İslâmın
nûrunu söndürmek isteyen Mekkeli müşriklere karşı hazırlanan mücâhid
ordusunda az sayıda deve vardı. Bu sebeple bir deveye üç sahâbî nöbetleşe
biniyordu.
Resûlullah efendimiz de Ebû Lübâbe ve Hz. Ali ile bir deveye sırayla
bineceklerdi. Deveye ilk olarak Resûlullah efendimiz binmiş idi. Her ikisi de
Resûlullahın deveden inmemesini ve haklarını seve seve vermeyi arzû
ediyorlardı. Kendilerinin binip, Resûlullahın yürümesini içlerine sindiremiyorlardı.
Biz yaya
yürüyelim
Nitekim yaya yürüme sırası Resûlullah efendimize geldiğinde ikisi birden şu
teklifi yaptılar:
- Yâ Resûlallah! Siz inmeyin, biz yaya yürüyebiliriz.
Onların bu samîmî ve içten tekliflerine Resûlullah efendimiz şu cevâbı verdiler:
- Siz yürümekte benden daha güçlü değilsiniz. Ayrıca benim de sizin
kadar sevâba ihtiyâcım var.
Ebû Lübâbe, cihâd aşkıyla yanıyor, müşriklerle bir an önce karşılaşmaya can
atıyordu. Henüz düşmanla karşılaşmadan Resûlullah efendimiz Ebû Lübâbe'yi
kendi yerine vekil olması için Medîne'ye gönderdi. Oradaki vazîfesi kadın ve
çocukları korumaktı.
Ancak Resûlullah efendimiz, Bedir'de kazanılan ganimetlerden ona da pay
verdi.
Peygamber efendimizle, Benî Kurayza Yahûdîleri arasında bir anlaşma vardı. Buna
göre, Mekke müşrikleri ile yapılan Hendek Muharebesinde Müslümanlarla
beraber, Medîne'yi müdafaa etmeleri gerekiyordu. Fakat bunlar, böyle bir şeye
yanaşmadıkları gibi, harbin en nazik bir zamanında müşriklerle işbirliği
yaptılar. Peygamber efendimizin, durumu araştırmak ve sulh için gönderdiği
heyete de hakârette bulundular. Bununla da yetinmeyip, Medîne üzerine
baskınlar düzenlediler. Müslümanları öldürmeye teşebbüs ettiler.
Onların üzerine
yürü
Hendek muharebesinde, on bin kişilik müşrik ordusunun büyük zayiat vererek
geri çekilmesi Kurayza Yahûdîlerini hayâl kırıklığına uğrattı. Endişeyle
Medîne'ye iki saatlik mesâfede bulunan kalelerine çekildiler. Peygamber
efendimizin üzerlerine yürümesinden çok korkuyorlardı.
Peygamber efendimiz, Hendek'ten dönüp, evine geldi. Üzerindeki silâhları
çıkardı. O sırada Cebrâil aleyhisselâm geldi. Sarığının ucu iki omuzunun
arasında ve üzerinde zırhtan gömlek vardı.
- Ey Allahın Resûlü! Silahlarınızı çıkardınız mı? Vallahi biz daha
silahlarımızı çıkarmadık. Düşman sana geldiğinden beri melekler silâhlarını
çıkarmadılar. Kalk, silâhını kuşan ve onların üzerine yürü, dedi.
Peygamberimiz sordular:
- Kimin üzerine yürüyeyim?
Cebrâil aleyhisselâm da;
- İşte oraya, diyerek eliyle Benî Kurayza tarafını gösterdi.
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Eshâbım çok yoruldular. Birkaç gün dinlenseler nasıl olur?
- Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ, hemen Benî Kurayza kabîlesi üzerine yürümeni
emrediyor. Ben şimdi yanımdaki meleklerle beraber, Kurayza Yahûdîlerinin
kalelerine gidiyorum. Allahü teâlâ onları helâk edecektir.
Peygamber efendimiz, Cebrâil aleyhisselâm Allahü teâlânın emrini bildirip
gidince, Bilâl-i Habeşî'ye;
- İşitip, itâat eden kişi, ikindi namazını Benî Kurayza yurdundan
başka yerde kılmasın, diye seslenmesini emretti.
Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâm silahlandılar. Cebrâil aleyhisselâmın
izini takip ederek yola çıktılar. Benî Kurayza Yahûdîlerinin olduğu yere
geldiler. Kalelerin çok yakınına kadar yaklaştılar. Benî Kurayza Yahûdîleri
iyice muhasara altına alındı. Muhasara son derece şiddetlenmişti. Yahûdîler,
Peygamber efendimizden, görüşmek ve danışmak üzere Ebû Lübâbe'yi kendilerine
göndermesini istediler.
Bize ne yaparlar
Ebû Lübâbe'nin çoluk çocuğu ve malları Benî Kurayza yurdunda idi. Resûlullah
efendimiz Ebû Lübâbe'yi çağırdı ve buyurdu ki:
- Yahûdîlerin yanına git! Onlar Evsliler arasından seni istediler.
Resûlullah efendimiz ayrıca Ebû Lübâbe'ye, onların yanına vardığında nasıl
davranacağını da gösterdi. Ebû Lübâbe yanlarına varınca, onu karşıladılar.
Kadınlar ve çocuklar ağlaşarak, kendilerine acındırmaya çalışarak yardım
bekliyorlardı. Yahûdîler, Ebû Lübâbe'ye dediler ki:
- Ey Ebû Lübâbe! Muhasara bizi mahvetti. Muhammed müsaade etse de buradan
çıkıp, Şam'a veya Hayber'e gitsek, bizim çarpışmaya gücümüz yok. Ey Ebû
Lübâbe, biz teslim olursak bize ne yapılacak? Bize teslim olmayı tavsiye eder
misin?
Ebû Lübâbe de şöyle cevap verdi:
- Evet, teslim olmanızı tavsiye ederim. (Böyle söylerken elini boğazına
götürerek, teslim olurlarsa boğazlarının kesileceğini ifâde eden bir işâret
yapmıştı.)
Ebû Lübâbe diyor ki:
- Vallahi onların yanından da henüz ayrılmamıştım ki, bu hareketimle, Allaha
ve Resûlüne karşı iyi bir iş yapmadığımı anlamıştım.
Ebû Lübâbe, salâhiyetli olmadığı veya gizli kalması gereken bir şeyi
söylemişti. Ancak bir kere ağzından çıkmıştı.
Allahü teâlâ
kalbimi biliyor
Ebû Lübâbe bu duruma çok üzüldü, çok pişman oldu. Gözlerinden akan yaşlar
sakalını ıslattı. Kalenin arkasından bulduğu bir yolla, doğru Medîne'ye gidip
Mescid-i Nebeviye girdi. Kendisini direğe bağlattı.
- Allahü teâlâ kalbimi biliyor. Bana hakîkî bir tevbe ihsân edinceye kadar
vallahî ben Resûlullahın yüzüne de bakamam. Allahü teâlâ işlediğim günâhtan
tevbemi kabûl etmedikçe bu yerimden ayrılmıyacağım, diye yemin etti.
Ebû Lübâbe'nin düştüğü bu hatâ ile ilgili olarak şu meâldeki âyeti kerime
nâzil oldu:
(Ey îmân edenler, Allaha ve Resûlüne hâinlik etmeyin. Bile bile
aranızdaki emânetlere de hâinlik etmeyin.) [Enfâl 27]
Ebû Lübâbe, Resûlullahın muhterem hanımlarından Ümm-i Seleme'nin Mescid-i
Nebeviye açılan kapısı önündeki direğe kendisini bağlatmıştı. Hava bir hayli
sıcaktı. Bir hafta hiçbir şey yemeyip, kulakları işitemeyecek hâle gelmişti.
Ebû Lübâbe, yaptığına pişman olup kendini direğe bağlattığı sırada,
Müslümanlar onun bu hâlinden habersiz, Yahûdîlerin kalesinden dönmesini
bekliyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Ebû Lübâbe dönmedi.
Nihayet durumdan haberdar olunup, Resûlullaha arz edildi. Peygamber efendimiz
buyurdu ki:
- Eğer doğruca yanıma gelseydi, bağışlanmasını Allahü teâlâdan
dilerdim. Madem ki, o kendisini bağlatmış, artık Allahü teâlâ tevbesini kabûl
edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım.
Ebû Lübâbe bu şekilde direğe bağlı kalarak altı gece kaldı. Her namaz
vaktinde hanımı tarafından bağları çözülür, namazını kıldıktan sonra, tekrar
direğe bağlanırdı.
Müjdeleyeyim mi?
Peygamber efendimiz Ümm-i Seleme'nin odasında idi. O sırada, Ebû Lübâbe'nin
tevbesinin kabûl olduğuna dâir âyet-i kerîme nâzil oldu. Âyet-i kerîmede
meâlen buyuruldu ki:
(Onlardan diğer bir kısmı da günâhlarını itiraf ettiler ve önce
yapmış oldukları iyi bir ameli sonradan yaptıkları başka bir kötü amel ile
karıştırdılar. Olur ki, Allah, onların tevbelerini kabûl eder. Çünkü Allah,
Gafûrdur, çok bağışlayıcıdır, Rahimdir.) [Tevbe 102]
Ümm-i Seleme vâlidemiz, seher vakti Peygamber efendimizin güldüğünü işitince
sordu:
- Niçin gülüyorsunuz yâ Resûlallah!
- Ebû Lübâbe'nin tevbesi kabûl olundu.
- Müjdeleyeyim mi yâ Resûlallah?
- Olur! Müjdelemek istiyorsan, müjdele!
Bu haberi duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû Lübâbe'ye doğru
koştular. Ebû Lübâbe bunu kabûl etmedi. Dedi ki:
- Vallahi Resûlullah efendimiz bizzat eliyle beni bırakmadıkça buradan
ayrılmam.
Peygamber efendimiz de namaza giderken, uğrayıp salıverdiler.
Ebû Lübâbe direğe ince, sağlam bir iple bağlanmıştı. Onun için ip, onun iki
kolunu kesmişti. Uzun zaman bu kesikler geçmedi, izi kollarında kaldı.
Ebû Lübâbe hazretleri bu hâdise ile ilgili olarak şöyle anlatır:
Benî Kurayza Yahûdîlerini kuşatmıştık. O zaman bir rü'yâ gördüm. Şöyle idi:
Kurayza Yahûdîleri, çok pis kokan bir kara balçık hâline gelmişler! Onlardan
uzaklaşma imkânım da yoktu. Az kalsın, onların o kötü kokularından ölecektim.
Sonra, akan bir nehir gördüm, onda yıkandım. Tertemiz oldum. Güzel bir koku
da süründüm.
Rü'yâmı Hz. Ebû Bekir'e anlattım. O rü'yâmı şöyle ta'bîr etti:
- Dilin tutulacak, çok sıkıntılı bir işe gireceksin. Fakat kurtulacaksın.
Yemin keffâreti
Direkte bağlı olduğum zaman Ebû Bekir'in sözü aklıma geldi. Tevbemin kabûl
olacağına dâir âyet ineceğini ümit etmiştim.
Ebû Lübâbe bu günâhın işlendiği, Benî Kurayza yurduna dönmek istiyordu.
Hâlbuki Allah ve Resûlüne karşı günâh işlediği bu memlekete bir daha hiç
girmeyeceğine dâir yemin de etmişti. Durumu Resûlullaha arz etti. Allah ve
Resûlü uğrunda, bütün malını bile verebileceğini söyledi. Resûlullah
efendimiz buyurdu ki:
- Malının üçte birini vermek senin keffâretine yeter.
Hz. Ebû Lübâbe, malının üçte birini ayırıp, verilmesi gerekli kimselere
dağıttı. Ondan sonra, vefât edinceye kadar kendisinden hayırdan başka bir şey
görülmediği bildirilmiştir.
|