Hz. Talhâ
bin Ubeydullah, Resûlullah efendimizin; "Talhâ ve Zübeyr,
Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir.
Hz. Talhâ, ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı. Bu
seyâhatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra
gelmişti. Burada bir râhip;
- Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke'den gelen var mı? diye seslendi.
Talhâ bin Ubeydullah:
- Evet, ben Mekkeliyim, dedi.
- Ahmed zuhûr etti mi?
- Ahmed kimdir?
- Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur. Orası O'nun zuhûr edeceği
şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi Harem-i şeriften
çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir.
Olan bir şey var mı?
Râhibin sözleri Hz.
Talhâ'nın kalbine yer etti. Acele Mekke'ye geldi ve;
- Olan biten bir şey var mı? diye sordu.
- Evet var. Abdullah'ın oğlu Muhammed-ül-emin, peygamberliğini ilân etti. Ebû
Bekir de ona uydu, dediler.
Bunun üzerine doğruca Hz. Ebû Bekir'in yanına gitti. Ona:
- Sen Muhammed aleyhisselâma tâbi' mi oldun? diye sordu. Hz. Ebû Bekir:
- Evet, tâbi oldum. Sen de hemen O'na git, huzûruna gir, kendisine
tâbi ol! Çünkü O, Hak ve gerçeğe da'vet ediyor, dedi.
Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah, râhibin söylediklerini anlattı. Sonra
birlikte Resûlullaha gidip, Müslüman oldu. Râhibin sözlerini Peygamber
efendimize de anlattı. Resûlullah efendimiz tebessüm ettiler.
Talhâ bin Ubeydullah, Müslüman olduğu zaman, en yakın akrabâları dâhil olmak
üzere Mekke müşriklerinden çok işkence gördü. Evine hapsedildiği gibi, aç ve
susuz bırakıldı. Kardeşi Osman da, onun vâsıtasıyla îmân etmiş, bu
işkencelere o da tâbi tutulmuştu. Hele namazlarını edâ edecekleri zaman
çektikleri sıkıntı ve kendileri revâ görülen işkence, tahammülü mümkün
olmayan cinstendi.
Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Talhâ'yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar. Teymoğulları da
onlara sâhip çıkmadı. Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekir ve Talhâ'ya bitişikler
mânâsına gelen karînân dendi.
Dînimden dönmem
Hz. Me'sûd bin Hırâş,
gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder:
Safâ ile Merve arasında dolaşırken, elleri boynuna bağlı ve kalabalık bir
grup tarafından tâkib edilen bir delikanlı gördüm. Etrâfındakilere dedim ki:
- Bu kimdir, hangi suçu işledi de böyle bağladınız?
- Bu Talhâ bin Ubeydullah'dır. Atalarının yolundan saptı.
- Ya şu kadın kim ?
- Onun annesi Sa'ba binti Hadramî'dir.
Talhâ bin Ubeydullah, bütün bu akıl almaz sıkıntılara göğüs geriyor:
- Beni öldürseniz de dinimden asla dönmem, diye karşılık
veriyordu.
Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir'le, Medine-i münevvereye hicret buyurduğu
zaman, Hz. Talhâ ticâret için Şam'a gitmiş ve dönerken Medîne'ye uğramıştı.
Peygamber efendimizin orada olduğunu öğrenince, kervandaki mallardan vazgeçip
Medîne'de kaldı. Âilesini de getirterek muhâcirînden oldu.
Uhud savaşı
Uhud'da; Eshâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında toplanmışlar, canlarını
siper edip O'nu muhâfazaya çalışıyorlardı. Hz. Talhâ bin Ubeydullah da bunlar
arasında olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı.
Uhudda Müslümanlar birara şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman,
sevgili Peygamberimiz;
- Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın kulları bana
doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz sahâbî gelebilmişti
ve Peygamber efendimiz müşrikler tarafından tamâmen kuşatılmıştı.
Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir sırada, Peygamberimiz;
- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdu.
Herkesten önce...
Talhâ bin Ubeydullah
hazretleri;
- Ben Yâ Resûlallah! deyip ileri atılmak istedi.
Peygamber efendimiz;
- Senin gibi daha kim var? buyurdular. Medîneli sahâbîlerden
biri;
- Yâ Resûlallah! Ben! diyerek izin istedi. Sevgili Peygamberimiz;
- Haydi, sen karşıla! buyurunca Medîneli Sahâbî ileri
fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı. Eşine rastlanmadık kahramanlıklar
gösterdi. Bir kaç îmânsız öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti.
Resûl-i ekrem efendimiz, yine;
- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdular.
Herkesten önce yine Talhâ hazretleri:
- Ben Yâ Resûlallah! diyerek ileri çıktı.
Peygamber efendimiz;
- Senin gibi daha kim var? diye sorunca, Ensardan bir
mübârek;
- Ben karşılarım yâ Resûlallah! dedi.
- Haydi onları sen karşıla!
O da müşriklerle çarpışa çarpışa şehid oldu.
Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler
vuruşa vuruşa şehâdete erdiler. Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında
Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı.
Hz. Talhâ, Resûlullaha bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa
koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu. Onun bu kadar seri kılıç
sallaması, bir anda Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok,
kılıç darbelerine vücûdunu kalkan yapması, eşine rastlanmayacak bir
hâdiseydi.
Hz. Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç darbelerine hiç
aldırmıyordu. Dileği, Kâinâtın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri
gibi şehîd olmaktı. Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan
başka bir şey görünmez olmuştu. Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa
yetişiyordu.
Sevginin işâreti
Müşriklerden çok keskin
nişancı, attığını vuran Mâlik bin Zübeyr adlı bir okçu vardı. Bu müşrik
Peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı. Resûlullaha doğru gelen bu oka,
başka başka hiç bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Hz. Talhâ, elini
açarak oka karşı tuttu. Ok elini parçaladı.
Hz. Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok ötelere yükselmiş
aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet ile dolu bir kalbin, anlatılamıyan
bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır.
Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Resûlullah efendimiz ve Talha bin
Ubeydullah'ın yanında kimse kalmadığı anda, Hz. Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî
Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler.
Yiğitlerin efendisi Hz. Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp
bayıldı. Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti. Altmış altı
büyük yarası sayılamayacak kadar da küçük yarası vardı.
Yüzüne su serptiler
Sevgili Peygamberimiz, Hz.
Ebû Bekir'e, hemen Hz. Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i
Sıddîk, Hz. Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti. Talhâ bin
Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz;
- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah nasıl?
- Resululah iyidir. Beni O gönderdi
- Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sona her
musîbet hiçtir.
O sırada bir kaç sahâbi daha yetişti. Âlemlerin efendisi, Hz. Talhâ'nın
yanına teşrîf ettiler. Yaralı mücâhid, sevincinden ağladı. Peygamber
efendimiz, onun vücûdunu mesh ettikten sonra, ellerin açıp;
- Allahım! Ona şifâ ver, kuvvet ihsân eyle! diye duâ
buyurdular.
Resûl-i ekrem efendimizin bir mu'cizesi olarak, Hz. Talhâ sapa sağlam ayağa
kalktı ve tekrar düşmanla harbetmeye başladı. Sevgili Peygamberimiz onun için
buyurdu ki;
- Uhud günü, yer yüzünde sağımda Cebrâil'den, solumda Talhâ bin
Ubeydullah'dan başka bana yakın bir kimsenin bulunmadığını gördüm. Yeryüzünde
gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!
Yine Uhud'da İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi öldürmeye yemin etmiş idi.
Heryerde Resûlullahı arıyordu. Peygamberimizin üzerinde iki zırh vardı.
Başında da miğfer bulunuyordu. İbni Kâmia Resulullaha kılıcı ile saldırdı.
Kılıç darbesi ile Resûlullahın mübârek omuzları yaralandı. Diğer bir saldırı
neticesinde Resûlullah efendimiz, Ebû Âmir tarafından kazılan çukura düştü.
Miğferinin iki halkası mübârek yüzüne battı. İlk yetişen Ali bin Ebî Tâlib
oldu. Talha bin Ubeydullah ile birlikte çukurdan çıkardılar.
Peygamber efendimiz bundan sonra Uhud dağındaki kayalığa çıkıp dinlenmek
istediler. Fakat çok yorgun idiler. Hz. Talha:
- Yâ Resûlallah! Ben sizi çıkartayım, diyerek, hemen yere çöktü. Peygamber
efendimizi sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı. O zaman Resûl-i ekrem
efendimiz buyurdu ki:
- Talha Resûlullaha yardım ettiği zaman Cennet ona vâcib oldu.
Talhâ bin Ubeydullah, Uhud Harbi'nden Mekkenin fethine kadar geçen süre
içinde yapılan bütün savaşlara katıldı. Ayrıca Hudeybiye'de Bî'ât-ı Rıdvân'da
ve Huneyn savaşlarında bulundu.
Feyyâz lakabını aldı
Tebük gazvesinden herkes
elinden gelen gayretle orduyu techiz etmek, (donatmak) için uğraşırkan, o da,
herkesle yarışırcasına, varını yoğunu nesi varsa sarfetmiş, bundan dolayı, Feyyâz
lakabını almışıtır.
Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti zamânında da bütün savaşlara katıldı. Hz. Ebû Bekir
hastalandığında, yerine kimin halîfe olacağını Hz. Talhâ ile istişâre etmiş
ve o da ;
- Hz. Ömer bu makâma en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana; "Müslümanların
işini kime terk ettin?" derse, açık bir alınla ve müsterih olarak;
"Hz. Ömer'e bıraktım" dersin, diye tavsiyede bulunmuştu.
Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Ömer zamânında şûra meclisi üyesi idi. Halife Ömer
her hususta onun re'yine mürâcaat ederdi. Hz. Ömer'in vefât etmeden önce
halîfe seçilmek üzere aday gösterdiği altı zâttan birisi de Talhâ bin
Ubeydullah'dır.
Talhâ bin Ubeydullah, Cemel vak'asında şehid oldu. Hz. Ali harp meydanı
gezerken, Hz. Talhâ'yı ölenler arasında görünce, üzüldü ve çok ağladı.
Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve;
- Ey Talhâ! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serili görmek
bana pek ağır geldi ve beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce ölseydim,
buyurdu. Namazını kendi kıldırdı.
Bana eziyet veriyor
Vefâtından yirmi yıl sonra
kızı Âişe, bir gece rü'yâsında babasını gördüğünde;
- Yâ Âişe! Kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyet veriyor, beni buradan
çıkar da başka yere defnet, diye tenbih buyurdu.
Bunun üzerine kızı Âişe! çok üzüldü ve akrabâlarından bâzılarını alarak
kabr-i şerifini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif
yeşillenmiş, diğer yerleri yeni defnedilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş
buldular ve bir başka kabre naklettiler.
Hz. Talhâ, Eshâb-ı kirâmın en üstünlerinden olup kavuşamadığı fazilet sâdece
Hulefâ-î râşidin derecesi olmuştur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:;
- Yeryüzünde Cennet'lik bir kimse görmek isteyen, Talhâ bin
Ubeydullah'a baksın!
Hz. Âişe anlatır:
Bir gün Ebû Bekir-i Sıddîk Resûlulahın yanına girmişti. Resûlulah ona;
- Yâ Ebâ Bekir! Sen, Atîk ya'nî Allahü teâlânın Cehennem'den âzâd
ettiği kişisin, buyurdu. Ondan önce önce kimseye böyle Atîk ismi
verilmemişti.
Sonra Talhâ bin Ubeydullah içiri girdi. Resûlullah efendimiz ona da buyurdu
ki;
- Ey Talhâ! Sen de şehîd olmayı bekliyenlerdensin.
Hz. Talha, Zi'l-Karâde gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için kuyu
satın alıp onu mü'minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve
vakfetmek çok büyük çömertlikti. Zü'l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları
tek başına doyurmuştur.
Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını
görür, biçârelere yardım eder. Muhtâç olanlara para verirdi. Teymoğulları'nın
bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talhâ, bunların dullarını
evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.
Bir gün bir Bedevî, Hz. Talhâ'ya gelip, akrabâlık iddiasında bulunarak yardım
istedi. Hz. Talhâ akrabâlık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir
arâzisi bulunduğunu istediği takdirde onu almasını, veya satıp parasını
vermeyi teklif etti. Bedevî, parasını almak isteyince, arâziyi Hz. Osman'a
satıp parasını Bedevîye verdi.
Ahlâkını bilirim
Eshâb-ı kirâmdan bir çok
zât, Ümmi Ebân hâtunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat o hiç
birisini kabûl etmedi. Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca kabûl etti.
Sebebi sorulduğu zaman;
- Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden
çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir
iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusûr görünce affeder,
diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti.
Hz. Talhâ ticâretle ve zirâatle meşgûl olup, büyük çiftlik sâhibi idi.
Kendisinin Hayber'de ve Irak'ta çok arâzileri vardı. Böyle büyük bir
zenginliğin içinde bulunmasına rağmen, gâyet az yer, israf etmez ve isrâf
edenleri sevmezdi.
|