Ka'be-i
muazzamanın güneyinde, yüksekçe bir yerde, Hz. Erkam'ın evi bulunuyordu.
Ka'be'ye güney tarafından gelmek isteyen bu evin önünden geçmek durumunda
idi. Ev yüksekte olduğundan Ka'be rahat olarak görünürdü. Ayrıca Hz. Erkam,
Mekke'nin ileri gelenlerinden, itibarı çok olan bir zât idi ki, herkes
kendisine hürmet ve ikrâm ederdi.
Bu gibi sebeplerden dolayı, Peygamber efendimiz ve diğer Müslümanlar burada
toplanırlar, emniyetli bir yer olduğu için ibâdetlerini rahat yaparlardı.
Yeni Müslüman olmak isteyenler de bu eve gelir, Müslüman olmakla
şereflenirdi. Bunun için, bu eve Dar'ül-İslâm ve Dârül-Erkam gibi isimler
verilmişti.
Müslüman olacağım
Bir gün Hz. Ammâr bin Yâser,
Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan'a rastladı. O'na sordu:
- Burada ne yapıyorsun?
- Sen ne yapıyorsun?
- Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dîne
gireceğim. Müslüman olacağım.
- Ben de aynı maksatla buraya geldim.
İkisi de aynı maksatla geldiklerini söyleyince, beraber içeri girdiler. O
sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Müslüman oldular, akşama
kadar orada kaldılar. Akşamdan sonra evlerine gittiler.
Peygamber efendimiz, İslâmiyeti tebliğden önce de Hz. Süheyb bin Sinan ile
konuşurlar ve birbirlerini severlerdi. Süheyb bin Sinan, Abdullah bin
Ced'an'ın azâdlı kölesi idi. Müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmeyen yedi
mücâhid Sahâbîden biri idi.
Hz. Süheyb, Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekke'li müşriklerin,
şiddetli hücum ve işkencelerine mâruz kaldı. Müşrikler daha çok, kimsesi
olmayan zavallılara işkence ederlerdi. Hz. Süheyb, Mekke'de akrabası,
dayanağı olmayan bir zât olduğu için, müşrikler kendisine çok zulmederler,
konuşamıyacak hâle getirinceye kadar döverlerdi. Demir gömlek giydirirler, en
sıcak günde, güneş altında tutulur, üstüne de yük bindirirlerdi.
Zevk alan kimseleriz
Bir gün, Hz. Habbâb ve Hz.
Ammâr'la birlikte giderlerken, Kureyş müşriklerinden ba'zıları ile karşılaştılar.
Müşrikler bunları görünce:
- İşte Muhammed'e tâbi olan kimseler, diye alay ettiler ve ba'zı uygunsuz
sözler söylediler.
Hz. Süheyb onlara cevâben buyurdu ki:
- Evet! Allahü teâlânın Peygamberine tâbi olan, Onunla beraber
bulunmaktan zevk alan kimseler biziz. Hz. Muhammed'e biz inandık, siz
inanmadınız. Biz O'nun söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsinin doğru
olduğunu kabûl ettik. Siz yalanladınız. Bütün üstünlük ve fazîletler
İslâmiyette, bütün zillet ve felâketler de müşrikliktedir. Müslümanlıkta
aşağılık, müşriklikte üstünlük yoktur.
Hz. Süheb böyle söyleyince inanmıyanlar üzerine saldırdılar. Hz. Süheyb bin
Sinan'ı dövdüler. Öyle ki, konuşamıyacak, ne söylediğini bilemiyecek hâle
geldi.
Hz. Süheyb bütün bu işkencelere tahammül ediyordu. Yapılan eziyetler onun
için, hak yolda sabır ve sebât için bir teşvik oluyordu. Îmânı kat kat
artıyor, müşriklerin onu hak yoldan döndürme gayretleri boşa gidiyordu.
Hz. Süheyb, Mekke'de kendi gayretleriyle büyük bir servet elde edip hayli
zengin oldu. Medîne-i münevvereye hicret edeceği müşrikler tarafından haber
alınınca yolu kesildi. Dediler ki:
- Sen Mekke'ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem
kendin gideceksin, hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz.
Kendiniz bilirsiniz
Hz. Süheyb, onlara buyurdu
ki:
- Ey müşrikler. Beni iyi tanırsınız ki, çok iyi ok atarım. Eğer üzerime
gelirseniz, ok çantamdaki okların hepsini size atarım ve sonra kılıcımı
çekerim. Bunlardan biri elimde bulundukça bana birşey yapamazsınız, kendiniz
bilirsiniz.
Fakat Hz. Süheyb'in, Peygamber efendimize olan muhabbeti, bağlılığı ve O'na
kavuşmak arzûsu ve Medîne-i münevvereye gidip ibâdetlerini rahatça edâ
edebilmek isteği o kadar çoktu ki, yanında bulunan bütün mallarının ve
alacaklarının, Peygamber efendimizin sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. Bu
sebeple hiç vakit kaybetmemek, bunlarla oyalanmamak için onlara dedi ki:
- Yanımdaki ve Mekke'de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir
misiniz, yolumu açar mısınız?
Hak ve hakikatlerden nasîbi olmayan müşriklerin de arzûsu buydu. Hemen kabûl
ettiler. Hz. Süheyb, yanında bulunan bütün mallarını verdi, Mekke'deki
mallarının da yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu ve hiç parasız
olarak yoluna devam etti.
Mekke ile Medîne arasındaki yolda binbir zahmet, tahammülü mümkün olmayan
güçlüklerle karşılaştı. Fakat sevgili Peygamberimize kavuşmanın heyecanı ile
bütün sıkıntılardan zevk alarak yoluna devam etti. Peygamber efendimiz,
beraberlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olduğu hâlde Hz. Külsüm bin Hedm'in
hânesine misâfirdiler. Önlerinde de ev sâhibinin getirdiği yaş hurmalar
vardı.
Hz. Süheyb Peygamber efendimizin huzuruna geldiğinde gözü ağrıyordu. Yolda
çok acıkmış ve susamıştı. Bu sebeple Peygamber efendimizin önlerinde hazır
bulunan taze hurmalardan yemeye başladı. Hz. Ömer:
Yâ Resûlullah! Süheyb'i görüyor musunuz, hem gözü ağrıyor, hem yaş hurma
yiyiyor, dedi.
Birisi sağlamdır
Peygamber efendimiz de Hz.
Süheyb'e lâtife ile buyurdu ki:
- Gözlerinde rahatsızlık var, yine de hurma yiyorsun.
Hz. Süheyb de cevaben dedi ki:
Yâ Resûlallah! Gözümün birisi sağlamdır. Onun hakkını yiyorum.
Peygamber efendimiz ve orada bulunanlar, bu cevap hoşlarına gittiğinden
tebessüm ettiler. Sonra Süheyb başından geçenleri anlattı:
Yâ Resûlallah, Mekke'den, Medîne'ye hicret etmek için yola çıktığım zaman,
müşrikler beni yakaladılar. Onlara bütün servetimi teklif ettim. Onlar da
kabûl ettiler. Bütün malımı vererek kendimi ve ailemi kurtararak huzurunuza
geldim.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Süheyb kazandı, Süheyb kazandı, Ebû Yahyâ kazandı! Satış kârlı
çıktı. Satış kârlı çıktı.
Sonra Hz. Süheyb hakkında nâzil olan:
"İnsanlardan bir kısmı, Allahü teâlânın rızâsını isteyerek O'na
ibâdet yolunda kendini ve malını fedâ ederler." [Bekara 207]
meâlindeki âyet-i kerîmesini okudular.
Hz. Süheyb-i Rûmî, nişan almakta ve ok atmakta çok mahir idi. Başta, Bedir,
Uhud ve Hendek olmak üzere bütün gazâlarda bulundu. Çok büyük gayret ve
kahramanlıklar gösterdi. Buyurdu ki:
- Her zaman, Resûlullahın yanında bulundum. Bütün bîâtlerde, bütün gazâlarda
ve seferlerde hep yanlarındaydım. Hiç bir zaman Resûlullah ile benim aramda
bir düşman bulunmamıştır. O'na bir zarar gelmemesi için kendi vücudumu siper
ettim. Bu durum, O âhirete irtihâl edinceye kadar devam etti.
Arabım dersin
Bir gün Hz. Ömer kendisine
takıldı:
- Yâ Süheyb! Oğlunun adı Hamza olduğu hâlde, Ebû Yahyâ ya'nî Yahyâ'nın Babası
diye tanınırsın. Rûmî olduğun hâlde, Arabım dersin. Bir de çok harcıyorsun.
Niçin?
Hz. Süheyb gülerek, şu cevabı verdi:
- Ebû Yahya künyesini, bizzat Resûlullah efendimiz verdiler. Soyum Nemr
neslindendir ama, Rumların eline esir düşmüşüz. Çok harcamama gelince, çok
harcıyorum ama, hep Allah yolunda sarf ediyorum. Zîrâ sevgili
Peygamberimizden duydum, buyurdu ki:
"Sizin hayırlınız, selâmı güzelce alıp veren. Bir de, çokca ikâm
eden kimsedir."
Hz. Ömer, Hz. Süheyb'i çok severdi. Hz. Ömer, Ebû Lü'lû kâfiri tarafından
yaralanınca, yerine geçecek halîfeyi seçmek için şûra ehlini tayin edip, yeni
halîfe seçilinceye kadar Hz. Süheyb'in kendisinin yerine vekil olması ve
cenâze namazını kıldırması için vasiyet etti.
Hz. Süheyb, üç gün müddetle cemâ'ate namazları kıldırdı. Bu mukaddes vazîfeyi
büyük bir ihtimam ve hassasiyetle yerine getirdi. Hz. Ömer'in cenâze namazını
da kıldırdı. Bu esnada gösterdiği dikkat ve itina ile herkesin takdir ve
tasvibini kazandı.
Hz. Süheyb, herkese iyilik eder, çok yemek yedirirdi. İkrâm ve ihsânları çok
idi. 70 yaşında, 658'de Medîne-i münevverede vefât etti. Bâki kabristanına
defnolundu.
Orta boylu, buğday tenli, kırmızı benizli, saçları sık ve siyah, yakışıklı
bir zât idi. Çocukları Habib, Hamza, Sa'd, Salih, Seyfi, Ubbâd, Osman ve
Muhammed'dir.
Süheyb'i sevsin
Resûlullah efendimiz
Süheyb'i çok severdi. Buyurdu ki:
- Bir kimse Allaha ve ^Ahiret gününe inanıyorsa, bir ananın evlâdını
sevmesi gibi Süheb'i sevsin.
Süheyb'in babası, Nemr soyundan Sinan, anası Kuayd kızı Selma'dır. Hep
birlikte Übülle şehrinde yaşıyorlardı. Dedesi, Musul civârındaki bu şehrin
Hâkimi idi.
Günün birinde, Bizanslılar hücum ettiler. Çok kimseyle birlikte, Küçük Süheyb
de esir düştü. Uzun müddet, Rumların elinde kaldı. İşte bu yüzden, Süheyb-i
Rûmî olarak anılmıştır.
O'nu, Mekkeli Abdullah bin Ced'an satın aldı. Bir müddet sonra da, iyi
hareketlerinden dolayı âzâd etti...
Hz. Süheyb, orta boylu, kırmızı yüzlü, çok cömert ve lâtifeyi seven bir zât
idi. Resûlullahın hadîslerine büyük önem verir, hata ederim endişesiyle
hadîsleri nakletmezdi. Niçin nakletmiyorsun diyenlere buyurdu ki:
- Vallahi ben Resûlullahın hadîslerini bile bile nakletmiyorum. İsterseniz
gelin size Peygamber efendimizin savaşlarını ve yanlarında bulunduğum sırada
gördüğüm şeylerin hepsini anlatayım. Fakat, "Peygamber efendimiz şöyle
buyurdu" demeye gelince, ben onu yapamam.
|