(164/780 - 241/855)
Islâm'da
dört büyük fikih mezhebin birisi olan Ahmed b. Hanbel 164/780 yilinda Bagdad'ta
dogdu. 241/855'te yine orada vefat etti. Büyük babasi Hanbel Horasan bölgesinde
bulunan Serahs Vilâyeti'nin valisi idi. Babasi Muhammed b. Hanbel de komutanlik
görevi üstlenmis bir askerdi. Hanbel ailesi, Ahmed'in dogumuna yakin bir sirada
Bagdad'a gelmis ve orada yerlesmisti.
Ahmed
b. Hanbel önce Kur'ân'i hifzetmis, daha sonra arapça, hadis gibi ilimleri,
sahâbe ve tabiîlere ait rivâyetleri, Hz. Peygamber'in, sahabe ve tabiîlerin
hayatlarini incelemekle ilim çalismalarina baslamistir. Özellikle hadis ilmi
için Basra, Kûfe, Mekke, Medîne, Sam, Yemen ve el-Cezîre'yi dolasmis, uzun bir
süre Imam Sâfiî'ye (ö. 204/819) talebelik etmistir. Hatta bu yüzden O'nu Sâfiî
mezhebinden sayanlar bile olmustur. Böylece O'nun baslica fikih üstadi Imam
Sâfiî'dir. Sâfiî, O'nun hakkinda söyle demistir: "Ben Bagdad'tan ayrildim
ve orada Ahmed b. Hanbel'den daha âlim ve daha faziletli kimse
birakmadim"(el-Hudarî, Târihu't-Tesrîi'l-Islâmî, terc. Haydar Hatipoglu,
s. 260, 26i).
Ahmed
b. Hanbel, Ebû Hanîfe'nin (ö.150/767) ögrencisi ve devrin ünlü bas kadisi Ebû
Yûsuf'tan (ö.182/798) fikih ilmi aldi. Rivâyetle dirayeti birlestiren bir yol
izledi. O, hükmü hadisten çikarir, bu hükme yeni bir takim meseleleri kiyas
ederdi. Bu arada Yemen'e giderek, San'a'da Abdurrezzâk b. Hemmâm'la (ö.
211/826) görüstü. Orada iki yil kadar kalarak O'ndan ez-Zuhrî ve Ibnü'l-Müseyyeb
yoluyla gelen birçok hadisleri aldi(Muhammed Ebû Zehra, Islâm'da Fikhî
Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Sener, Istanbul i976, s. 423 vd.)
Adinin
ilim, zühd ve takvâ ile birlikte yayilisi toplumu onun ilmine yöneltti.
Mescid'eki derslerini izleyenlerin sayisinin bes bine kadar ulastigi
nakledilir. Derslerinde dikkati çeken üç husus sudur.
a)
Onun meclisine ciddiyet, vakar, tevazu ve ruhî huzur hâkimdi. Kendisi saka ve
alay etmeyi sevmezdi.
b)
Dersinde, ancâk hadisleri rivayet etmesi istendigi zaman anlatirdi. Hadis
rivayetinde hafizasina güvenmez, Hz. Peygamber'e söylemedigi seyi isnad etmemek
için yazili metne bakarak nakiller yapardi. Kendisine sorulmadikça konusmazdi.
c)
Verdigi fetvalarin yazilip nakledilmesini menederdi. Ona göre yazilmasi gereken
ilim, ancak Kitap ve Sünnet'ten ibaret idi. Ahmed b. Hanbel'in görüsü bu
olmakla birlikte ögrencileri kendisinden ciltler dolusu kitaplar rivayet
etmislerdir(Zehebî, Tercemetü Ahmed b. Hanbel, Müsned'in bastarafi,
Mektebetü'l-Maarif tab'i, Misir, t.y.); Ebû Zehra, a.g.e., s. 437).
Hâlife
Me'mûn'un ortaya attigi Kur'ân'in mahlûk (sonradan yaratilmis) oldugu fikrini
Ibn Hanbel kabul etmedi, muhakeme edilerek zindana atildi. Dayak yedi,
kendisine iskence yapildi, fakat yine inancindan taviz vermedi. (Ahmed b. Hanbel'in
hal tercemesi için bk. el-Hatîbü'l-Bagdâdî, Târihû Bagdâd, Misir 1394/ 1931,
IV, 412-423; Ebû Nuaym, Hilye, Misir 1352/15, IX,161-233; el-Buhârî,
et-Tarihu'l-Kebîr, Haydarâbâd. 1360, I, 2, 5; Ibn Hallikân, Vefeyâtü'l-Ayân,
Kahire 1367/1948, I, 47-49; Ibn Ebî Ya'lâ, Tabakâlü'l-Hanâbile, Kahire
1378/1952, I, 4-20: Ibnü'l-Cevzî; Menâkibu'l-Imam Ahmed, Misir 1349; ez-Zehebî,
Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbâd 1375/1955, I, 43i-432; Târihu'l-Islâm, I, 58-131
(Ahmed Muhammed Sâkir'in Müsned nesri mukaddimesi); Ebû Zehra, Ahmed b. Hanbel,
Kahire 1949; Fuat Sezgin, GAS, I, 502-509).
Ahmed
b. Hanbel'in Ictihad Usulü:
Dört
mezhep imami içinde usul ve fetvalarini yazmaktan en çok çekinen zât Ahmed b.
Hanbel'dir. O, daha çok hadisleri toplayip tasnif etmeyi gaye edinmistir. Sâfiî
gibi O da senedi sahih olunca baska hiçbir sart ileri sürmeksizin haber-i
vâhidle amel eden hadis ehli müctehidlerindendir. Ebû Hanîfe ise bu konuda
râvinin güvenilir (sika) ve adaletli olmasi yaninda rivayet ettigi seye aykiri
bir amelde bulunmamasini sart kosar. Sahabe adi zikredilmeyen "mürsel
hadis"i, Ahmed b. Hanbel zayif sayar ve konu ile ilgili baska bir hadis
bulunmazsa, yani zarûret karsisinda kalirsa bunu delil. olarak kabul ederdi
(Muhammed Ebû Zehra Usûlü'l-Fikh, Dâru'l-Fikri'l-Arabî tab'i, y. ve t.y., s.
108 vd.) Böylece O, mür" sel ve zayif hadisleri daha kuvvetli bir delil
bulunmazsa kiyasa tercih ederdi. Ancak O'nun devrinde henüz hadis için
"sahih, hasen, zayif" seklinde üçlü taksim yapilmamis, hadisler
genellikle sahih ve zayif kisimlarina aynlmistir. Bu yüzden Ibn Hanbel'in
kiyasa tercih ettigi hadisler, bâtil ve münker olmayan "hasen"
nevinden hadisler olmalidir (Ibnti'l-Kayyim, I'lâmil'l-Muvakkiîn, Misir 1955,
I, 29, 30).
Ibn
Hanbel'e göre, ayni konuda aksi bir görüsün bulundugu bilinmeyen sahabe kavlî
"icmâ"' niteligindedir. Eger sahabe görüsleri arasinda ihtilaf varsa,
ya bunlardan Kitap veya Sünnete yakin olani tercih eder veya böyle bir tercih
yapmaksizin sadece görüsleri nakletmekle yetinir. konu hakkinda sahabe görüsü nakledilmemisse,
büyük tâbiî'lerin re'ylerini kendi re'yine tercih eder. Mesele hakkinda âyet,
sahih hadis, sahabe kavli, zayif ve mûrsel eser gibi deliller bulamazsa kiyas
yoluna basvurur (Ibnü'l kayyim, a.g.e., I, 32). "
Hanbeliler,
hakkinda Kitap, Sünnet ve Icmâ'a dayali bir delil bulunmayan maslahati (kamu
yarari) kiyastan sayarlar. Çünkü bunlar Kitap ve Sünnet nass'larinin
toplamindan elde edilen genel maslahatlardir. Diger yandan Ibn Hanbel
"Siyaset-i ser'iyye" de de maslahadi esas almistir. Siyaset-i
ser'iyye, Islâm Devlet baskasinin, toplumu islah amaciyla, insanlari yararli
islere tesvik etmek ve zararli islerden uzaklastirmak için izlemis oldugu
yoldur. Nass olmasa bile bu konuda bazi cezalarin uygulanmasi mümkün ve
caizdir. Ibn Hanbel'in konu ile ilgili bazi fetvalari söyledir: Fesat ve
kötülük çikaranlar, serlerinden,güvende olunabilecek bir ülkeye sürgün
edilirler. Ramazan ayinda gündüz sarap içenlerin cezasi arttirilir. Sahabeye
dil uzatan cezalandirilir ve tevbeye davet edilir. Hanbelî mezhebine bagli bazi
bilginler de kamu yararina dayali fetvalari sürdürmüslerdir. Meselâ; bir ev
sahibi, eger evi elverisli ise, kalacak yeri olmayan bir kimseyi evinde
oturtmasi için zorlanabilir. Bu konuda Ibnü'l-Kayyim (ö. 751/1350) söyle der:
"Bir topluluk, herhangi bir sahsin ovinde oturmak zorunda kalsa, bundan
baska bir ev veya otel (han) bulamasa, O kimsenin anlasmazliga düsmeksizin
evini bunlara vermesi gerekir. Bazi Hanbefîlere göre ev sahibi bunlardan ecr-i
misil kadar kira bedeli alabilir (Ebû Zehra, Islâm'da Fikhî Mezhepler Tarihi,
s. 493, 494).n
Hanbefîler
istihsan delilini de kabul ederler. Çünkü istihsan; ya nass veya icmâ' gibi bir
delile dayanmakta yahut da zaruret prensibine göre kabul edilmektedir.
Sedd-i
Zerâyi, prensibini en siddetli uygulayan mezhep hanefîlerdir. Bu konuda
Ibnü'l-Kayyim el-Cevziyye söyle der: "Maksatlara, ancak onlara götüren
vâsita ve yollarla ulasildigina göre, bu vâsita ve yollar da onlara tabi olur
ve ayni hükmü alirlar. Allah bir seyi haram kilmissa, bu harama götüren yol ve
usulleri de yasaklamis demektir. Aksi halde haram kilmanin hikmeti kalmazdi.
Meselâ; doktorlar, hastaligi önlemek için, hastayi buna sebep olan seylerden
menederler. Aksi halde hasta daha kötü duruma düsebilir (Ibnü'l Kayyim, a.g.e.,
I, 119).
Hanbelîlerin
çokça kullandigi baska bir metot "istishâb" adini alir. Bu manasi
sabit olan bir hükmün, onu degistiren bir delil bulununcaya kadar devam
etmesidir. Onlarin istishâb metoduna göre verdikleri ban fetvalar sunlardir:
a)
Yasaklandigina dair bir delil bulununcaya kadar esyada aslolan mübahliktir.
b)
Pis oldugunu gösteren bir delil bulununcaya kadar suda aslolan temizliktir.
c)
Esini bosayan bir koca, daha sonra bir defa mi yoksa üç talakla mi bosadiginda
süphe etse, bir talakla bosadigi esasi kabul edilir. Çünkü tek talakla bosama
kesindir (Ebû Zehra, a.g.e., s. 497, 498).
Ibn
Hanbel istishabi; "daha önce var olani sabit görme, önceden yok olani yok
sayma" seklinde uygularken, ayni metodu bazi hanefîler, sâbit kilmada
degil, sadece def'ide geçerli görürler. Meselâ; kaybolan (mefkud) ve
kendisinden haber alinamayan kimsenin hayati, aksi sabit oluncaya kadar devam
eder. Hanefî ve mâlikîlere göre, kendi mallari bakimindan sag kimseler gibi
muamele görür, mülkiyet hakki devam ettigi gibi, karisi da, onun ölümüne dair
bir delil bulununcaya veya mahkeme tarafindan ölümüne hüküm verilinceye kadar
evlilik sifati devam eder; fakat bu kayip kimse, kayipligi süresince bir takim
yeni haklar elde edemez. Bu süre içinde ona, miras veya vasiyet yoluyla bir sey
intikal etmez. Bir yakini ölürse, kayip kisinin payi bekletilir, sag olarak
döner gelirse bu pay ona verilir. Hâkim onun ölümüne hükmederse, miras birakan
öldügü vakit o da ölmüs sayilarak onun miras payi mûrise geri döner ve onun
öteki varisleri arasinda paylastirilir. Hanbelî ve Sâfiîlerin istihbab anlayisi
ise "hem isbat hem de def etme" esasina dayandigi için, ölümüne hüküm
verilinceye kadar, onu kayiplik sûresince sag olarak kabul ederler. Onlara
göre, bu süre içerisinde o, kendisine ait mallarin mülkiyet hakkina sahip
oldugu gibi kendisine miras, vasiyet ve benzeri yollarla mal da intikal eder
(Ibnü'l-Kayyim, a.g.e., Delhi tab'i, I, i25; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fikh, s. 299,
300). Istishâb delilinin re'y ve kiyas ictihadiyla yakin ilgisi vardir. Kiyasi
tamamen inkâr eden Zahirîlerle, Ibn Hanbel gibi çok az kullanan müctehidler,
âyet ve hadislerin temas etmedigi meseleleri Istishâba birakarak; Allah'in
haram kildigi haram, helal kildigini helal, bunlarin disinda kalanlari ise
Istishâb esasina göre mübah kabul eder ve bu metodun alanini çok genis
tutarlar.
Hanbelî
Mezhebinin Bazi Görüsleri:
Ahmed
b. Hanbel'e göre; iman, kesin olarak inanmaktan ve amelden ibarettir. Artar ve
eksilir, yani iman, iyi amelle artar, kötü amelle de eksilir. Kisi imandan
çikabilir, Islam'dan çikmaz. Tevbe edince yeniden imana döner. Insani ancak
Allah'a sirk kosmak veya farzlardan birini inkâr ederek yapmamak imandan disari
çikarir. Insan herhangi bir farz tembellik veya gevseklik yüzünden terkederse,
onun durumu Allah'a havale edilir. Dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder.
Hz.
Ali'nin hilâfetinden itibaren büyük günah (kebîre) isleyenlerin durumu
bilginler arasinda tartisilmistir. Hâriciler bu konuda sert bir yol izleyerek,
büyük günah isleyenin dinden çikacagi görüsünü benimsemistir.
Hasan
el-Basri bunlarin münafik olacagini söylerken Mürcie firkasinin sapiklari, iman
olduktan sonra, günahin hiçbir zarari olmadigini savunmuslardir. Ebû Hanîfe ve
çogunluk Islâm hukukçularina göre büyük günah isleyen kimse, kesin tevbe
ederse, Allah onun tevbesini kabul eder. Eger tevbe etmeden ölürse durumu
Allah'a havale edilir. O, dilerse azap eder, dilerse kulunu affeder. Ahmed b.
Hanbel'in görüsü de, diger fakihlerin görüsü gibidir. O, söyle demistir:
"Mü'min kendisine gizli olan seyleri Allah'a havale eder, kendi durumunu
da O'na birakir. Günahlarla Allah'in magfiret kapisini kapatmaz. Herseyin,
hayir ve serrin Allah'in kaza ve kaderiyle oldugunu bilir. Iyilik yapan için
Allah'tan ümidini kesmez, kötülük yapanin da âkibetinden korkar. Muhammed
ümmetinden hiçbir kimse yaptigi iyilik sebebiyle cennete ve kazandigi günah
sebebiyle cehenneme girmez. Bu konuda Allah'in diledigi olur"
(Ibnu'l-Cevzî, Menâkibu'l Imam Ahmed b. Hanbel, s. 168).
Ahmed
b. Hanbel'in Islâm Devlet Baskani seçimi (Imam, halife) ile ilgili görüsü su
sekilde özetlenebilir: O, hilâfet ve halîfe konusunda sahabe tabiilerin
çogunluguna tabi olur. Buna göre, Islâm Devlet baskani (halîfe), kendisinden
sonra uygun gördügü birisini hilâfet için aday gösterebilir. Burada son söz
mü'minlerin bîatidir. Nitekim Hz. Peygamber, Ebû Bekir (r.a)'in, kendi yerine
geçmesine isaret buyurmus, fakat bunu açikça söylememistir. Söyle ki, Hz.
Peygamber, hastaligi günlerinde Ebû Bekr'i namaz kildirmasi için öne
geçirmistir. Ashâbi kiram; "Peygamber (s.a.s) O'nu din isimiz için
seçmistir. O halde biz O'nu dünya isimiz için niçin seçmeyelim" diyerek,
Hz. Ebû Bekr'e bîat etmislerdir. Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra Hz. Ömer'i
aday göstermis, müslümanlari O'na bîat edip etmeme konusunda serbest
birakmistir. Müslümanlar da kendi iradeleriyle Hz. Ömer'e bîat etmislerdir.
Daha sonra, Hz. Ömer, peygamber (s.a.s)'in rizasini kazanan alti kisiyi seçmis
ve bunlara içlerinden birini halife seçip, müslümanlari buna bîata davet
etmelerini tavsiye etmistir. Bunlarin dört tanesi Hz. Osman'i seçmis ve
müslümanlar da ona bîat etmislerdir. Hz. Ali de O'na biat edenler arasindadir.
Ahmed b. Hanbel, "Onlarin isleri, aralarinda danisma (süra) iledir"
(es-Sûrâ, 42/38) âyeti uyarinca, halifenin sûrâ ile seçilmesi prensibini
benimser. Diger yandan sünnete uyarak halîfenin Kureys'ten olmasini kabul eder.
Yönetimi zorla ele geçiren kimseye facir bile olsa itaâtin gerekli oldugunu
söyler. Böylece fitnelerin önüne geçilmis olur. O, bu konuda müslümanlarin
maslahatini gözetmektedir. O'na göre, düzenli ve kalici bir yönetim teessüs
etmelidir. Bu düzenin disina çikanlar, ümmetin gücünü bölmekte ve onu
temelinden sarsmaktadir. Ibn Hanbel'i böyle düsünmeye sevkeden sey, Haricilerin
o dönemdeki sert, bölücü ve siddetli eylem ve hareketleridir. Müslümanlarin
nizamini bozmak isteyenler, zâlim yöneticilerin isledikleri suçtan daha fazla
suç islemis olurlar (Ibnü'l-Cevzî, el Menâkib, s. 176). Ahmed b. Hanbel, mesru
nizariim korunmasini savunmakla birlikte kendi devrindeki yöneticilerle hiçbir
sekilde temas kurmamis, onlarin hediye ve armaganlarini kabul etmemistir. O,
hak ve adalete inanan, zulmü tanimayan, fitne, fesat, isyan ve karisikligi
istemeyen yüksek bir ruha sahipti.
Ahmed
b. Hanbel'in Hadisçilik Yönü:
Ibn
Hanbel 40 yasina kadar hadis ögrenmek ve ilmini artirmak için çalismis, Irak,
Hicaz ve Yemen arasinda ilim seyahatlerinde bulunmustur. Fakat bu süre içinde
hadis rivayet etmekten veya ders vermekten kaçinmistir. O, Hz. Peygamber'in peygamberlik
çagi olan 40 yasinda hadis rivayetine ve ders vermeye basladigi zaman ilminin
en yüksek derecesine ulasmis ve akranlari arasinda temayüz etmisti. Seyhi
Abdurrezzâk Ibn Hemmâm (ö. 2ii/826) O'nu diger hadisçilerle karsilastirarak
söyle demistir:
"Bize
en kudretli hâfiz es-Sazkunî geldi, hadis ricâlini çok iyi bilen Yahya b. Maîn
geldi, fakat bunlarin hepsini kendi sahsinda toplayan Ahmed b. Hanbel gibi bir
Imam daha gelmedi (Ibnü'l-Cevzî, el-Menâkib, s. 69).
Ahmed
b. Hanbel te'lif ettigi Müsned adli hadis eseriyle söhret bulmustur. Müsned;
üçüncü hicret asrinda ortaya çikan ve hadisleri, diger hadis eserlerinden
farkli bir sekilde tâsnife tabi tutan kitaplardir. Sünen, musannef ve câmi' adi
verilen hadis kaynaklarinda tasnif, "konulara göre" yapilirken,
müsnedlerde, hadislerin konulari dikkate alinmamis, fakat kitaba alinacak
hadisler ya onlari rivayet eden sahabî veya sahabîden sonraki râvilerden
birinin ismi altinda biraraya getirilmistir. Meselâ; Ebû Hureyre'nin Hz.
Peygamber'den rivayet ettigi hadisler, konulari dikkate alinmaksizin, Ebû
Hureyre ismi altinda biraraya getirilerek bir kitap içinde çesitli sahabîlerin
hadislerinden olusan bir mecmua te'lif edilmistir. Müsned'in kelime anlami
"isnad edilmis" demektir.
Iste
Ibn Hanbel'in Müsned'i de, diger müsnedler gibi sahabe adlarina göre tasnif
edilmis, ve her sahabenin rivâyet ettigi hadis, konusu ne olursa olsun kendi
ismi altinda toplanmistir. Ebû Bekir es-Siddîk'in müsnediyle baslayan eserde
sirasiyla Hulefâ-i Râsidîn ve diger sahabelerin müsnedleri bunu izlemistir.
Ahmed
b. Hanbel, Müsned'ini topladigi 700 binin üzerindeki hadisler arasinda
seçtikleriyle meydana getirmistir. Müsned'de tekrarlariyla birlik te 40 bin,
tekrarlar disinda yaklasik 30 bin kadar hadis yer alir (el-Medînî,
Hasâisu'l-Milsned (Ahmed Muhammed Sakir tarafindan Müsned mukaddimesinde
nakledilmistir), I, 23; es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, Misir 1379, s. i0i).
Müsned'in bütün sahih hadisleri içine aldigi söylenemez. Hatta Sahîhayn'da
hadisleri bulunan 200 kadar sahabenin Müsned'te yer almadigi ileri sürülmüstür
(es-Süyûlî, a.g.e., s. i0i). Müsned, Ahmed b. Hanbel'in hayatinda iki oglu
Salih ve Abdullah ile, kardesinin oglu Hanbel tarafindan Ahmed'ten isitilmis ve
rivayet edilmistir. Ancak asil nüshaya Abdullah'in baskalarindan isittigi bazi
hadislerle, nüshayi Abdullah'tan rivayet eden Ebû Bekir el-Kati'î'nin bazi
hadisleri de ilâve edilmistir. Ancak bunlarin sayisi bütünü etkilemeyecek kadar
azdir (el Medînî, a.g.e., I, 21; es-Suyûtî, a.g.e., s. i0i). Sonuç olarak Ibn
Hanbel'in Müsned'i müslümanlar arasinda büyük itibar görmüstür. O'nun kaleme
aldigi Kitabü'l-Ilel ve Ma'rifeti'r-Ricâl incelendiginde, hadisleri ve
râvîlerini tanimada genis bilgiye sahip oldugu anlasilir.
Hanbelî
Mezhebinin Yayilmasi:
Ahmed
b. Hanbel usûl ve fetvâlarini yazmaktan kaçinmistir. Hatta o, fikhinin
yazilmasini menetmistir. Bunun sebebi, Islâm'in asil ana kaynagini teskil eden
Kitap ve Sünnetle mesgul olmayi ön plâna çikarmaktir. O, bu düsüncesini söyle
ifade eder: "el-Evzâî'nin re'yi, Mâlik'in re'yi, Ebû Hanîfe'nin re'yi...
bunlar hepsi re'y'dir ve bana göre aynidir. Huccet ve delil olma sifati yalniz
"âsâr'a aittir" (Ibn Abdilberr, Câmiu'l-Beyâni'l-Ilm, Misir i346,
II,i49). Delilini incelemeden hiçbir müctehidin söz ve re'yine uyulmaz. Delili
incelendikten sonra uyulunca buna taklid degil "ittiba" denir. Burada
artik müctehidin söz ve re'yi ile degil, onun dayandigi delil ile amel edilmis
olur. Ibn Hanbel bu görüsünü su ifadeleriyle biraz daha aççiklar: "Ne
beni, ne Mâlik'i, ne Sevrî'yi ve ne de el-Evzâî'yi taklit et, hüküm ve bilgiyi
onlarin aldigi kaynaklardan al. Dinini hiçbir müctehide ismarlama, Hz Peygamber
ve ashabindan geleni al, sonra tabiîler gelir ki kisi onlar hakkinda
muhayyerdir" (Ibnü'l Kayyim, I'lâm, Misir i955, II, i78,i8i, i82).
Daha
önce hanefi fikhi Imam Muhammed'in kaleme aldigi ve Ebû Hanîfe (ö.150/767),
Imam Muhammed (ö. 189/805) ile Ebû Yûsuf'un (ö. 182/798) görüslerini içine alan
râhiru'r-rivâye ve nevâdir kitaplari yoluyla nakledilmis, Imam Sâfiî de (ö.
204/8i9) kendi fikhini bizzat yazmisti. Ahmed b. Hanbel'e ait bazi fikih
meselelerin yazili metinleri nakledilmisse de bunlar, kendisi için tuttugu
notlardir. Hanbelî fikhi, ahmed b. Hanbel'in talebeleri araciligi ile
nakmedilmistir. Bunlarin basinda oglu Salih (ö. 266/879) gelir. O, babasinin
fikhini, yazdigi mektuplarla yaymis, kadilik yaptigi yerlerde bizzat pratikte
uygulamistir. Diger oglu Abdullah da (ö. 290/903) el-Müsned'i ve babasinin
fikhini gelecek nesillere nakletmistir. Ahmed b. Hanbel'in yaninda uzun yillar
kalan ve onun fikhini nakleden ögrencileri; Ahmed b. Muhammed el-esrem (ö.
273/886), Abdülmelik b. Abdillah b. Mihran (ö. 274/887), Ahmed b. Muhammed b.
el-Haccâc (ö. 275/888) basta gelenleridir. Bu ögrencilerden sonra Ebû bekir
el-Hallâl (ö. 3ii/923) Ahmed b. Hanbel'in ilimlerini toplamak için bütün
gücüyle çalismis, bu amaçla seyahatlere çikmis ve birçok kitap telif etmistir
(Ebû Zehra, Islâm'da Fikhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Sener, Istanbul
1976, s. 499, 500).
Ahmed
b. Hanbel, selefin metodunu benimseyen bir fakih sayilir. Bu yüzden tercih
yapmaktan sakinir, ayni konuda birden çok sahabe veya tabiî görüsünü terketmeyi
gerektiren bir nass bulunmazsa, her iki veya daha çok görüsü mezhebinde ayri
ayri kabul ederdi. Meseleyi soran kimsenin içinde bulundugu özel durumu dikkate
alarak fetvâ verirdi.
Hanbeliler
ictihad kapisinin kapanmadigini ve her asirda, mutlak bir müctehidin
bulunmasini farz-i kîfa ye oldugunu söylerler. Çünkü toplumda karsilasilan yeni
olaylar bunu gerekli kilar. Bu, mezhebin Kitap ve Sünnetin üzerine çikmamasi
için de gereklidir.
Hanbelî
mezhebinin fakihleri çok güçlü oldugu halde, istenilen ölçüde yayilmamistir.
Halktan bu mezhebe bagli olanlar azinlikta kalmislardir. Hatta hiçbir Islâm
ülkesinde çogunlugu teskil edememislerdir. Ancak Necid ile Saud (ö. 795/1393)
ailesi Hicaz bölgesine hâkim olduktan sonra Arabistan yarimadasinda Hanbelî
mezhebi oldukça güçlenmistir.
Bu
mezhebin fazla yayilmamasinin sebepleri sunlardir: Hanbelî mezhebi tesekküt
etmezden önce Irak'ta Hanef, Misir'da Sâfiî ve Mâlikî, Endülüs ve Magrib'te
yine Mâlikî mezhebi hâkim durumda idi. Diger yandan Hanbelîler önceleri,
baskalarina karsi delilden çok sert hareketlere basvuruyorlardi. Güçleri
arttikça, iyiligi emretme ve kötülükten sakindirma için insanlara baski
yapiyorlardi. Hanbelîlerin bu gibi davranislari yüzünden insanlar bu mezhepten
ürkmüslerdir. Bu sebeple Hanbelî mezhebi fazla taraftar bulamamistir (Ebû
Zehra, a.g.e; s. 505, 506).
Hamdi
DÖNDÜREN