Mâlik
b. Enes b. Mâlik b. Ebi Âmir el-Asbahî. Mâliki Mezhebinin imami, Muhaddis ve
mutlak müctehid.
Imam
Mâlik, Medine'de dogmustur. Onun dogum tarihi hakkinda, Hicrî 90'dan 98'e kadar
degisen farkli rivayetler vardir. Ancak, yayginlikla kabul edileni 93 (711-712)
tarihinde dogmus oldugudur (Ömer Riza Kehhale, Mu'cemü'l-Müellifîn, Beyrut
(t.y.), VIII, 168; ayrica bk. Suyutî, rezyinü'l-memalik, 7)..
Imam
Mâlik'in ailesi aslen Yemenli olup, dedesi Zû Asbah kabilesine mensup olan
Mâlik b. Ebu Amir el-Asbahî, Yemen valisinden gördügü zulüm üzerine Medine'ye
gelip yerlesmistir. Annesi de, yine Yemenli Ezd kabilesinden, Aliye binti
Süreyk el-Ezdî'dir.
Imam
Mâlik'in dedesi Medine'ye yerlestikten sonra, Kureyse mensup Benû Teym b. Murra
kabilesi ile hisimlik kurarak, bu kabile mensuplariyla dostluk (velâ) akdetmis
ve gerektiginde onlardan yardim görmüstür.
Imam
Mâlik'in ailesi, Medine'ye yerlestikten sonra ilimle mesgul olmus, özellikle
hadisleri toplamaya ve Ashab'in fetvalarini ögrenmeye büyük önem vermislerdi.
Dedesi Mâlik b. Ebu Amir, Tâbiînin büyüklerinden olup, Hz. Ömer (r.a), Osman
(r.a), Talha (r.a) ve Aise (r.anh)'dan hadis rivayet etmistir.
Imam
Mâlik, babasindan sadece bir hadis rivayet etmistir. Bu da, babasinin hadisle
fazlaca mesgul olmadigini göstermektedir. Ancak amcasi Süheyl hadis
âlimlerinden olup, Ismail b. Cafer'in hocasidir. Ayrica, ez-Zuhrî de ondan ders
okumustur. Onun Nadr ismindeki kardesi de hadis tahsil etmisti. Imam Mâlik,
hadis derslerine basladigi zaman, bu kardesinin söhretine binaen Ahu'n-Nadr
(Nadr'in kardesi) diye çagrilmakta idi. Daha sonra, Imam Mâlik, hadiste onu
geçmis ve kardesi ona nisbet edilmeye baslanmistir.
Hulefâ-i
Râsidîn devrinde Medine, Ashab'in ileri gelen âlimlerinin bir arada bulundugu
ve ilim tahsilinin zirvesine ulastigi bir merkez konumundaydi. Emevîler
devrinde ise Medine, çogalan fitnelerden ve idarecilerin zulmünden kaçan bir
takim âlimlere siginilacak bir yer görevi görmeye baslamisti. Ayrica, Tabii'nin
çogu Medine'de oturmakta, Ashab'in rivayet ve fikhini, etraflarini halkalayan
ilme susamis talebelere aktarmakta idiler.
Imam
Mâlik, kendini tamamen ilme vermis bir aile muhitinde büyümüs ve çok canli bir
ilmî hareketliligin yasandigi Medine'de ilim tahsil etmeye baslamisti. Böyle
bir çevrede bulunmasi ona, çagin en ileri seviyesindeki alimlerden ders okuma
imkânini vermisti.
Imam
Mâlik önce, Kur'an-i Kerîm'i hifz etmis, pesinden de hadisleri ezberlemeye
baslamis ve bilhassa annesinin tesvik ve yönlendirmeleri ile Medine'nin büyük
ve meshur âlimlerinden Rabia b. Abdurrahman'in ders halkalarina katilmisti
(Muhammed Ebu Zehra, Imam Mâlik, Terc. Osman Keskioglu, Ankara 1984, 30).
Daha
sonra o, bir seyler ögrenebilecegi bütün âlimlerin yanina gitmeye ve onlardan
hadis, sahabelerin fetvalari ve fikih konularinda istifade etmeye baslamisti.
Yüze
yakin âlimden yararlanan Imam Mâlik'in yetismesinde, fikrî ve ilmî yapisinin
oturmasinda, basta Abdurrahman ibn Hürmüz, Rabîa, Sihab ez-Zührî, Ebu Zinad,
Yahya b. Sa'id el-Ensârî ve Hz. Ömer (r.a)'in azadlisi Nâfi'in büyük katkilari
olmustur.
Ibn
Hürmüz, hadis ve ser'î ilimlerde söz sahibi bir âlim olup, ayrica zamanin bütün
fikrî, siyasî gelismelerini takip eden ve onlarin iç gerçeklerine nüfûz eden
bir kültür genisligine sahipti. O, Imam Mâlik'e çok sey ögretir ancak,
maslahata uygun görmedigi için bunlardan çok azini açiklamasina müsaade ederdi.
Ibn Hürmüz, sorumlulugundan korktugu için, Mâlik'ten, hadislerin senedinde
kendi adini zikretmemesini istemisti.
Imam
Mâlik, Hz. Ömer (r.a) ile Abdullah b. Ömer'in fikhini ve fetvalarini, Nafi'den
ögrenmisti. Ebu Davud, Malik'in Nâfi'den, onun da Ibn Ömer'den rivayetini senet
yönünden en saglam olani kabul eder.
Imam
Mâlik, yetisip olgunlastiktan sonra, fikihta hocasi olan Rabianin bazi
görüslerini tenkit etmeye basladi. Bundan sonra o, Rabianin derslerini birakip,
Zührî'nin hadis derslerine devam etti. Ancak, onun fikhî görüslerinde,
Rabia'nin büyük tesiri vardir.
Bundan
sonra o, Zühri'nin dersi disinda evine kapaniyor, o zamana kadar kagitlara
kaydettiklerini derleyip toparlamaya çalisiyordu.
Ayrica
Imam Mâlik, Cafer-i Sadik'in derslerini hiç bir zaman kaçirmazdi. Onun ilmine,
zühd ve takvasina hayranlik duymakta idi. Imam Mâlik onun hakkinda;
"Abdesti olmadan hadis rivayet etmez, Hz. Peygamberin adi anilinca yüzü
sararirdi" demektedir.
O,
Medine'nin ilmini tamamen ögrendigine iyice kanaat getirmeden ders vermeye
baslamadi. Medine'de bulunan âlimlerin çogunun kendisini ders verme hususunda
yeterli görmesini açiklamalarindan sonra güvenilir ravilerden aldigi hadisleri
insanlara ögretmek, fetva soranlarin problemlerini halletmek ve etrafinda
toplasan ögrencilere dersler vermek zorunlulugunu hissetmistir. Imam Mâlik bu
konuda söyle söylemektedir: "Her aklina esen mescitte oturup ders veremez.
Âlimlerden yetmis kisinin beni yeterli görmesine kadar ben, ders ve fetva
vermekten kaçindim". Imam Mâlik ayrica, hocalari Zührî ve Rabia'ya, ders
verip veremeyecegini sorup olumlu cevap aldiktan sonra bu ise baslamistir.
Imam
Mâlik, derslerini Mescid-i Nebî'de vermeye baslamisti. Ancak sonralari idrarini
tutamama (prostat) hastaligina yakalaninca mescite gelmez olmus ve derslerine
evinde devam etmeye baslamistir. O, Mescid-i Nebî'de ders okuttugu zaman, Hz.
Ömer (r.a)'in ders okuturken oturdugu yere oturmaya özen göstermistir. Burasi
Resulullah (s.a.s)'in mescitte oturdugu yerdir. Ayrica Medine'de Abdullah b.
Mesud'un oturdugu evde ikamet ederek, onlarin hatirasini zihninde canli tutmayi
arzulamis ve Ashab'in yasadigi manevî atmosferi hissetmeye çalismistir.
Imam
Mâlik'in dersleri, hadis ve fikhî meselelerle verdigi fetvalar seklinde cereyan
ederdi. O, vuku bulmus olaylara fetva verir ve degerlendirmelerde bulunurdu.
Vuku bulmamis, farazî olaylar için kesinlikle bir görüs beyan etmezdi. Bu da
Islâm hukukunun en önemli özelligidir.
Hastaliginin
ilk dönemlerinde, mescite namaza gelir, sonra evine dönerdi. Bir zaman sonra
namazlara gelemez olmus, daha sonra cuma namazi için de evinden çikamaz hale
gelmisti. Bu durumunu soranlara hastaligini, ta ölüm dösegine yatana kadar
söylememistir.
Imam
Mâlik, ilimde olgunlasip dersler vermeye basladiktan sonra, bilgilerini daha da
derinlestirmek ve farkli fikhî görüsleri, incelikleriyle kavrayabilmek için
âlimler ile iliskisini yogun bir sekilde sürdürmüstür. Hacca gelen âlimlerle
görüsüp, onlarla ilim alisverisinde bulunurdu. O, büyük fakih Ebu Hanife ile de
görüsür, onunla münazaralarda bulunurdu. Onlarin bu görüsmeleri gayet nezih bir
sekilde cereyan eder ve herbiri digerinin fikihtaki üstünlügünü överdi. Bunun
gibi o, Keys, Evza'î, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Hammad vb. çagin seçkin
âlimleri ile ilmî sohbetlerde birlikte olur, onlarla bir araya gelme firsati
buldugunda bunu hiç bir zaman kaçirmazdi. Imam Mâlikin yasadigi dönem,
Medine'nin ilim, inceleme ve arastirmalarin odagi oldugu bir dönemdi. Bunun
sebebi, Resulullah (s.a.s)'in mescidinin ve kabrinin burada bulunmasi
dolayisiyla Islam cografyasinin her tarafindan, farkli fikhî ekollere mensup
âlimlerin, her hac mevsiminde buraya akin akin gelmeleri idi.
Imam
Mâlik ayrica, ilmini yenilemek ve asrinin diger fakihlerinin görüslerini
ögrenmek için mektuplasma yolunu da kullaniyordu. O, görüsme imkâni olmayan
uzak sehirlerdeki âlimlere mektuplar yazar, degisik konulardaki görüslerini
sorar ve kendi degerlendirmelerini onlara iletirdi.
Imam
Mâlik keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hafizaya sahipti. Bu da ona, dinledigi
hadisleri kolayca ezberleme ve fikhî konulara rahatça nüfuz edebilme imkanini
sagliyordu. Hadisleri saglam ravilerden kusursuz olarak bellemis oldugu halde,
bir maslahat görmedikçe hadis rivayet etmezdi. Hadis nakletmenin sorumlulugu
onu sikintiya sokar ve naklettigi her hadisi için; "Onlari nakletmektense
herbiri için bir kirbaç yemeyi yeglerdim" demekte idi.
Sadece
Allah Teâlâ'nin rizasini kazanmak için ilim tahsil etmis, hayati boyunca takva
yolunu terketmemistir. Ona göre ilim bir nurdur ve ancak husu ve takva sahibi
bir kalpte yerlesebilir. Fetva verirken yavas hareket eder, iyice düsünür,
soran kimseyi göndererek meseleyi tetkik ve tesbit ettikten sonra cevap
verirdi. O fetva konusunda hiç bir seyin kolay olamayacagi görüsünde olup,
helâl ve haram ile ilgili her meselenin zor oldugunu söylerdi. Din konusunda
kimseyle tartismaya girmez, insanlar arasinda kin tohumlari ekecegi için bunu
çok kötü bir davranis olarak degerlendirirdi.
Imam
Mâlik, bedenen heybetli bir yapiya sahipti. Ilim ve büründügü takva elbisesi
onun bu heybetine manevî bir yön katiyordu. Onun bakislarindan herkes
etkilenir, insanlara büyüklük taslayan idareciler, valiler onun yaninda küçülür
ve ona saygi gösterirlerdi.
Imam
Mâlik'in babasi ok imalatçisi idi. Ancak, Imam Mâlik'in bu meslegi isra
ettigine dair herhangi bir bilgi mevcut degildir. Kardesi hem hadis okur, hem
de ticaretle ugrasirdi. Imam Mâlik'in de bir miktar sermayesi kardesi
tarafindan çalistirilmakta idi. Buna ragmen onun, ögrencilik yillarinda biraz
maddî sikinti çektigi anlasilmaktadir.
Imam
Mâlik'in yasadigi dönem fikrî ve siyasî fitnelerin zirvesine ulastigi bir dönemdir.
O, hem Emeviler, hem de Abbasiler döneminde yasamistir. Ömer b. Abdülaziz'i
takdir eder ve onu ümmetin islerini hakkiyla yerine getirmeye çalisan adil bir
halife olarak görürdü. Ancak o, ne tahtlarini korumak isteyen hükümdarlara
taraf olmus, ne de ayaklanmalarina mesru zemin olusturmak isteyen isyanci
gruplara destek vermistir. Her zaman gerçekleri yaymaya gayret göstermekle
birlikte, anarsinin, müslüman kitleleri perisan ederek fitne ve fesadin
yayginlasmasina sebeb olacagini düsündügü için o, isyanlari tasvip etmemistir.
Bununla birlikte gayrimesru bir sekilde ümmetin basina gelen yöneticileri de
onaylamamistir. Bu yüzdendir ki o, bir defasinda takibata ugramis ve
Abbasiler'in ikinci halifesi Ebu Cafer el-Mansur'un Medine valisi tarafindan
kendisine iskence yapilmistir. Buna sebeb olarak da, zorlama ile yapilan
bey'atin geçersizligine fetva vermis olmasi gösterilir (Ebu Zehra, a.g.e., 77).
Bu iskenceler sirasinda, o kirbaçlanmis ve kolu çekilmek sûretiyle
sakatlanmistir.
Ancak
daha sonra Mansur, bu olaydan haberi olmadigini ve bu isi yapan valisini
cezalandirdigini söyleyerek ondan özür dilemis, Imam Mâlik de onu bagislamistir
(Ibnü'l-Imâd el-Hanbeli, Sezerâtuz-Zeheb, Beyrut t.y., I, 290).
O,
halife ve idarecilere, Hac için Medine'ye geldikleri zaman, halkin menfaati ve
selâmetini gözetip hak ve adalet üzere yürümelerini ögütler, ayrica yüz yüze
görüsme imkâni olmayanlara da mektuplar göndererek onlari islah etmeye
çalisirdi. Bununla beraber o, emir ve hükümdarlardan daima uzak durmustur.
Fakat, samimiyetine inandigi idarecileri derslerine kabul etmistir. Harun
er-Resid bunlardan biridir. Harun er-Resid'in Imam Mâlik'in evindeki dersler
esnasinda sultanlarin tavriyla davranmaya kalktiginda Imam Malik ona, ilmin her
türlü dünya makamindan üstün oldugunu ve yücelmenin ancak ilme saygiyla mümkün
olabilecegini anlattiginda tahtindan inmis ve öteki ögrencilerin arasinda onun
derslerini dinlemeye devam etmistir (Ibnu'l-Imad el-Hanbeli, a.g.e., I, 29i).
Imam
Malik'in hastaligi agirlasip, vefat edecegini anladiginda o zamana kadar
gizledigi hastaligini ve gizleme sebebini dostlarina söyle açikliyordu:
"Eger hayatimin son günleri olmasaydi size bildirmeyecektim. Benim
hastaligim idrarimi tutamamamdir. Peygamberin mescitine tam abdestli olmaksizin
gelmek istemedim. Rabbime sikayet olmasin diye de hastaligimi kimseye
söylemedim" (Ebu Zehra, a.g.e., 286). Imam Malik, Hicrii79 yilinda
Rabiulevvel ayinin on dördüncü günü vefat etmistir. Safer ayinda öldügüne dair
rivayetler de vardir. Cennetu'l-Bakî mezarligina defnedilmistir (Ömer Riza
Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut, t.y, VIII, 168).
O,
hem bir hadis âlimi hem de büyük bir fakihti. Onun devrinde ortaya çikan siyasî
ve itikadî fitneler halkin akaidini tehdit eder hale gelmisti. Imam Malik böyle
bir ortamda, Sünnet çizgisine simsiki sarilarak, insanlari sapitip delâlete
düsmekten kurtarmak için var gücüyle çalismistir. Ona göre Islam'i yasamak,
Resulullah'in sünnetine ve pesinden gelen Rasid Halifelerin uygulamalarina tabi
olmakla mümkündür. Medinelilerin ameli onun için uyulmaya, ahad haberden daha
lâyiktir. Çünkü Resulullah (s.a.s), Medine'de yasamis ve Medineliler,
yasayisini ona uydurmuslardi. Dolayisi ile Medineliler'in yasayisi Sünnetin
amelî sekilde rivayetidir. Bu, onun fikih usulünde de açikça görülür. Kitap ve
Sünnet'ten sonra delil olarak Medineliler'in amelini alir (bk. Malikî Mezhebi
Mad).
Imam
Malik, imanin kalben tasdik, dil ile ikrar ve amel oldugunu söylerdi. Bu
söylediklerini Kur'an'a ve hadislere dayandirirdi. Yine hakkinda ayet bulundugu
için imanin artabilecegini söyler, eksilmesi hakkinda susardi. Kader, büyük
günah, Kur'an-i Kerim'in mahluk olup olmadigi ve ru'yetullah konularinda sahih
Ehli sünnet ulemâsi ile ayni görüsleri paylasmaktadir. Yalniz, o, Ebu Bekir
(r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a)'in fazilet siralamasindaki üstünlüklerini
kabul ettigi halde, Hz. Ali (r.a) hakkinda, diger âlimlere muhalefet etmis, onu
Hulefâ-i Râsidînden saymamistir. Buna sebeb olarak da, hilâfeti isteyenle
istemeyenin bir olamayacagini gösterirdi.
Imam
Malik'in fikhi, ögrencileri tarafindan hazmedilip daha onun sagliginda Misir
basta olmak üzere Kuzey Afrika'da yayilmaya baslamis, oradan da Endülüse
ulasmistir.
Imam
Malik'in ilimdeki büyüklügü hakkinda onun önünde diz çökmüs ve ilminden feyz
almis büyük fakîh Imam Safiî söyle demektedir: "Malik, Allah Teâlâ'nin,
Tabiinden sonra kullarina karsi hüccet olarak gönderdigi bir insandir"
(Suphi es-Salih, Hadis Ilimleri ve Hadis Istilahlari, Terc. Yasar Kandemir,
Ankara 1981, 330).
Hayati
boyunca Medine'den baska bir yere gitmeyen Imam Malik, Resulullah (s.a.s)'e
olan asiri sevgi ve saygisindan dolayi, Medine'de bir defa olsun at sirtinda
dolasmamistir.
Muvatta'i:
O
bir çok kitap tedvin etmis olup, bunlar arasinda en önemlisi Muvatta adli
eseridir. Imam Malik bu kitaba Hicaz'in en saglam ravilerinin hadislerini
almaya özen gösterdi. Ayrica sahabe sözlerine ve Tabiin fetvalarina da yer
vermistir.
Hadis
külliyati içerisinde ilk tedvin edileni Muvatta'dir. Istisnalari olmakla
birlikte, bu zamana kadar çesitli sebeplerden dolayi hadislerin yazilmasi
tasvib edilmiyordu. Hadisler, kendilerini bu yola adamis muhaddislerin
hafizalarinda muhafaza ediliyordu. Ancak bir zaman sonra, bir takim insanlar,
menfaatlerini veya firkalarinin hakliligini ispatlamak vb. sebeblerden dolayi
hadis uydurmaya baslayinca, sahih hadislerin yazilarak tesbit edilmesi zarureti
ortaya çikti. Bu durumu Sihab ez-Zuhri; "Dogu tarafindan, duymadigimiz
hadisler gelmeye baslamasaydi ne bir hadis yazar, ne de yazilmasina izin
verirdim" sözüyle açikliga kavusturmaktadir.
Ömer
b. Abdülaziz, muhtemelen âlimlerle istisare ederek, hadislerin tedvin
edilmesini, valilerine gönderdigi talimatlarla resmen emretmisti. O, âlimlerin
ölümleriyle ilmin ve hadislerin kaybolmasindan endise etmekteydi. Ilk olarak
böyle bir ise girisip, Halifenin istegini yerine getiren, Imam Malik'in hocasi
Sihab ez-Zûhrî olmustur. Fakat, Ömer b. Abdulaziz, arzuladigi tedvin isinin
sonuçlarini göremeden vefat etmisti.
Mansur
isbasina geçince, o da Ömer b. Abdulaziz gibi, Medine ilminin toplanip tedvin
edilerek, yaziyla muhafaza altina alinmasi için çalismalar yapilmasini istedi.
Ancak o, selefi Ömer b. Abdulaziz gibi bütün eyaletlerdeki ilimlerin derlenip
toparlanmasini düsünmemis, sadece Medine'deki hadislerin ve fikhî görüslerin
tedvinini istemisti. Mansur'un böyle bir ise girismesinin sebebi âlimlerin
ölümleriyle ilmin zayi olmasi endisesinden kaynaklaniyordu. Onun düsüncesi
tamamen idarî maksatlara yönelik olup, ülkenin her tarafindaki mahkemeleri ve
yargiyi birlestirerek tevhid-i kaza'yi gerçeklestirmek istiyordu. Imam Malik
onun, Medine'nin ilmini tedvin etme istegini yerine getirdiginde ortaya Muvatta
adli eseri çikmisti. Ancak Imam Malik, Mansûr'un, ülkenin her tarafindaki
insanlarin Muvatta'a uymalarini saglamak istegine kesin bir tavirla karsi çikmisti.
Bu da gösteriyor ki, onun Muvatta'i kaleme almasinin yegâne sebebi, Mansur'un
bu yoldaki arzusu degildir. O, Medine'deki sahih hadisleri, sahabe sözlerini ve
Tabii'nin fetvalarindan tercih ettiklerini toplayarak onlarin unutulup
gitmesini önlemek ve sonraki nesillere saglikli bir sekilde intikal etmesini
saglamak istemistir. Mansûr'un istegi bu konuda ancak tesvik edici bir rol
oynamis olabilir. Zira o, daha sonra gelen Mehdi'nin ve Harun er-Resid'in,
Mansur'un istegine benzer taleplerini de ayni sekilde reddetmistir.
Imam
Malik onlara söyle diyordu:
"Ashab-i
kiram fer'î meselelerde ihtilâf ettiler ve onlar bu ihtilâflariyla birlikte her
tarafa dagildilar. Herkes kendine göre isabetlidir. Ulemânin ihtilâfi ümmet
için bir çesit rahmettir. Her biri kendince sahih olana uyuyor. Hepsi hidayet
üzere olup, sadece Allah Teâlâ'nin rizasini istemektedirler" (Ebu Zehra,
a.g.e., 218).
Imam
Malik, hadisleri çok titiz bir tenkit süzgecinden geçirdikten sonra rivayet
ederdi. Rivayet ettigi hadisleri sürekli arastirir; ravide bir kusur bulur veya
hadis saz çikarsa onu hemen terkederdi. Muvatta'i ilk yazdiginda on bine yakin
hadisi rivayet etmis olmasina ragmen, her sene onu tetkik ederek bir kisim
hadisleri çikarmis, neticede Muvatta oldukça küçülmüstü. Onun bu durumunu bazi
ögrencileri söyle dile getirirlerdi; "Herkesin ilmi çogalip artiyor;
Malik'in ilmi ise noksanlasip eksiliyor" (a.g.e., 221). Bu, onun ilmi
naklederken ne kadar titiz davrandigini göstermektedir.
Görüldügü
gibi Muvatta'da bulunan hadisler çok sayida hadis arasindan süzülerek
seçilmistir. Bu yüzden hadis tenkidcileri ondaki hadisleri istisnalar hariç
sahih kabul etmektedirler.
Muvatta'i,
Kütüb-i Sitte'nin altincisi olarak kabul edenlere göre derece itibariyla
Sahihayn'dan sonra gelmektedir.
Ancak,
bir kisim muhaddisler, ondaki mürsel hadislerin ve Tabiin fetvalari ve fikhî
görüslerin çoklugunu ileri sürerek Muvatta'in daha çok bir fikih kitabi
oldugunu söylemislerdir (Sûphi es-Salih, a.g.e., 99).
Imam
Malik'in, Peygamber (s.a.s), Ashab ve Tabiinden yaptigi rivayetlerin sayisi bin
yedi yüz yirmi kadardir. Ibn Hacer, Muvatta'i sahih kabul eder. Ibn Hazm,
Muvatta'daki bes yüz hadisin müsned, üç yüz hadisin de mürsel oldugunu ve
yetmis civarinida da Malik'in bizzat onlarla amel ermeye terketmis oldugu hadis
âlimlerinin zayif olarak degerlendirdigi diger bazi hadislerin bulundugunu
söylemektedir (Ebu Zehra, a.g.e., 227).
Âlimler
arasinda, Muvatta'daki hadislerin sihhat dereceleri hakkinda muhtelif
görüslerin bulunmasina ragmen, Malikîler Muvatta'in tamaminin sahih oldugunu
kabul etmektedirler. Zira onlar Muvatta`daki mürsel, mu'dal ve munkati'
hadisleri, muttasil senetlere baglamak için gayret göstermisler; senedi,
Malik'in rivayetinden muttasil olmayanlari da baska sika ravilerle muttasil
olarak tesbit etmislerdir. Onlarin hiç bir yolla muttasil senet bulamadiklari
hadisler sadece dört tanedir. Bu durum, Imam Malik'in mürsel, mu'dal ve
munkati, olarak naklettigi hadislerin baska tariklerle müsned olarak
nakledildiklerini ve dolayisiyla Muvatta'in sahih hadis kitaplarindan biri
oldugunu ortaya koymaktadir.
Imam
Malik, Muvatta da bes yüz doksan kadar kimseden rivayet etmektedir. Ashabdan
rivayet ettikleri, yüz seksen besi erkek, yirmi üçü kadin olmak üzere iki yüz
sekiz; Tabiinden olanlar ise, kirk sekiz kisidir.
Muvatta'i
rivayet edenler, Imam Malik'in talebeleri olup, Kadi Iyad bunlarin altmis kisi
olduklarini tesbit etmistir (a.g.e., 229).
Bu
gün elde bulunan Muvatta biri Ebu Hanife'nin talebesi Imam Muhammed'in
rivayeti, digeri de Malik'in talebesi, Endülüslü Yahya b. Leysî el-Berberî'nin
rivayet ettikleri nüshalara göre basilmistir.
Muvatta,
Malikî fikhinin temel kaynagi olup, Imam Malik'in fikihta takip ettigi usul
ondaki tertipden açikça anlasilmaktadir. O, Muvatta'da fikhî bir konuyla
alâkali hadisi alir, sonra Medineliler'in o konudaki uygulamalarina temas eder,
pesinden de Tabiin ve diger fukahanin görüslerini zikreder. Eger bunlarda bir
açiklama bulamazsa o zaman sahih olarak bildigi hadislerin ve sair fetvalarin
isigi altinda kendi reyiyle ictihad eder, meseleyi çözüme kavustururdu. Imam
Malik, ayni zamanda hadis ravilerini arastirip, onlarin adalet, hifz ve
zabttaki durumlarini inceleyerek bir tedkik ve tenkit süzgecinden geçiren ilk
kimse olma ünvanina da sahibtir (a.g.e., 2i9).
Ömer TELLIOGLU