Hz.
Erkam'ın ataları, Mekke'nin sayılı zengin ve reisleri idiler. Bu sebeple,
eskiden beri saygı ve i'tibâr görürlerdi. Kâ'be-i muâzzamanın batı
taraflarında, yüksek bir evleri vardı. Beytullahı ziyâret edenler mutlaka,
onların evi önünden geçmeye mecburdular. Safâ tepesinde bulunduğu için,
uzaktan bile Kâ'be'yi görmek mümkündü.
Evim evinizdir
Hz. Erkam Müslüman olduktan sonra, sevgili Peygamberimizi evlerine da'vet
etti. Peygamber efendimiz de münâsip bir zamanda, Hz. Ebû Bekir'le birlikte
şeref verdiler. Evin geniş ve ferah salonlarında, topluca namaz kıldılar.
Huzûr içinde sohbet ettiler, uzun uzun konuştular. Bir ara Hz. Erkam dedi ki:
- Yâ Resûlallah, evim, evinizdir. Emrinizdedir. Nasıl, ne zaman ve ne kadar
arzû ederseniz, kullanabilirsiniz.
O sırada ilk Müslümanlar gerçekten, büyük baskı ve tehdit altındaydılar. En
yakın akrabâları bile onlara, eziyet ediyorlardı. Abdestlerini gizli alıyor,
namazlarını gizli kılıyorlardı. Çünkü müşrîkler, puta tapanlar; büyük bir kin
ve nefretle doluydular. Hz. Erkam'ın teklifi bu yüzden, sevgili
Peygamberimizi çok ferahlattı.
Hz. Erkam'ın tertemiz evi, Müslümanlar için gerçek bir kurtuluş kalesi oldu.
Bir dâr-ül İslâm ya'nî İslâm yuvası hâline geldi. Peygamber efendimiz,
sayıları 10-15'i geçmeyen mü'minler ile birlikte oraya yerleştiler. Rahatça
ibâdet etmeye, İslâm için çalışmaya devam ettiler.
İki Cihân Güneşi ve sevgili arkadaşları üç yıl kadar, bu ilk İslâm Kalesinde
bulundular. Birçok âyet-i kerîme, orada nâzil oldu. Birçok meşhur kimse,
orada hidâyete erdiler, Müslüman oldular. Sayıları kırka yaklaştığı bir gün,
Hz. Ebû Bekir sordu:
- Yâ Resûlallah! İnsanları açıkça İslâma da'vet zamanı, daha gelmedi mi?
Peygamber efendimiz de buyurdu ki::
- Henüz, sayımız azdır.
Fakat Hz. Ebû Bekir ısrar etti. Bunun üzerine hep beraber, Kâ'be civârına
çıktılar. Hz. Ebû Bekir ayağa kalkıp, orada bulunanlara konuşmaya başladı:
- Ey Kureyşliler! Allahü teâlâ birdir. Muhammed aleyhisselâm, O'nun Resûlüdür.
Gelin, birlikte İslâma dönelim. Felâha, kurtuluşa erelim.
Utbe'yi sağ
bırakmayız
Sevgili Peygamberimiz de onu dinliyorlardı. Hz. Ebû Bekir, daha sözünü
bitirmeden, müşrikler hücûm ettiler. Hem Hz. Ebû Bekir'e, hem de ötekilere
saldırıyorlardı. Hâinliğiyle tanınmış Rebîa'nın oğlu Utbe yamalı
ayakkabısıyla, yüzüne gözüne vuruyordu. Her tarafı şişen Hz. Ebû Bekir
sonunda düştü, bayıldı...
Gürültüyü işiten Teymoğulları kabîlesi, koşarak geldiler. Saldırganları
dağıtıp, akrabâlarını kurtardılar. Çünkü Hz. Ebû Bekir, aynı kabîleden idi. O
zamanlar kabîle mensupları, Müslüman olsun, müşrik olsun, birbirlerini
koruyorlardı.
Hz. Ebû Bekir'i, bir çarşaf içinde evine götürürlerken dediler ki:
- Eğer akrabâmız ölürse; and olsun ki biz de, Utbe'yi sağ bırakmayız!
Hz. Ebû Bekir'i müşriklerin elinden alıp evine götüren Teymoğulları ve
anacığı, Akşama kadar yatağı ucunda beklediler. Nihayet hava kararırken Hz.
Ebû Bekir gözlerini açtı. İlk sözü:
- Allahü teâlânın Resûlü nasıllar,oldu.
Kabîle büyükleri çıkıştılar:
- Sen bu hâle, O'nun yüzünden düştün! Kendine bakmıyor da, hâlâ O'nu mu
soruyorsun?
Anası Ümm-ül Hayr, başında gürültü yapanları kovaladı. Bütün gayretiyle,
sevgili oğluna bir şeyler yedirmeye çalışıyordu. O ise, hep soruyordu:
- Resûlullah efendimiz nasıldır?
Onun, ısrarlı soruları karşısında anası dedi ki:
- Yemîn ederim ki, benim hiç haberim yok!
- Öyleyse sorup, öğreniver!
Müjde oğlum!
Annesi yalvaran oğlunun hatırı için, evden çıktı. Epeyce sonra geldi. Yüzü
gülüyordu:
- Müjde oğlum! Merak ettiğin zât, Erkam'ın evinde bulunuyorlarmış.
Hz. Ebû Bekir'in gözleri parladı. Sanki dünyalar onun olmuştu. Anacığı ise,
elinde yiyecek bir şeyler uzatıyordu.
- Yine de gidip O'nu kendim görmedikçe, ahdim olsun, boğazımdan ne su, ne
yemek geçmiyecektir, deyince, kadıncağız şaşırdı.
Ortalık kararıp, herkes evlerine kapanıncaya kadar beklediler. Sonra, Hz. Ebû
Bekir'in koltuklarına girip, sokağa çıktılar. Doğruca Hz. Erkam'ın evine
yollandılar. Peygamber efendimizi sağ-sâlim görünce; sarılıp öpmeye, koklamaya
başladı. Dâr-ül Erkam'da bulunan Müslümanlar da, onu öpüyorlardı. Bu göz
yaşartıcı sahne, uzun zaman devam etti...
Annem de
hidâyete erse
Peygamber efendimizin şefkatli bakışlarından, kendisine çok acıdığını
hisseden Hz. Ebû Bekir ricâda bulundu:
- Yâ Resûlallah! Anam, babam, size fedâ olsun. Lütfen, benim için
üzülmeyiniz. Çünkü o kâfirler, yüzüme biraz fazlaca vurdular, o kadar. Fakat
şu benim vefâlı anacığım, çocukları için çok merhametlidir. Onun için Allaha
duâ buyursanız da, hidâyete kavuşsa ve böylece de, Cehennem ateşinden
kurtulmuş olsa?
Sevgili Peygamberimiz tebessüm ettiler. Sonra, Allahü teâlâya duâda
bulundular. Ümm-ül Hayr hazretlerine, îmân ve İslâmı teklif ettiler. O temiz
kalbli ana, hiç tereddüt etmeden Müslüman oldu. Kurtuluşa erdi. Böylece Hz.
Erkam'ın evi, bir kere daha bereketini gösterdi.
Çok geçmeden Hz. Hamza da, Müslümanlar arasına katılınca; sayıları 39'a
yükseldi. Peygamber efendimizin o bahadır amcaları ile, Müslümanların gücü
çok yükseldi. Çünkü onun kılıcının keskinliği, herkes tarafından iyi
bilinmekteydi. Bütün Mekkeliler, Hz. Hamza'nın cesâret ve kahramanlığından
korkarlardı.
Hz. Hamza Müslüman olduktan sonra bir ikindi vakti, inananlar, yine Hz.
Erkam'ın kutlu evinde toplanmışlardı. Namaz kılınmış, sohbet ediyorlardı.
Kapı hızlı hızlı çalındı. Gidip bakan zât, haber verdi:
- Yâ Resûlallah, Hattâb'ın oğlu Ömer gelmiş. Kılıcı da elinde bulunuyor.
Bunun üzerine ba'zıları dediler ki:
- Kapıyı açmıyalım!
Ba'zıları da, aksini söylediler.
İşte o zaman yiğit Hz. Hamza, sevgili Peygamberimize dönerek dedi ki:
- Bırakınız, yâ Resûlallah! Şâyet hayır için geldiyse, hayır görür. Şer,
kötülük için geldiyse, kendi kılıcıyla kellesini uçururum.
Hâlâ
vazgeçmiyecek misin?
Kapı açıldı. Ve bütün heybetiyle Hattâb'ın oğlu içeri girdi. İki Cihân
Sultânı ayağa kalktılar. Önlerine gelince, onu omuzlarından tutup sarstılar:
- Ey Ömer! Hâlâ vazgeçmiyecek misin?
Hattâb'ın oğlu, tâ iliklerine kadar sarsıldı. Ve olanca gücüyle dedi ki:
- Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah!
O anda, Müslümanlık şerefine erişti. Hz. Ömer oldu. Bütün Eshâb-ı kirâm,
yüksek sesle:
- Allahü ekber! Allahü ekber! Vallahü ekber! Tekbîrleriyle yeri, göğü
inletmeye başladılar. O kadar ki, Mekke'nin en uzak yerindekiler bile
işittiler. Çünkü Müslümanların sayısı, 40'a yükselmişti. Bunu öğrenen Hz.
Ömer:
- Ey Allahın Resûlü! Müsâade buyurunuz da, gidip hep birlikte, Beytullahın
içinde namaz kılalım, teklifinde bulundu. Peygamber Efendimiz kabûl ettiler.
İşte o gün, Hz. Erkam'ın sırlarla dolu güzel evi Dâr-ül Erkam; vazîfesini
tamamlamış oldu. Çünkü o günden sonra Müslümanlar, ibâdetlerini artık açıkça
ve her yerde yapmaya başladılar...
Allahü teâlânın emriyle sevgili Peygamberimiz, Medîne'ye Hicret ettikleri
zaman; Hz. Erkam da fazla gecikmedi. Herkes gibi o da; Mekke'deki güzel
evlerini, topraklarını, akrabâlarını terketti.
Peygamber Efendimiz Medîne'de onu, Hz. Zeyd bin Sehl ile din kardeşi
yaptılar. Huzur içinde yaşıyabilmesi için, Beni Züreyk mahallinde bir miktar
arazi verdirdiler...
Ne tarafa gidiyorsun?
Hz. Erkam fevkalâde dindar, ahlâklı ve cömert bir Müslümandı. Bilhassa,
namaza çok önem veriyordu. Bir gün yol kıyâfetiyle Peygamber efendimizin
huzûrlarına girip, selâm verdi. Sevgili Peygamberimiz selâmını aldıktan sonra
sordular:
- Ne tarafa gidiyorsun?
O da eliyle, Beyt-i Makdîs'i, Kûdüs taraflarını işâret etti. Peygamber
Efendimiz tekrar sordular:
- O tarafa seni sevkeden nedir, ticâret mi?
- Hayır ey Allahın Resûlü. Maksadım, ticâret değildir. Sâdece Beyt-i
Makdîs'te namaz kılmak istiyorum.
Sevgili Peygamberimiz, Mekke taraflarını işâret ederek buyurdu ki:
- Mescîd-i Harâm'da kılınan bir namaz; oradan başka mescîdlerde
kılınan bin namazdan hayırlıdır.
Medîne'de parlayan İslâm Güneşi, ışıklarını; önce yakınlara, sonra uzaklara
yaymaya başladı. Allah rızâsı için, Allahın dîni olan İslâmı yaymak için,
savaşlar yapıldı.
Önce büyük Bedir, sonra ibretli Uhud, daha sonra Hendek ve öteki gazâlar
kazanıldı. Nihâyet İslâmın doğduğu mübârek belde olan Mekke, müşrikliğin
merkezi durumundan kurtarıldı ve fethedildi. Oradan da, dünyanın dört bir
yanına dağıldılar.
Hz. Erkam'ın nûrlu evinde, Dâr-ül İslâmda yetişen, 40 büyük" sahâbî
bugün yeryüzünde yaşayan 400 milyon Müslümanın yıldızları, önderleri, ataları
oldular.
Tam bir sığınak
oldu
Hz. Erkam'ın evi, İslâm târihinde çok önemli bir rol oynamıştır. İlk
Müslümanlar, kendilerine yapılan eziyet ve işkencelerden kurtulmak için, bu
eve sığınmışlardı.
Hz. Ömer'in katılmasıyla 40 kişi oluncaya kadar, Dâr-ül Erkam onlara, tam bir
sığınak oldu. Ayrıca birçok âyet-i kerîme de, burada nâzil oldu...
Hz. Erkam'ın evi Dâr-ül İslâm olarak; uzun müddet önemini korudu. Çocuklarına
vakfettiği için, onlar da satmadılar. Fakat Halîfe Mansûr zamanında, devletin
eline geçti. Yıkılmaktan kurtarmak için, ta'mir edildi. O zaman da evin aslı
kayboldu.
Bu mübârek eve fazla kıymet vermemiz; şüphesiz, onun taşına toprağına
değildir! İslâmiyet zâten böyle bir şeye, izin vermez. Saygımız sâdece, orada
toplanan ve İslâm ve îmânları için her fedâkârlığı göze alan ilk Müslümanların
hâtırâları sebebiyledir.
Erkam'ın babası; Ebî'l Erkam, anası; Ümeyme, kabîlesi; Mahzûmoğulları,
künyesi; Ebû Abdullah'tır. İslâmiyeti ilk kabûl edenlerin 7. veya 11.'sidir.
Ailesi, Mekke'nin sayılı asîllerinden idi. Bu sebeple Müslüman olmadan önce
de, çok saygı görürlerdi.
Mazlûmun hakkını
arayanlar
Hz. Erkam aynı zamanda; Mekke'de, Mekkelilerden ve onlar dışında Mekke'ye
girecek olan sâir insanlardan zulme ve haksızlığa uğramış kimse bırakmamak;
mazlûmun hakkı geri alınıncaya kadar, zâlime karşı, mazlûmla birlikte hareket
etmek üzere ahidleşen; denizlerin, bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu
bulundukça, Hirâ ve Sebîr dağı yerlerinde durduğu ve üzerlerinde dağ tekeleri
yayıldığı müddetçe, bu ahid ve sözlerine bağlı kalacaklarına yemin eden Hılfül
fudûl eshâbından idi.
Hz. Erkam, Bedir, Uhud ve diğer gazâlara katıldı. Hepsinde büyük yararlıklar
gösterdi. Allahü teâlânın Resûlü zaman zaman onu, zekât toplamakla
vazifelendirdiler. Her zaman olduğu gibi bu vazifeyi de, severek ve başarıyla
yaptı.
Geçimini, ziraat ve ticâretle temin ederdi. Kimseye muhtaç olmadan yaşadı.
Dürüstlük ve dindarlık; ahlâkının temel taşlarıydı. İki oğlu vardı: Abdullah
ve Osman. Kızları: Meryem, Safiyye ve Ümeyye adlarını taşıyordu.
Hicretin 53. yılında, 83 yaşlarında, Medîne'de vefât eyledi. Namazını,
vasiyeti üzerine aynı günlerde Müslüman oldukları; Hz. Sa'd bin Ebî Vakkâs
kıldırdı. Bakî' kabristanına defnolundu.
|