Hz.
Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı.
Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ’tibârı yüksek idi. Hz. Ebû
Bekir’in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun
fikrini alırdı. Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı.
Peygamber kızı
olsa gerek
Müslüman olmasını
şöyle anlatır:
Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyâretine
gitmiştim. Bana dedi ki:
- Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek
görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok
güzel olup, sâliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.
Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim. Çünkü, peygamber olarak bildiğim
kimse yoktu. Hiç ortada böyle bir şey yok iken, teyzem bunları nereden
çıkartmıştı. Şunu da biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi. Benim
hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti:
- Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O’nu
bulmakta güçlük çekmiyeceksin!
- Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun.
Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.
- Muhammed bin Abdullah’a peygamberliği bildirildi. Artık halkı hak dîne
da’vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O’nun dînine girer kurtulursun.
O’nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır.
Bu mes’ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı. Her önemli mes’elede
fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir’e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine
aynen bildirdim. Bana dedi ki:
- Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmiyen,
işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh
olarak kabûl edilir?
- Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım.
Fakat çâre bulamamıştım.
- Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben kendisinin
peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen
de îmân et!
Cennete da'vet
eder
Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki:
- Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da’vet eder. Sen de bu
da’veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.
Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da’vet üzerine,
hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum.
Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rü’yâyı anlattım. Rü’yâmda,
“Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke’de zuhûr etti” diye nidâ işitmiştim. Sonra
da Mekke’ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti.
Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını
görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini
çok severdi.
Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir
toplantıda, sohbet buyururken:
- Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu.
Sen benim
sevdiğimsin
Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman’ı
yanına alıp buyurdu ki:
- Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.
Hz. Âişe anlatır:
Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir
içeri girmek için izin istedi.
İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer
izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken
onlarla sohbet ettiler.
Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber
efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde kabûl ettiler.
Hepsi gittikten sonra sordum:
- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız.
Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?
- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem.
İbni Mes’ûd hazretleri anlatır:
Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı
içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki:
- Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.
Hz. Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar”
diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve
Resûlullahı memnûn etmek istiyordu.
Bunlar nedir?
Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp,
Resûlullahın huzûruna getirdi. Peygamber efendimiz Hz. Osman’a sordu:
- Yâ Osman! Bunlar, nedir?
- Osman’dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir.
Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü’minler
sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek
ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:
- Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver.
Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke
ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı.
Peygamber efendimiz şöyle duâ buyurmuştur:
- Yâ Rabbî! Osman’ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr bütün
günâhlarını affet.
Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme
kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi.
Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su
vermiyordu.
Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir
Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı.
Cenneti
müjdeliyordu
Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp,
Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını
müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hz. Osman,
hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı.
Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi
mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne
yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek istiyordu.
Yahûdîye dedi ki:
- Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklîfim var.
Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden
çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu
işletelim.
Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklîf çok hoşuna
gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir
gün Yahûdî, diğer gün Hz. Osman durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek
fiyatla suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar,
sıra Hz. Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi
günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı.
Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu.Yahûdî oyuna geldiğini
anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da
aynı fiyatla Hz. Osman’a satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabûl etmedi. Bir
müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hz. Osman yine
kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka
çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla
diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların
ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz.
Osman’a hayır duâ ettiler.
Her adımına bir
köle
Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O’nun mübârek
duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı.
Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine da’vet etti. Resûlullah
buyurdu ki:
- Yalnız beni mi da’vet ediyorsun?
- Eshâb-ı kirâm da da’vetlidir.
Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber
vermesi için yolladı. Kendisi de Hz. Ali ile, Hz. Osman’ın evine doğru
yürümeye başladı.
Hz. Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu. Resûlullah
bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevâbı verdi:
- Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim.
Da’vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti.
Hz. Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman-ı Zinnûreyn’e gelir. Bunun
hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sâbittir.
Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi.
Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in
oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları
Müslüman olmaya da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları
da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece
Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler.
Osman'a verirdim
Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukayye, Bedir
savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz.
Osman’a nikâh edildi. Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme
ni’metine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn”
denilmiştir.
Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı
vefât edince;
- Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’a verirdim,
buyurmuştur.
İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman’ı gâyet medhetmişti. Düğünden sonra kızı
dedi ki:
- Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osman’ı gâyet medheylediniz. Buyurduğunuz
kadar değil.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:
- Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım
kızım, Osman’a çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok
benzeyen odur.
Başka bir zaman da:
- Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman’ın düşmanlarının hasmıyım,
onlara karşıyım, buyurdu.
Bir başka zaman da:
- Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr etmiştir.
Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim, buyurdu.
Resûlullah, Hz. Osman’a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.
Hakkında âyet
nâzil oldu
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medîne’ye
geliyordu. Peygamberimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider.
Hz. Osman dedi ki:
- Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme işini
üzerime alıyorum.
Mescidi 40 zrâ ya’nî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı.
Bunun üzerine, “Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe
inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta’mîr
eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır”
meâlindeki Tevbe sûresi 18. âyeti nâzil oldu.
Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel yazar, güzel
konuşurdu. Hitâbeti kuvvetli idi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ezberi çok
ileri derecede idi. Namazda, bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört
kişiden biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu için elinde iki mushaf
eskimiştir.
12 sene hilâfet makâmında kalan Hz. Osman, çok cesûr idi. Hiçbir felâket
karşısında sarsılmamıştı. Bunun için halîfeliği çok başarılı geçmiştir.
Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur.
Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir,
Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri, O’nun devrinde
İslâm topraklarına katılmıştır.
Resûlullah
efendimiz haber verdi
Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler,
askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm
memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.
Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek fitneleri
zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem
buyurdu ki:
- O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır.
Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affân idi.
O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki:
- Yâ Resûlallah. Bu mudur?
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet.
Yine aynı husûsta Hz. Âişe-i Sıddîka’dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte
buyurulmuştur ki:
(Yâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek.
Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu
çıkarma!)
Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman, muhâsara edildiği zaman halîfelikten
çekilmemiştir.
Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir
gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi:
- Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz.
Benim kulağımı
çek
Bu söz Hz. Osman’a çok te’sîr etti. Buyurdu ki:
- Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.
Genç, Hz. Osman’ın kulağını çekti. Hz. Osman;
- Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:
- Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum.
Hz. Osman buyurdu ki:
- On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim, amel edilmeyen
ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz
kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal,
binilmeyen vâsıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret
yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.
Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün Arabistan, Afrika’nın
büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın
idâresi altına girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü.
Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların
sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten
insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı.
Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.
İbni Sebe
yapıyordu
Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için el
birliği ederek gece gündüz çalışıyordu. Bunların elebaşılığını da Yemenli bir
Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu.
Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir teşkilâtla, câhil ve
başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana
getirdi.
Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne’ye kadar yürüyüp Halîfeyi indirmek
istediler. Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talhâ,
Hz. Osman’ın kapısında nöbet tutuyorlardı.
Hz. Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki:
- Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!
İstediği iki kişi gelince onlara sordu:
- Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar
susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp,
Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va’detti. Bu va’d üzerine kuyuyu
satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim?
- Evet sen idin?
- Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim?
- Evet sendin?
- Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz, “Cennette daha
hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder”
buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?
- Evet sensin.
- Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ
sallanmaya başladığında, “Ey Sebir dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir
Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı
mı?
- Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu.
Fitneden koru
Hz. Osman, “Allahü ekber” diye tekbîr aldı. Sonra:
- Şâhid olun ki, ben şehîdim, buyurdu.
Bu sırada, âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hz. Osman Kur’ân-ı kerîm
okurken, saldırıp şehîd ettiler. Son nefesini verirken şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru!
Bunu üç defa tekrarladı.
Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri anlatır:
“Muhâsara esnâsında, Hz. Osman’ın yanına gittim. Bana şunu anlattı:
Bu gece rü’yâmda, şu pencereden Resûl-i ekrem efendimizi gördüm. Aramızda şu
konuşma geçti:
- Osman seni muhâsara ettiler öyle mi?
- Evet yâ Resûlallah!
- Seni susuz bıraktılar öyle mi?
- Evet yâ Resûlallah!
İftârı bizimle yap
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi. Ve ben bu suyu
içtim. Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum. Bana buyurdu ki:
- İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftârı bizim
yanımızda yap!
- Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh ederim.”
Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman’ın yanından çıktıktan sonra
isyâncılara dedi ki:
- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür.
Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten
vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz!
Ayrıca Hz. Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.
Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.
Hz. Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına alırdı.
Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi.
- Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse göstereceğim sabır
ve metânetten dolayı alacağım sevâb daha büyük olur.
Bire yediyüz
verene verdik
Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve
yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler.
Hz. Osman dedi ki:
- Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim.
Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip dediler ki:
- Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?
Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
- Hz. Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun
arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:
- Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler.
Hz. Osman şu cevabı verdi:
- Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz
veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana
verdik.
Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne’de bulunan fakîrlere, Eshâb-ı
kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakîrlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir
bu işe çok sevinip, Hz. Osman’ın alnından öptü.
|