Uhud
savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, Müslümanlardan bunların intikamını
almak istediler. Alçakca bir plân hazırladılar. Hemen de planı tatbike
koydular. Bu maksatla bir heyet Medine'ye giderek Resulullahın huzuruna
çıkıp:
- Yâ Resûlallah. Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız
Kur'ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'an-ı
kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız? diye ricada bulundu.
Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti
yolladılar. Başlarında,
Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed,
Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık,
Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.
Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl
Kabilesi topraklarında, Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar...
Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir
bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğullarına gidip, haber verdi.
Çarpışmaya karar verdiler
Çok geçmeden
kâfilenin etrâfı sarıldı. 200'den fazla silâhlı eşkiyâ oradaydı.
- Bize öğretmen lâzım! diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları,
eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar.
Lıhyânoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple:
- Teslim olun. Canınızı kurtarın, teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri
onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü
Mekke'li müşrikler kendilerine:
- Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz, demişlerdi.
Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Onun için, aralarında istişâre ederek
çarpışmaya karar verdiler. Arkalarını dağa dönüp, kılıçlarını çekip, Allahın
dîni uğrunda vuruşmaya başladılar.
İkiyüz kişilik düşmana karşı görülmemiş bir kahramanlıkla çarpıştılar.
Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler.
Nihayet çarpışa çarpışa on Sahâbi'den yedisi okla vurularak orada şehid
düştü.
Sadece Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târık kalmış,
müşriklerle çarpışıyorlardı.
Çok geçmeden müşrikler, onları sağ olarak yakaladılar.
Arkadaşlarım bana örnektir
Lıhyanoğulları üçünü
de yayların kirişleri ile bağladılar. Mekke'ye götürmek üzere yola çıktılar.
Abdullah bin Târık Mekkeli müşriklere götürülmeye râzı olmadı. Gitmemek için
zorlandı.
- Vallahi ben size arkadaş ve yoldaş olmam! Şehid olan arkadaşlarım bana
örnek ve önderdir, deyip, bir zorlayışta ellerini kurtardı.
Lıhyanoğulları O'nu taşa tuttular, sonunda O'nu da şehid ettiler.
Lihyânoğulları, Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi Mekke'ye götürüp
müşriklere yüksek bir fiyatla sattılar.
Çünkü Hz. Hubeyb Bedr Gazâsında müşriklerden Hâris bin Âmir'i Cehenneme
yollamıştı.
Onun oğulları şimdi kendisini almak için, büyük para ödediler.
Zeyd bin Desinne'yi de Safvân bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası
Ümeyye bin Halef'in intikâmını almak üzere satın aldı.
Mekkeli Müşrikler, Hz. Hubeyb ve Zeyd'i satın aldıktan sonra, onlara ne cezâ
vereceklerini konuşuyorlardı:
- Hayır! Evvelâ işkence etmeliyiz.
- Ama Harâm aylar içinde bulunuyoruz!
- Evet! Bu sebeple, hemen öldüremeyiz! Harâm ayların geçmesini beklememiz
gerek.
- O hâlde, hapsedelim.
- Ellerini, ayaklarını zincire vuralım! diyorlardı. Öyle yaptılar.
İntikam hırsı
Harp meydanındaki
yenilginin intikâmını, müdâfaasız bir insandan alacaklardı. Hem de o esîri;
harpte değil, parayla pazardan almışlardı!..
Hârisoğulları, iftihârla Hubeyb bin Adiy'i kendi âile fertlerine
gösteriyorlar:
- İşte babamızı öldüren. Şimdi vereceğimiz cezâyı beklemekte! diyorlardı.
Hz. Hubeyb bin Adiy, hapsedildiği evde tam bir tevekkül ile, Allahü teâlânın
kendisi hakkındaki takdirini bekliyordu.
Üzüm salkımı
Hapsedildiği evde bulunan ve azatlı bir cariye olan Mâviye şöyle anlatmıştır:
Hübeyb, benim bulunduğum evde bir hücreye hapsedilmişti. Ben ondan daha
hayırlı bir esir görmedim.
Bir gün baktım elinde insan başı gibi kocaman bir üzüm salkımı vardı. Ondan
yiyordu. Hergün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü.
O mevsimde hem de Mekke'de üzüm bulmak asla mümkün değildi. Allahü teâlâ ona
rızık veriyordu.
Hz. Hubeyb, hapsolunduğu hücrede namaz kılar, Kur'ân-ı kerîm okurdu. Onun
okuduğu Kur'ân-ı kerîmi dinleyen kadınlar ağlaşırlar. Ona acırlardı.
- Ona bir isteğin var mı? dediğimde,
- Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme,
bir de beni ödürecekleri zaman önceden haber ver, başka birşey istemem,
dedi.
Öldürüleceği gün kararlaştırılınca gidip kendisine söyledim. Hayret ettim,
öldüreceği zamanı öğrenince onda en ufak bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü
eseri görülmüyordu. Bana:
- Ne olur bana, bir ustura buluver. Temizlik yapacağım. Ben de sana duâ
ederim, dedi.
Haksız yere cana kıymayız
Ben de çocuğumun
eline bir ustura verip, gönderdim. Çocuk yanına gidince birden korktum.
- Eyvah bu adam çocuğu ustura ile keser o nasıl olsa öldürülecek, dedim.
Koşup çocuğa baktım.
Hubeyb, gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu sevmek için dizine oturtmuştu.
Ben bu durumu görünce çok korkup, feryâd etmeye başladım. Durumu anlayınca,
- Bu çocuğu ödüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dînimizde böyle şey
yok. Haksız yere cana kıymak bizim hâl ve şânımızdan değildir, dedi.
Aslında eli usturalı bir esir çok şey yapabilirdi. Hattâ bu fırsat sâyesinde,
hürriyetine bile kavuşabilirdi.
Hz. Hubeyb böyle birşeyi, düşünmek bile istemedi. Küçük bir yavruyu âlet
etmek küçüklüğünü aklına bile getirmedi.
Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi öldürmek için müşriklerin
kararlaştırdığı gün gelmişti. Fakat müşriklerin kin ve intikâm hisleri geçmek
bilmedi.
Herkese haber verildi. Bu yüzden şehrin zengin-fakîr, genç-ihtiyâr,
kadın-erkek ve bütün çocuklar oradaydılar. Bu iki yüce Sahâbenin başına
gelecekleri merak ediyorlardı.
Bir isteğin var mı?
Bir sabah erkenden O
büyük îmânlı Sahâbînin zincirlerini çözüp, zindandan çıkardılar. Mekke
dışında Ten'im denilen yere götürdüler. Çünkü bütün mel'anetlerini, orada
yapmayı âdet edinmişlerdi.
Bu iki Allah ve Resûlullah dostu ise, heyacanlı değildiler.Yolda karşılaşıp
görüşen bu iki Sahâbî kucaklaşarak birbirlerine uğradıkları belâya
sabretmelerini tavsiye ettiler.
Az sonra bir müşrik bağırdı:
- Ey Hubeyb! Sen bizim babamızı, Hâris bin Âmir'i öldürdün. Bugün onun
intikâmını senden alacağız. Ölmeden önce bir isteğin var mı?
Hubeyb bin Adiy gâyet sâkin, şunları söyledi:
- Yaşatan ve öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız
Cenâb-ı Allahtır.. O'na binlerce hamd olsun.
Darağacında
namaz
Müşrikler hayretle tekrar sordular:
- Ölmeden önce son bir arzun yok mudur?
- Beni bırakınız iki rekât namaz kılayım...
- Kıl orada.
Elleri ve ayakları çözülen Hz. Hubeyb, hemen namaza durup, büyük bir sükûnet
içinde huşû' ile iki rekât namaz kıldı. Cenâbı Hakka son duâlarını yaptı.
Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı.
Namazını bitirdikten sonra
- Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek
olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım, dedi.
Böylece idam edilirken iki rekât namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına
sebep olan Hubeyb bin Adiy'dir Peygamber efendimiz, onun idam edilirken iki
rekât namaz kıldığını işitince bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur.
Allah ve Resûlullah sevgisi için
Hârisoğulları hırsla
yaklaştılar:
- Artık ölmeye hazır mısın? diye sordular.
Aslında O'nun bağırıp çağırmasını istiyorlardı. Çünkü o zaman daha keyifle,
işkence edeceklerdi.
Fakat aksine Hubeyb halâ sâkindi:
- Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli
değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resûlullah sevgisi içindir. Cenâb-ı
Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun zerresini, lütuf ile Cennetine
nâil eyler, dedi.
Hz. Hubeyb, son namazını kıldıktan sonra, Mekkeli müşrikler, onu tutup darağacına
kaldırarak bağladılar. Yüzünü kıbleden Medine'ye doğru çevirdiler. Sonra:
- Vallahi dînimden asla dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse yine
İslâmiyyetten dönem!..
Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah
- Şimdi senin yerine
Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturasın
ister misin?
- Ben Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medîne'de
yürürken ayağına bir diken bile batmasına asla râzı olmam!
- Ey Hubeyb, İslâm dîninden dön eğer dönmezsen seni muhakkak öldüreceğiz.
- Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin hiç ehemmiyeti
yoktur.
Hz. Zeyd bin Desinne'ye de bu şekilde söylediler. O da aynı cevabı vererek
şehid oldu.
Bundan sonra Hubeyb:
- Allahım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum... Allahım!
Resûlüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi Resûlüne bildir,
diyerek duâ etti.
Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Eshâb-ı kirâmla
oturuyordu.
Zeyd bin Hârise şöyle anlatmıştır:
Bir gün Resûlullah efendimiz Eshâbıyla otururken kendisine vahy geldiği
sırada kaplayan hâl gibi bir hâl kapladı. Sonra,
- Ve aleyhisselâm, dedi.
- Yâ Resûlallah bu selâmı kimin selâmına karşılık verdiniz?
- Kardeşimiz Hubeyb'in selamına karşılık verdim. Cebrâil
aleyhisselâm, Hubeyb'in selâmını bana ulaştırdı.
Ve Hubeyb ile Zeyd'in şehid edildiğini Eshâbına duyurdu. Hubeyb'in etrafında
toplanan Kureyş müşrikleri:
- İşte babalarınızı öldüren bu adamdır, diyerek gençleri üzerine
mızraklarıyla saldırttılar. Mızraklarını saplayarak vücudunu yaralamaya
başladılar.
Yüzümü Ka'be'ye çevir
Bu sırada Hubeyb'in
yüzü Kâ'be'ye doğru döndü. Müşrikler Medine'ye doğru döndürdüler.
Hz. Hubeyb:
- Allahım eğer ben senin katında hayırlı bir kul isem yüzümü Ka'be'ye
çevir, diyerek duâ etti.
Yüzü yine kıbleye döndü. Müşriklerden hiçbiri onun yüzünü Kâ'be'den başka bir
tarafa çeviremedi.
Bu esnada Hz. Hubeyb darağacı üzerinde düşman arasında garip bir halde şehit
edilmekte olduğunu dile getiren bir şiir söyledi.
Mekkeli müşrikler darağacına çıkardıkları Hz. Hubeyb'e, ellerindeki
mızraklarla işkence yapmaya başlayınca:
- Valahi ben Müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra vurulup hangi yanım
üstüne düşersem düşeyim gam yemem. Bunların hepsi Allah yolundadır, dedi.
Hubeyb bundan sonra yüksek sesle şöyle bedduâ etti.
- Ey büyük ve herşeye kâdir Allahım. Sen de bu zâlimlerin tamâmını mahveyle!
Onlardan hiç birini sağ bırakma! Hepsini ayrı ayrı öldür, Allahım!
Hâinler korkak olur
Hâinler korkak olur.
Bu hâinler de bedduâyı işitince korkmaya başladılar. Hz. Hubeyb biraz daha
konuşursa, vaziyet değişebilirdi. Oradakiler müşrik de olsalar tesir altında
kalabilirlerdi! Hattâ o mazlûmu kurtarmak istiyen bile çıkabilirdi.
Hârisoğulları:
- Konuşturmayın şunu! diye bağırdılar.
Sonra da mızraklarını peşpeşe saplamaya başladılar, içlerinden biri göğsüne
mızrağı sapladı, mızrak sırtından çıktı.
Hubeyb, vücudundan kanlar fışkırırken ve darağacında sallanarak son nefesini
verirken,
- Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve
resûlüh diyerek şehid oldu.
Hubeyb bin Adiy'in cenazesi kırk gün darağacında asılı kaldı. Bedeni çürüyüp
kokmadı. Hep taze kan aktı.
Peygaber efendimiz onun cenazesini getirmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin
Avvâm ve Mikdâd bin Esved'i gönderdi.
Gece gizlice Mekke'ye girip Hubeyb'i asılı bulunduğu darağacından indirip
deveye yükleyerek Medine'ye doğru yola çıktılar.
Cennetteki komşu
Durumu öğrenen müşrikler büyük bir kalabalık hâlinde üzerlerine hücum
ettiler.
Hz. Zübeyr ve Mikdâd, kendilerini savunmak için cenazeyi yere koydular. Biraz
sonra baktılar ki, Hubeyb'in cenazesini bıraktıkları yer yarılıp, cesedi
içine alındı ve kapandı.
Onlar da oradan uzaklaşıp, Medine'ye döndüler.
Peygaber efendimiz, Hubeyb bin Adiy için:
- O benim Cennette komşumdur, buyurmuştur.
Bu şekilde şehid edilen Hubeyb, Ensârdan ya'nî Medîneli Müslümanlardan olup
Evs kabilesindendir.
Hicretten önce Müslüman oldu. Bedir ve Uhud savaşına katıldı. Bu savaşlarda
büyük kahramanlıklar gösterdi.
|