Sehl bin
Sa'd çok genç yaşta olduğundan Peygamberimizle hiçbir savaşa katılamadı, ama
ondan, çok ilim öğrendi. Hz. Sehl'in babası Sa'd bin Mâlik, Bedir savaşında
çok yararlıklar gösterdi. Müslümanlar arasında kahramanca savaşırken ansızın
yemiş olduğu bir darbe ile şehîd oldu. Peygamberimizin duâsını alarak,
"Eshâb-ı Bedir" sıfatını kazandı. Bu sırada Sehl bin Sa'd sekiz
yaşlarında idi. Peygamberimiz yetim kalan Sehl'e Bedir savaşında kazanılan ve
dağıtılan ganimetlerden babasının hissesini ayırarak verdi.
Sehl bin Sa'd, Uhud savaşı sırasında yaşı küçük olduğu için bu savaşa da
katılamamıştı. Diğer yaşı küçük sahâbîler gibi Medîne'de kalmıştı. Ancak
Peygamberimiz yaralandığı haberi Medîne'ye ulaştığı zaman, herkes gibi O da
çok üzülmüştü.
Hasır parçası
Bu arada Peygamberimizin
sevgili kerîmeleri Hz. Fâtıma'nın, babasının yaralanma haberini duyar duymaz
hemen O'nun yanına koştuğunu ve yardım etmeye başladığını, Sehl bin Sa'd,
şöyle bildirmektedir:
- Resûlullah efendimizin Uhud savaşında yaralandığı haberini duyduğumuz zaman
çok üzüldük. Kızı Hz. Fâtıma'nın bir kalkan içinde su getirerek
Peygamberimizin yaralarından akan kanları temizlediğini, bir hasır parçasını
yakarak küllerini Peygamberimizin yaralarının üzerine sürdüğünü bizzat
gördüm.
Sehl bin Sa'd, Hendek savaşına da yaşı küçük olduğu için katılamadı. Çünkü bu
sırada on-onbir yaşlarında idi. Fakat hendeğin kazılmasında sahâbilere çok
yardımcı oldu. Bütün sahâbilerin hizmetlerinin hepsine koşardı. Ayrıca hendek
kazımında da yardımcı olur, Peygamberimizin yanından hiç ayrılmazdı. Her an
O'nun hizmetinde bulunurdu.
Sehl bin Sa'd, Hendek'te gördüklerini anlatırken der ki:
- Hendek'te Peygamberimiz ile hep beraber idim. Onlar hendek kazıyor, biz
küçük yaştakiler omuzlarımız üzerinde toprak taşıyorduk. Bu sırada
Resûlullahın şöyle duâ buyurduğunu işittim:
"Yâ Rabbî! Bütün hayat, âhiret hayatıdır. Muhâcir ile Ensârı
magfiretine (afvına) nâil eyle."
Cemâ'at çoğaldı
Sehl bin Sa'd, Peygamberimizin
bir emir ve isteği olduğu zaman hemen yerine getirir, hiç bir zaman
geciktirmezdi. O'nun bu durumunu Hz. Sehl'in oğlu Abbâs şöyle anlatmaktadır:
"Peygamberimiz hutbe okuyacağı zaman hurma ağacından bir direğe yaslanır
öyle okurlarmış. Bir gün Resûl-i ekrem buyurur ki:
- Artık cemâ'at çoğaldı, bir şey yapılsa da üzerine otursam.
Bunu duyan babam (Sehl bin Sa'd) hemen, okun yaydan fırladığı gibi kalkmış ve
gitmiş.
Kısa bir zaman sonra minberin direklerini getirmiş. Yalnız babamın getirdiği
bu direklerin kendisinin veya bir başkasının hazırladığı hakkında bilgim
yoktur."
Daha sonra Sehl bin Sa'd'a, Peygamberimizin minberi hakkında suâl
sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
- Ben minberin hangi ağaçtan, hangi tarihte, hangi gün yapıldığını, hangi gün
kurulduğunu, Peygamberimizin ilk defa o minberden hangi gün hutbe okuduğunu
ve oturduğunu bilirim.
Sehl bin Sa'd, Peygamber efendimizin cömertliğini, kendi ihtiyacı olan bir
malı isteyen herkese verdiğini şöyle anlatmaktadır:
Kadının birisi Peygamberimize gelir, yanında getirdiği ve kendi eli ile
dokumuş olduğu güzel bir elbiseyi uzatarak der ki::
- Ey Allahü teâlânın Resûlü, bunu sizin için bizzat kendi elimle dokudum, ne
olur onu kabûl ediniz.
Peygamberimizin de bu şekilde bir elbiseye ihtiyacı vardı. Bu hediyeyi kabûl
ederek içeri girdi ve hemen giydi. Daha sonra dışarı çıktı.
Giymek için istemedim
Bu sırada Peygamberimizin
ziyâretine gelenlerden birisi, bu elbiseyi görerek:
- Ey Allahü teâlânın Resûlü! Bu ne kadar güzel bir elbise, bunu bana
verseniz, dedi.
Peygamberimiz hemen içeri girerek elbiseyi çıkardı ve isteyen sahâbîye verdi.
Diğer ziyâretçiler, elbiseyi isteyen adama sitem ederek:
- Hiç de iyi etmedin, Peygamberimizin bu elbiseye çok ihtiyâcı vardı. Sen onu
istemekle doğru bir hareket yapmadın. Bilirsin ki, Hz. Peygamber kendisinden
birşey istiyenleri hiç reddetmez ve geri çevirmez, dediler.
Elbiseyi isteyen kişi ise şöyle cevap verdi:
- Ben bu elbiseyi giymek için istemedim. Aksine, o benim öldüğüm zaman
kefenim olacaktır.
Sonra öldüğü zaman bu elbiseyle kefenlendi ve gömüldü. Bunun üzerine
Peygamberimiz şöyle buyurdu:
- Mü'minin; îmân sahibine karşı vaziyeti, bir kafanın vücuda karşı
vaziyeti gibidir. Îmân sahibinin her derdi diğer bir mü'mine ızdırap verir.
Nasıl ki kafanın her derdi bütün vücudu üzüntüye uğrattığı gibi.
Sehl bin Sa'd diyor ki:
Birgün birisi Peygamberimize gelerek dedi ki:
- Ey Allahın Resûlü! Allahü teâlânın ve insanların, beni sevecekleri bir işi
bana öğretir misin?
Bunun üzerine, Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Dünyadan yüz çevir ki, Allahü teâlâ da seni sevsin. İnsanların
eline bakma ki, onlar da seni sevsin.
Dünyanın kıymeti
Sehl bin Sa'd şöyle
anlatıyor:
Peygamberimiz, birgün bir topluluğa dünyanın boş, gerçek hayatın âhirette
olduğunu anlatmak için onları bir koyun ölüsünün başına götürerek buyurdu ki:
- Şu gördüğünüz koyun ölüsünün, sahibi yanında bir kıymeti var mı?
Eshâb-ı kirâm:
- Onun bir kıymeti olmadığı için onu buraya attı, diye arz ettiler.
Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdular ki:
- Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bu
dünya, koyunun sahibi yanında olan kıymetinden ziyâde Allahü teâlâ katında
değerli değildir. Eğer dünyanın Allahü teâlâ katında bir sivrisinek kanadı
kadar kıymeti olsaydı, Allahü teâlâ ondan (dünyadan) kâfire
bir yudum su içirmezdi.
Hz. Sa'd, Ensârın Hazrec kabîlesi kolundandır. Babasının ismi Sa'd bin Mâlik
olup, hicretten önce Müslüman olmuştur. Sa'd, dört halîfe devrinde çeşitli
savaşlara katıldı. Gittiği şehirlerde yeni Müslüman olanlara dîn bilgilerini
öğretti. 712 yılında Medîne'de vefât etti.
|