgesinde hakim olan Asya menşeli Urartuların yaşadığı
topraklar için kullanılmaktadır. Asurlular bu bölgeye Uruadri adını
vermişlerdir ki; Ararat ve Urartu kelimelerinin değişik söylenişidir. Manası
ise yüksek dağlar ülkesi veya yüksek ülkedir. Arkeolojik verilere ve tahrif
edilmiş Tevrat'a göre gemi; Ağrı dağına değil "yüksek ülke"ye, yani
Ararat-Uruadri-Urartu bölgesinde bir dağın üzerine oturmuştur. Yine aynı
Tevrat'ta geminin, suların (Fırat-Dicle) doğduğu bölgeye yürüdükleri
bildirilmektedir. Kısacası eldeki bütün belgeler bizi Ağrı dağından çok daha
aşağılara götürmektedir.
Ağrı dağında görülen gemi silueti ve bulunduğu yeri gösteren kroki. 1950'li
yıllarda Türk Hava Kuvvetlerine mensup bir pilot binbaşının çektiği bu fotoğraf
zihinleri bir hayli meşgul etmişti.
Bunun basit bir yeryüzü şekli olduğu anlaşıldı.
Zaten bir asrı aşkın bir
zamandır Ağrı dağında yapılan onca araştırmaya rağmen hiç bir ize
rastlanılamamıştır. Böylesine karış karış taranmış bir ikinci dağ yeryüzünde
yoktur. Tabiatiyle yabancıların Ağrı'yı seçmelerinin sebebi politiktir. Nitekim
araştırmacıların yüzde 70'inin Ermeni asıllı olması da bunca çabanın sebebini
açıkça göstermektedir. Maksat Ermenileri Nuh aleyhisselama bağlamak suretiyle
Anadolunun en eski Ermeni toprakları olduğunu güya ispat etmektir.
Havadan çekilen objenin yerden görünüşü
HANGİ
CÛDÎ?
Geminin Ağrı dağıyla bir alakası olmadığı kesindir. Kur'ân-ı Kerîm Cûdî
dağı ismini vermiştir. Katade'den gelen bir habere göre ilk müslümanlar yani
eshab-ı kiram gemi enkazını gördüklerine göre Arap yarımadasına en yakın
yükseltilerde kalıntılarını aramak gerekmektedir. Cûdî adında iki dağ vardır.
Birincisi Cizre yakınlarındaki Cûdî dağıdır. İslam tarihçilerine göre Cizre,
Tufandan sonra kurulan ikinci şehirdir. Mu'cemul Buldan; Cûdî dağında Nuh
aleyhisselamın mescidinin, Herevi ise evinin bulunduğunu yazmaktadır. Halen
Cizre'de, Nuh aleyhisselama nisbet edilen bir türbe vardır. Anadolunun en eski
kavimlerinden olan Gutilere ait olan ve halen Londra'da bulunan tabletlerde de
Nuh aleyhisselamın mezarının "Rayat" bölgesinde olduğu yazılıdır.
Rayat, Dicle nehrinden itibaren, Cizre ovasının Silopi'ye kavuştuğu bölgenin
adıdır ki, bu noktada Cûdî dağı bulunmaktadır. Daha eski bir kaynak olan ve MÖ.
250 yıllarında Babilli bir rahip olan Berossus'un yazdığı tufan kayıtlarına
göre gemi, Cordiyan dağlarında durmaktadır ve yöre halkı, geminin dışını
kaplayan katranı kazıyıp muska şeklinde kullanmaktadır. Berossus'un bahsettiği
bölge Van gölünün güneyinde bulunmaktadır. 2 bin metrelik Cûdî, Mezopotamya ile
Ararat arasındaki sınır dağdır. Bu dağ, Ağrı gibi kapsamlı bir şekilde
araştırılmamıştır. Ancak bu dağda yürütülen araştırmalardan biri sırasında,
geminin izlerine rastlandığı öne sürülmüşse de bu keşif ilmi açıdan kesin
sonuca bağlanamamıştır. 1949 yılında batılı bir ekip tarafından yapılan
araştırmanın sonuçları France Le Soir gazetesinin 31 Ağustos 1949 tarihli
sayısında; "Nuh'un gemisini gördük fakat Ağrı'da değil" şeklinde
sansasyonel bir başlıkla verilmiştir. Bu yazıya göre geminin boyu 150 metre,
genişliği 24 metre, yüksekliği ise 15 metredir.
23 yıl önce de, Cûdî dağında bazı antik tahta parçaları bulunduğu iddia edilmiş, 6 Şubat 1972 tarihli Türk gazeteleri bu keşfi; "Nuh'un gemisinin Cûdî dağında olduğu tespit edildi" başlığıyla vermişlerdir. Keşfi yapan, Alman Devletler Araştırma Enstitüsü ilim adamlarından Friedrich Bender'dir. Bender, Cûdî dağında bulduğu katrana benzer bir madde ile birbirine yapışmış kalın tahta parçalarını Almanya'ya götürerek analiz ettirmiştir. Sonuçta katranımsı maddenin 50 bin, tahta parçalarının ise; 6630 yıllık olduğu açıklanmıştır. İlim adamları bu tarihlemedeki hata payının 300 yılı geçmeyeceğini söylemişlerdir. Bender'in, çalışmaya başlamadan önce Kur'ân-ı Kerîm'i ve Tufanı anlatan Gılgamış destanını incelediği ve geminin Dicle ile Zap suyu arasında karaya oturduğu kanaatine vardığı da bildirilmiştir.
Cûdî adını taşıyan ikinci yer ise, Doğu Beyazıt bölgesindeki Cûdî tepesidir. Halen bu tepede gemiye benzeyen bir kütle mevcuttur. Buradan alınan örneklerde, silisleşmiş ağaç kırıntıları ve saf demiroksitten ibaret parçacıklar bulunmuştur. Kütlenin yapısı, etrafındaki topraktan son derece farklıdır ve civarda yapılan jeolojik araştırmalar bu bölgede bir su baskınının meydana geldiğini doğrulamaktadır. Ancak buraya Cudi adının verilmesi son yıllarda olmuştur. Bu bakımdan burayı, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen Cudi olarak göremeyiz.
Özetle; araştırmalar sürüp gidiyor ama dişe dokunur bir mesafe alındığını söylemek hala mümkün değil. Avrupa gazetelerinde geminin Cûdî'de bulunduğu şeklindeki haberler aniden ve şüpheli bir şekilde kesilivermişti. Bundan sonra yapılacak iş, tufanla ilgili bütün belge ve dökümanların Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler ve bunları yorumlayan İslam alimlerinin değerli kayıtları ışığında tekrar incelemektir. Bu verilerin ehil kişilerce etraflıca gözden geçirilmesi daha sağlıklı araştırmalara zemin hazırlayacaktır. Böylece dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri için önemli bir adım atılmış olacaktır.