|
HABEŞİSTAN'A
HİCRET
Kur'an, bir yandan müminleri
hicrete hazırlarken, diğer yandan da hristiyanlık ve Hz. İsa hakkında
gerekli bilgilerle donatıyordu. Habeşistan hicretinin hemen öncesinde
gelen Meryem suresi, müminleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrıca,
müminlere hristiyanlarla nasıl mücadele etmeleri gerektiği öğretildi:
"İçlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel
tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size
indirilene de inandık. İlâhımız ve ilâhınız birdir, biz de O'na
teslim olanlarız" (el-Ankebût, 29/46). Bu hazırlama ve
bilgilendirmeden sonra, müminlerin hicreti bilfiil gerçekleştirmeleri
yönünde açık işaretler taşıyan şu ayetler geldi: " Ey
inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kulluk edin. Her can ölümü
tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz. İnanıp iyi işler
yapanları cennette, altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerleştiririz;
orada ebedî olarak kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir.
Onlar ki sabredenler ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canlı var ki
rızkını taşıyamaz; onları da, sizi de Allah besler. O işitendir,
bilendir" (el-Ankebût, 29/56-60). Ankebût suresi, çoğu müfessire
göre Habeşistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce
inmiştir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptığı tahkikle surenin Habeşistan
hicretinden önce indiği sonucuna varır. Ona göre önceki müfessirleri
surenin hicretle ilgili ayetleri yanıltmış, yanlış değerlendirmelerine
neden olmuştur. Daha önce merhum Derveze de aynı sonuca ulaşmış
olmalı ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı"
adıyla çevrilen eserinde andığımız ayetlerin Habeşistan
hicretinin gerçekleştirilmesine işaret eden bir anlam taşıdıklarını
belirtir (II, 233).
Andığımız son ayetler indiği sırada artık hicret zamanı gelmişti.
Çünkü müşriklerin zulümleri, baskı ve işkenceleri dayanılmaz
bir hadde ulaşmıştı. Hz. Peygamber, müminlerin Habeşistan'a hicret
etmelerini buyurdu. Rivayetler, hicret yurdu olarak Habeşistan'ın seçilmesinin
nedenini, Necâşî'nin zulme rıza göstermeyen, adil bir insan olmasına
bağlar. Buna ilâve olarak sıkı ticaret ilişkileri nedeniyle tanınmasının,
halkının ilâhî kaynaklı bir inanca (Hristiyanlık) sahip olmasının
ve son olarak İslâm'ın orada yayılma imkânının bulunmasının da
seçimi etkilediği söylenebilir.
Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrılarak
Habeşistan'a göçtü. Nübüvvetin beşinci yılının (614) Receb ayında
gerçekleşen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri
erkek, dördü kadın olmak üzere toplam onbeş kişi katıldı. Bunlar
arasında Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf,
Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde
gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habeşistan'da son
derece iyi karşılandılar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yaşama
konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a
istedikleri gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafından rahatsız
edilmiyorlardı. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar işitiyorlardı.
Fakat iki ay sonra, müşriklerin müslüman oldukları yolunda yanlış
bir haber nedeniyle Habeşistan'dan ayrılarak Mekke'ye döndüler.
Mekke yakınlarına gelince gerçeği öğrendilerse de iş işten geçmişti.
Çaresiz, herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.
Habeşistan'dan dönen müminlerin büyük çoğunluğu kendi aileleri
tarafından yeniden baskı altına alındı. Müşriklerin zulümleri de
her geçen gün biraz daha şiddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habeşistan'ın
müminler için güvenli bir yer olduğunu göstermişti. Bu nedenle Hz.
Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altıncı
yılı (615) başlarında, Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliğinde gerçekleştirilen
bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadın olmak üzere toplam 101 ya da 103
müslüman katıldı. İlk muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette
de yeraldı. İkinci hicret, Mekke'de tam bir matem havası estirdi.
Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katılmayan aile yok gibiydi.
Bir ailenin oğlu gitmişse diğerinin damadı; birinin kardeşi gitmişse,
diğerinin babası ya da amcası gitmişti.
İkinci Habeşistan hicreti müşrik liderleri büyük bir telaşa düşürdü.
Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit
bir ülke olan Habeşistan'ın İslamlaşmasına neden olabilir, ya da
en azından Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandırabilirlerdi.
Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureyş'in iki ünlü
diplomatı Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yı Habeşistan Necâşî'sine
elçi olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Planlarına göre elçiler
önce Necâşi'nin yakın çevresindekileri hediyeleriyle yanlarına çekecekler,
daha sonra onların da yardımlarıyla. Necâşî'nin müslümanları
Mekke'ye iade etmesini sağlayacaklardı. Fakat sonuç hiç de umdukları
gibi olmadı. Gerçi elçiler yakın çevresinin desteğini sağladılar
ama, gerçekten adil bir insan olan Necâşi'yi bütün diplomatik
oyunlarına rağmen zulümlerine ortak edemediler.
Elçiler Necâşî ile görüşerek muhacir müslümanların birtakım
beyinsiz gençler olduklarını, kendi dinlerini terkettiklerini fakat
hristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onları gözetmek
amacıyla akrabalarının iade edilmelerini istediklerini söylediler.
Necâşî, kendileriyle görüşmeden bir karar veremeyeceğini
belirterek müslümanları yanına çağırttı; elçilerin taleplerini
aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir
talebe hakları olmadığını göstermek amacıyla elçilerden;
kendilerinin köleleri, borçluları ya da kısas etmek istedikleri
katiller olup olmadıklarının sorulmasını istedi. Amr'ın sorulara
olumsuz cevap vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunulduğunu
öğrenmek istedi. Amr'ın daha önceki sözlerini tekrarlaması ve Necâşî'nin
İslâm hakkında bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konuşmasını
yaptı.
Ca'fer b. Ebî Tâlib, İslâm öncesi durumları ile Hz. Peygamber ve
İslâm hakkında kısaca bilgi verdiği bu konuşmasında şunları söyledi:
"Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapardık. Ölü
eti yerdik. Her kötülüğü işlerdik. Akrabamızla ilgilenmez,
ilgimizi keserdik. Komşularımıza iyi davranmaz, kötülük yapardık.
İçimizden güçlü olanlar zayıf olanları yer, ezerdi. Yüce Allah
bize kendimizden, soyunu sopunu, doğru sözlülüğünü, eminliğini,
iffet ve nezâhetini bildiğimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz
hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve babalarımızın
Allah'tan başka tapına geldiğimiz taştan vesâireden yapılmış
putları bırakarak Allah'ın birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibadet
etmeye bizi davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi,
akraba ile ilgilenmeyi, komşularımızla iyi geçinmeyi, haramlardan,
kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin, yüz
kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten,
iffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti.
Kendisine hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın yalnız Allah'a ibadet
etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazı, zekâtı, orucu de emretti.
Biz ona inandık ve kendisini tasdik edip doğruladık. Onun Allah tarafından
getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın
yalnız Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kıldığı şeyi haram,
helâl kıldığı şeyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp
bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmak,
dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe işleyegeldiğimiz kötülükleri
tekrar işletmek için türlü işkencelere uğrattılar. Onlar bize
galebe çalıp zulüm ve tazyikleri altında ezmeye başladıkları,
dinimizle aramıza girdikleri zaman, senin ülkene çıkmak, sığınmak
zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene can attık.
Ey Hükümdar, bir, senin yanında hiçbir zulme ve haksızlığa uğramayacağımızı
umuyoruz" (M. Asım Köksal, İslâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV.
191-192; bk. İbn Hişâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).
Konuşmayı dikkatle dinleyen Necâşî, yanlarında Kur'an'dan bir bölüm
bulunup bulunmadığım sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden
hemen önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbeş ayetini okudu.
Rivayetlere göre, ayetleri gözyaşları içinde dinleyen Necâşî,
bunların Hz. Musa ve İsa'nın getirdikleriyle aynı kaynaktan geldiğini
tasdik ederek, elçilere müminleri teslim etmeyeceğini bildirdi. Amr'ın,
müslümanların Hz. İsa hakkında çok kötü sözler kullandıklarını
söyleyerek Necâşî'nin kararını değiştirme çabası da Ca'fer'in,
"O, Allah'ın kulu, resulu, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek
Allah'a bağlanmış bir bakire olan Meryem'e ilka ettiği kelimesidir"
şeklindeki cevabıyla yalnızca Necâşî'nin bu konudaki gerçeği
kavramasına yaradı.
Habeşistan muhacirleri uzun yıllar hayatlarını burada huzur ve güven
içinde sürdürdüler. Bu süre içinde başta Necâşî olmak üzere
birçok kişinin müslüman olmasına vesile oldular. Bunların bir bölümü,
Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Başta
Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten
sonra, Hayber'in fethi (H. 7/628) sırasında Medine'ye gelerek müslümanlara
katıldı.
HABEŞ ÜLKESİNE İLK HİCRETİN TARİHİ VE ORAYA İLK HİCRET EDENLER:
Nübüvvet'in beşinci yılında, Receb ayında
1) Hz. Osman b. Affan, b. Ebil'As, b. Ümeyye
2) Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayya bint-i Resulüllah
3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe, b. Rebia, b. Abd. Şems
4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle bint-i Suheyl, b. Amr
5) Zubeyr b. Avvam, b. Huveylid, b. Esed
6) Mus'ab b. Umeyr, b. Haşim, b. Abd. Menaf, b. Abduddar
7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf, b. Abd, b. Haris, b. Zühre
8) Ebu– Seleme b. Abdul'esed, b.. Hilal, b. Abdullah, b. ömer,
b.Mahzum
9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme bint-i Ebi Ümeyye, b. Mugire,
b. Abdullah, b. ömer, b. Mahzum
10) Osman b. Mazun, b. Habib, b. Vehb, b. Huzafe, b. Cumah
11)Amir b. Rebia'el'Anzi
12)Amir b. Rebia'nın zevcesi Leyla bint-i Ebi Hasme
13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm, b. Abdul'uzza'l'Amiri
14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum bint-i Suheyl b. Amr
I5) Hatıp b. Amr, b. Abd şems
16) Süheyl b . Beyza
17) Abdullah b. Mes'ud
Dinlerinden döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak , Kimi, yalnız
başına, kimi, zevcesiyle,birlikte, Habeş ülkesine hicret etmek üzere
kimi, binitli, kimisi de, yaya olarak.Mekke'den, gizlice yola çıktılar.
Bu, İslam'da, ilk hicret idi.
GARANİK HADİSESİ VE İÇ YÜZÜ:
Resulullah Aleyhisselam bir gün Mekkede Kabe de Necm suresini okumağa
başlayıp surenin ,son ve Secde ayeti olan 62. Ayetini okuduktan sonra,
orada ,Secde etmiş,orada bulunan yanındaki arkasındaki herkes,Müslümanlar,
Peygamberimize uyarak secde etmiş, cemeatten, secde etmeyen kimse
kalmamıştır.Müşrikler, putlarının adını işittikleri için,putlarına,
tazim maksadıyla secde etmişlerdi.Bu habesistandaki müslümanlara
yanlis aksettirildi. Mekkeli Müsriklerin Müslüman olduklari
zannedilerek bazi müslümanlar Habesistandan Mekkeye geri Dönmüslerdi.
|
|