HAZRET-i
iBRAHiM
ve
GERÇEK BABASI


"EY ATEŞ; İBRAHİM'E KARŞI SERİN VE ZARARSIZ OL!.."
Enbiya; 9

BAŞ SAYFA

ÂZER KİMDİR?
Bazı müfessirlere göre Âzer kelimesinin arapça karşılığı "muhtı/günahkar" dır. Belki de Âzer, asıl isim değil Kur'ân-ı Kerîm'in verdiği bir lakaptı. Nitekim asıl ismi Nahur'dur. Nahur, önceleri babalarının yolunda, yani mümin idi. Nemrud tarafından taltif edilerek vezirlik payesi verilince yoldan çıkmış ve putperestliğin yılmaz savunucularından olmuştur.

O dönem Mezopotamyasında Kâbîle başkanları, bulundukları şehrin adına göre isim alabiliyorlardı. Nahur ismine, Asur ve Mari dökümanlarında şehir adı olarak rastlanmaktadır. Bu şehrin yeri tam olarak bilinmemektedir. Aynı şekilde İbrahim aleyhisselamın amcalarından Aran'ın adını Harran şehir adı olarak görmekteyiz. İbrahim aleyhisselamın öz babası olan Tareh ismine, Kuzey Suriye'de antik bir şehir olan Turahi adında rastlanır. İbrahim aleyhisselama ayak direyen dönemin hükümdarı Nemrud'un adına, Dicle nehrinin kenarında ve Musul'un karşısında yer alan Nimrud şehir adında rastlanır. Benzerlikler bununla da kalmaz; Hazreti İbrahim'in dedelerinden Seruy adına, Harran'ın batısındaki Sarugi/Suruç şehir adında, Peleg'e ise Habur nehrinin ağzındaki Felig adında rastlanır. Bu şehirlerin hepsi de Mezopotamya'nın kuzeyindedir. Buna bir de İbrahim aleyhisselamın Harran'a 44 km uzaklıktaki Urfa'da doğması eklenince bu bilgilerin tesadüf olmadığı ortaya çıkar. Bundan şu sonucu çıkarabiliriz. İbrahim aleyhisselamın bağlı olduğu aile sıradan bir aile değil, Kuzey Mezopotamya'da o dönemin en köklü ve kudretli ailelesiydi. Âzer'in Nemrud tarafından vezirlikle taltif edilmesinin sebebi de sahip olunan bu ailevi kudretti.

YAHÛDİ DEĞİLDİ
Kur'ânı Kerîm, İbrahim aleyhisselamın ne yahudi ne de hıristiyan olmadığını buyurmaktadır. Aynı zamanda tarihi bir gerçeğe de atıf yapmaktadır. Zira; MÖ. 2000'li yıllarda bütün Kuzey Suriye'yi dolaşan İbrahim aleyhisselam zamanında ne yahudilik vardı, ne de ibranice diye bir dil... Yahudilik terimi, MÖ. 6. yüzyılda hahamlarca ortaya atılmıştır. İbranice ise, Hazret-i Süleyman'dan bile çok sonraları MÖ. 900'lerden sonra oluşmaya başlamıştır. Sadece İbrahim aleyhisselam değil, İsrâil tarihinin iki önemli ismi olan Hazret-i Davut ve Hazret-i Süleyman bile bu dili konuşmamışlardı. Onlar, arapçanın bir kolu olan aramiceyi konuşuyorlardı. İbrani terimi ise İbrahim aleyhisselamla çağdaş olan Mısır dışındaki tüm topluluklara (asyalılara) verilen genel bir isimdi ki; "öte yakanın insanı" anlamına gelmektedir.

MISIR HAYATI
İbrahim aleyhisselam, Harran'dan ayrıldıktan sonra Mısır'a hicret eder. Beraberinde hanımı Sârâ ile kardeşinin oğlu Lût aleyhisselam vardır. Lût aleyhisselam yarı yolda, Allahü tealanın emriyle peygamberlikle görevlendirildiği için vazife yapacağı Filistin'de kalır. Hazret-i İbrahim, hanımıyla birlikte Mısır'a giriş yapar. Dönemin Mısır meliki Hazret-i Sare'ye Mûsâllat olur. Fakat vücuduna peşpeşe inen felçler sebebiyle ilişemez. Üstelik Hâcer isminde bir genç kızı Sare'ye verir.

İbrahim aleyhisselamın Mısır'da geçirdiği günlerle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de her hangi bir kayıt yoktur. Ancak hadis-i şerifler bu konuda bizi aydınlatmaktadır. Kitab-ı Mukaddes'te ise ulu'l azm bir peygambere hiç yakışmayacak iftiralar ve sapıklıklar isnad edilmektedir ki bu satırlar ahiretlerini dünya nimetleri için satan şerefsiz yahudi din adamları tarafından Tevrat'a sokulmuştur.

Kaynaklar, İbrahim aleyhisselamın Mısır'ın neresine indiğinden bahsetmezler. Ancak o dönemde Mısır dendiği zaman Delta bölgesi anlaşılırdı. İbrahim aleyhisselamın yaşadığı MÖ. 2.000'li yıllarda da Mısır idarecileri bu bölgede otururlardı. Bu dönemde Delta bölgesinde yaşayan ilk hükümdar Amenemhat I'dir. Kendisi, Thebes şehrini bırakıp Menfis'in 25 km. güneyinde kendisine askeri ve siyasi bir karargah kurmuştu. Amenemhat I ve peşinden gelen oğlu Sesostris I, Amenemhat II ve Sesostris II dönemleri, Mısır'ın en bereketli olduğu yıllardı. Bu da, Asya'dan Mısır'a olan göçlerin en cazip olduğu bir devredir. Amenemhat I, Filistin ve ötesinden gelecek tehditlere karşılık Deltanın doğusundaki sınır boyunca büyük bir duvar inşa ettirmişti. Mısır'a göç edenler bu duvarın önünde sorguya çekilip gözden geçirildikleri muhakkaktır. Belki böyle bir kontrol esnasında Hazret-i Sare'nin güzelliği keşfedilerek hükümdara gönderilmişti. Bu hükümdar kayıtlarda Sinan b. Ulvan olarak geçmektedir. Hükümdar, Sare'nin güzelliğine meftun olur. Elde etmek için bir kaç kez teşebbüs etse de her seferinde Hazret-i Sare'nin Allahü tealaya sığınması sonucu felç geçirir. Öyle ki nefes alamaz duruma gelir. Düştüğü bu zilletten yine Hazret-i Sare'nin duası ile kurtulur. Bunun üzerine Hazret-i Sare'yi serbest bırakarak kendisine Hâcer isimli bir genç kızı hizmetçi olarak verir. Kaynaklarda Hâcer'in cariye olduğu yazılıdır. Ancak İbrahim aleyhisselama eş, Hazret-i İsmail'e anne ve Efendimiz Muhammed aleyhisselama nine olma şerefine kavuşan birisinin Mısır sarayında alelade bir cariye olması düşünülemez. Nitekim; kaynakları taradığımızda bu doğrultuda önemli ipuçlarına rastlayabiliriz. Bunlardan ilki, Hazret-i Hâcer'in Mısır meliklerinden birisinin hanımı olduğu şeklindedir. Kocası bir baskın neticesi öldürüldüğünde kendisi esir edilerek Sinan b. Ulvân'ın sarayına alınır. İkinci ipucumuz ise Kitab-ı Mukaddes yorumcularından meşhur haham Troyesli Salamon Ben İsaac'ın naklidir. Tekvin; 16/1'i tefsir ederken şöyle yazmıştır; "Hâcer hükümdarın kızı idi. Hükümdar, Sare'de gördüğü bu harikuladelikler karşısında; "Kızımın Sare'ye hizmetçi olması, başka bir evde hizmetçi olmasından evladır." diyerek Hacer'i, Sare'nin hizmetine vermiştir." Buna bir de Hazret-i Sârâ ve İbrahim aleyhisselamın, Kuzey Suriye'nin en kudretli ailesine mensup olmaları da eklenince hükümdarın kızını güvenle teslim etmesini daha iyi anlamış oluruz.