M O T İ V A S Y O N U
N G Ü C Ü
‘Her
sorunun üç çözümü vardır: Benim çözümüm, sizin çözümünüz ve gerçek çözüm.’ Çin
Atasözü
Birisini birşey
yapmaya zorlayabilirsiniz, ama o kişiyi bu şeyi yapmak istemeye kesinlikle
zorlayamazsınız. İstemek için gereken arzu içimizden gelir ve motivasyon da içten
zevk almamızı sağlayan içten gelen en büyük güçtür.
Bu kitap modern yönetim
üzerine bir denemedir. Bir işletmenin en iyi verim elde edebilmesi, ücretli işçilerinin
de işi kendisininmiş gibi kabul etmesine bağlıdır.
Bir organizasyon
olutturabilmek için öncelikle bireyleri gelittirmeliyiz.Peter M. Senge,’Besinci
Disiplin’ adlı kitabında: ”Organizasyonlar ancak beceri kazanan bireyler aracılığıyla
beceri kazanabilirler. Bireysel öğrenme organizasyonun öğrenmesini garanti
etmez; ama bu gerçekleşmeden de örgütsel öğrenimden bahsedilemez… Şayet işçiler
yeterince motive edilemezlerse ne büyüme olacaktır, ne verimlilik artışı, ne de
teknolojik gelişme.” der.
Bu kitap bir kurumu
yeniden organize etmeyi planlayanlar veya zaten yeniden yapılanma sürecinde
bulunan yöneticiler; uzman ve danışmanlar; personel müdürleri; hizmetiçi eğitimde
sorumlu olan kişiler; işletmeyle ilgilenen öğretmen ve öğrenciler; ister
toplantı başkanı olarak, isterse bir projenin lideri olarak, mesleki temelde
insanlarla ilişkide bulunanlar ve işi ikna etmek olanlar için elzem…
MOTİVASYON
VE ÖRGÜTSEL DEĞİŞİM
“Diyalog; ‘Onların
konuşması, bizim cevap vermemizdir.’ Veya cevap vermeyip bir gülümsemeyle -ama
bildiğimizi ifade eden bir gülümsemeyle başımızı sallayarak sorunlarını anladığımızı
ve karşılıklı konuştuğumuz takdirde meseleleri çözebileceğimizi anlamalarını sağlamamızdır.Çünkü
birisiyle konuşmak, yani diyalog, güven oluşturur ve güvende bizim herşeyden çok
ihtiyacımız olan şeydir.” Stefan Haym
Zaman değişti. Küreselleşen
dünyada herşey çok çabuk değişiyor. İnsanlar ya tüm enerjisini değişime karşı
direnmeyi denemek için kullanacaklardır, ya da karşı karşıya olduğu değişimin
kaçınılmazlığını kabullenmek ve bundan yararlanmaya hazırlanmak. İkinci şık çok
daha kolaydır.
Görüşlerimiz vardır.Görüşler,
önümüzdeki yolu gösterir; ama onları eyleme koymak isteyen bir yönetici
elemanlarını harekete geçirmek ve kendilerini işlerine vermelerini sağlamakla yükümlüdür.
İşte bu konuda yönetici başkalarının yardımına ihtiyaç duyar. Birlikte çalışma
kültürü (istişare) bizim iş görme yolumuzdur; bu, makineye yağ koymakla kum
koymak arasındaki farka benzetilebilir.
Ortak Görüş+Açık
Hedefler+Pozitif Kültür=BAŞARI
İş görenler kendi
sorumlu oldukları alanlarda karar vermeye yetkili olmalıdır.Elbette, yeni bir
yol tutturulduğunda bazı engellere takılma tehlikesi vardır. Eğer küçük bir
hata otomatik olarak gelecekteki umutlarının sona ermesi anlamına gelirse, hiç
kimse risk alma cesareti gösteremeyecektir. Dolayısıyla çok geç olmadan, her iş
görenin soru sormasına, hata yapmasına ve yararlı gelişmelere dikkat çekmesine
izin verilmelidir.
Herkes, belirsizlik
karşısında karar verebilmeyi ve en çalkantılı değişim dönemlerinde bile olumlu
bir tavır gösterebilmeyi öğrenebilmelidir. Başkalarının duygularını
anlayabilme, önsezi, düzeltme yeteneği gibi karakteristik özellikler ve insan
doğası hakkında bilgi, başarı sürecinde fevkalade gereklidir. Karşılıklı saygı,
güvenirlik ve başkasını düşünme gibi değerler başarıya giden yolda önemli yapı
taşları olarak karşımıza çıkıyor. (Kitabın bu değerlerden “eski moda değerler”
diye bahsetmesi ilginç.)
Yönetici ve
personelin gelecek için görüşlerini birleştirmesi çok olumlu bir başlangıç
noktasıdır. En önemli motivasyon faktörlerinden biri, insanın kendisini bir
gruba ait hissetmesidir. Bir görüş etrafında toplanmış bir topluluktan, hiç
beklenmeyecek bir güç doğar.
Hedefler açıkça tanımlanmış
olmalıdır. Neyi istediğinizi bilmelisiniz. Enerjiniz, bilginiz ve azminiz bir
amaca yönelmeli ve bu amaç açık, somut ve kesin olmalıdır. Hem iyimser hem de
gerçekçi olmalıdır.
Görüşler, karanlıkta
kalmış bir yolu aydınlatan ışıkla karşılaştırılabilecek bir tür hedeftir.
Hedefinizi somutlaştırmayı ve onu olmasını istediğiniz bir sonuç olarak ifade
etmeyi başardığınızda, bu ışık yoğun bir lazer ışınına dönüşecek ve bir duvarı
delip geçecek kadar güçlü olacaktır.
Olumlu bir hedef
belirleyip, uygulanabilir bir strateji ortaya koyduktan sonra eylemlerin o amaç
üzerinde yoğunlaşmış olması gerekir. Yani tüm dikkat buna verilmiş olur. Bunu
başka birşey yaparken bile zihnin köşesinde tutmak gerekir. Bu sayede, uyanık
kalır ve karşınıza çıkan fırsatları değerlendirebilirsiniz.
Şayet bir öncelik sıralamanız
yoksa, herhangi bir seferde yapmaya çalışıp sonrada hiçbir şey yapamama
tehlikesiyle karşı karşıyasınız demektir. Dolayısıyla enerji ve kaynaklar,
hedeflere birer birer ulaşmak doğrultusunda kullanılmalıdır.
Bütün bunlardan bir
netice elde edebilmek için irade gücü ve azim gereklidir.Zira başta, bütün dünya
bize karşı elbirliği etmiş gibi görünür. Halbuki engeller ve direnç sizi güçlendirir
ve kendi yeteneklerinize güvenmenizi sağlar.
“Ey benim düşmanım
sen benim ifadem ve hızımsın.
Gündüz geceye muhtaç,
bana da sen lazımsın…”
Motivasyon
ve Değişme: Bilgi, güç demektir.
Eğer kendinizi şartların kurbanı gibi hissetmek yerine, geleceğe doğru ağır ama
emin adımlarla ilerleyenlerden olmak istiyorsanız, onlardan geri kalmamalısınız.
Artık bir kadın için çocukları veya bir erkek için iş yoğunluğu bahane değildir.
Bilginizi zamana uydurmak zorundasınız; yeni birşeyler öğrenmek için ise hiçbir
zaman çok geç değildir.
Motivasyon katılımın
sonucudur. Ne var ki, birlikte çalışmak kolay değildir. Ama başka türlü de
insanlar arası ilişki kuralları öğrenilemez. Bu yüzden tek başına gelişme
yeterli değil; sosyal yeterliliği güçlendirmek de aynı derecede önemlidir.
Bütün bu noktalarda
alınan sonuçların sürekli olması,uygulamanın sürekli olmasına bağlıdır. Deneyimler
göstermiştir ki; bir bireyin önderlik yapması ve grubun onu izlemesi şeklindeki
iç düzen, kurumları mümkün olan en iyi sonuçlara ulaştırmaktadır.
Yöneticiler, çalışanlarının
hareketli kalmasını sağlamalı ve bir şekilde ilgi gösterip kısa da olsa konuşması
lazımdır. Böylece herkes istediği birşeyden bahsetme imkanı bulur ve
dedikodular önlenir.
Hiyerarşik yapılar
hantal olma eğiliminde olup, üreticiliğin gelişmesine izin vermez. Bu yüzden
gelecekte bütün kurumlar daha esnek yapılı düzenlemelere ihtiyaç duyacaklardır.
Yöneticinin tavrı,
kurumun personeline yansır. Eğer yönetici bir şeyler elde etmek istiyorsa, önce
kendisi iyi bir örnek olmalıdır; ancak vaat ettiklerini gerçekleştirirse
kendisine saygı duyulur.
Motivasyon
ve Yenilik: Çalışanlar kalpsiz bir
makine topluluğu değildir. İnsanlar ne kadar nitelikliyse, beklentileri de
kadar yüksektir ve sadece ücretleriyle değil, çalışma ortamının duygusal havasıyla
da ilgilenirler. İnsanlar üstleri tarafından takdir edilmezlerse, kendilerini
farkettirmeye karar verebilirler. Deneyimli insanlar çekip gittiğinde, kurumun
onlardan alacağı semereler uçar gider.
İşinin ilk günlerinde
çoğu insan motive olmuştur. Zaman geçtikçe işyerindeki şartlar onların coşkularını
yitirmelerine sebep olur. İyi liderlik, personelin motivasyonunu kaybetmemesini
sağlamaktır. Bu da yeniden düzenlemelerle sağlanabilir. Bu yeniden düzenleme
esnasında işgörenler hep hoşnutsuzluğa boğulurlar. Bunun sebeplerinden birkaçı:
Ne olacağını ve niye olacağını kestirememe; bundan ne kadar etkileneceğini
bilememe, yeni haliyle işin üstesinden gelip gelemeyeceğinden emin olamama.
MADDİ TEŞVİKLER
Maddi teşvikler tabii
ki bir insanın işindeki verimi artırmakta önemli olabilir. Ama maddi teşviklerin
rolü, motive edici faktörlerin bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Mesela: Az ücret
ödenen işçiler, fazladan alacakları her kuruşa bağımlıdırlar. Daha çok kazanan
insanlar ise yaptıkları işle daha çok özdeşleşir ve paraya daha az önem verir.
Burada paranın yerini, başarısının onaylanması ve hareket serbestisi alır.
ABD, Almanya, Japonya
gibi ülkelerde düzenlenen bir anketteki “İnsanları gerçekten ne motive eder ?”
sorusunun cevabı meseleyi daha iyi izah edici mahiyettedir. Yapılan sıralamada
yüksek maaş dibe vurmuştur.
DERECE MOTİVASYON FAKTÖRLERİ
ABD
JAPONYA
1 ----------
1------------- Daha çok stratejik direktifler
2 ----------
3------------- Daha çok enformasyon
3 ----------
2------------- Proje planlamasına daha fazla katılım
4 ----------
6------------- Daha az örgütsel bürokrasi
5 ----------
4------------- Dışarıdan gelen fikirlere açıklık
6 ----------
5------------- Daha az rutin iş
7 ----------
8------------- Daha fazla hizmet içi eğitim
8 ----------
7------------- Terfi için daha çok umut
9 ----------
9------------- Daha yüksek ücretler
Bunların yanında
verilen ücretlerin de birkaç noktadan önemi vardır:
· Maaş,
yaşamak için gereken geçimi sağlar ve böylece çalışmak için bir teşvik olur.
· Maaş
ölçüsü çalışanın konumunu gösterir.
· Maaştaki
artış, işinizdeki başarınızın onaylanmasıdır.
· Bir
para artışı, diğer insanlarla temastan ve daha derin duygusal birliktelikten
mahrum bir yaşamı telafi edebilir.
Bu noktada aklımıza
bir soru gelebilir. “Eğer maaşlar sadece ikincil bir motivasyon faktörü ise, niçin
insanlar daha yüksek ücret için grev yaparlar?” Bu sorunun cevabını, yüksek
statü ve daha fazla saygı görme isteğinde aramak gerekir. Yani grevdeki
insanlar dikkat çekmek isterler: “Biz toplumda önemli bir görevi yerine
getiriyoruz. Eğer işi bırakırsak her şeyin nasıl aksayacağına bir bakın. Bize
hakettiğimiz ilgiyi gösterin. Eğer siz bunu yapmak istemezseniz, biz sizi bunu
yapmak zorunda bırakacağız.” İnsanlar böylece, tatminsizliklerini, yetersiz bir
ücret ile açıklamaya çalışırlar.
Maaşın ölçüsü, aynı
zamanda bir kurumun iç hiyerarşisindeki statüyü de gösterir. Eğer kendilerine
adil davranılmadığını düşünen elemanların enerjilerini kendilerine acımakla ve
sabotajla harcamaları istenmiyorsa, ücret artışı kriterlerinin herkes tarafından
bilinmesi ve kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla benzer görevleri olan ve aynı
süre çalışan personelin aşağı yukarı aynı maaşı alması gerekir.
Netice olarak
meseleyi iki noktada toplayabiliriz:
MOTİVE EDİCİ
BİR UNSUR OLARAK İLETİŞİM
Açık iletişim,
haberlerin bir örgütsel yapı içinde zirveden dibe, dipten zirveye serbestçe ve
sağlıklı bir biçimde akışıdır.
İşgörenler,
kendilerinden ne yapılmasının beklendiğini ve bunu neden yapmaları gerektiğini,
üstlerinin onlardan ne beklediğini, diğer bölümlerde ve işletme dışında kendi işleriyle
ilgili olarak nelerin olup bittiğini bilmek ister.
Bu haber akışının sağlanması
yöneticinin sorumluluğudur. Yönetici bir örnek teşkil eder. Yöneticinin söz ve
hareketlerinin kişiden kişiye değişmemesi gerekir.
Yeterli iletişim sağlanamadığı
takdirde belirsizlik durumu ortaya çıkar. Bu da söylenti, dedikodu vs. zemini
hazırlar ve belirsizlik ne kadar artarsa, verim de o kadar düşer.
Mümkün olan birçok
iletişim (enformasyon) kanalı vardır:
**Kişisel İlişki ve
Bilgi: Bilgi aktarımı için en iyi yoldur.
**Yazılı Bilgiler: İnsani
ilişkileri kısıtlar ve en çok yöneticinin kendisi zarar görür.
**Video Yayınları:
Haberleşme tek yönlü olarak gerçekleşir.
**Kurum İçi Radyo Yayını:
Eğlendirici olsa da; tipik bir tek yönlü iletişim sistemidir.
**Elektronik Veri Ağı:
Bilgisayar yoluyla haberleşme, ençok olayları ve haberleri duyurmak için
uygundur. Avantajı; çok sayıda insana çok çabuk ulaşabilmesidir.
Bunlara bir de gayr-ı
resmi iletişim ağını katabiliriz. Genelde serbest toplantılarda, çay
meclislerinde olur ve karar verme aşamasında etkilidir.
Açık iletişim kalite
sağlar. Şayet yönetim olayların kökünde yatanları biliyorsa, yeniden düzenlemeden
doğan birçok sıkıntı verici durumdan sakınılabilir. Çoğu kaza ve felaketler, yönetimin
önce ve zamanında uyarılması halinde engellenebilir.
Bir İngiliz madeni sık
sık tekrarlanan kazalarıyla ün yapmıştı. Kazaya yol açan sebepler araştırılınca,
madencilerin üstleriyle hiç teması olmadığı ortaya çıktı. Bilgi akışı sadece
yukarıdan aşağıya doğru idi. Yönetimin işgörenlerle düzenli toplantılar yapma
kararından sonra, kazaların sayısı birden düştü.
Kendi yeteneğinden için
için şüphe duyan zayıf bir yönetici, övgü ve onaylama konusunda da pintidir;
daha açıkçası bunu beceremez. Bunlar yani güvensiz insanlar, başkasının başarılarını
kişisel bir tehdit olarak görür; sadece kendi bulunduğu konuma yönelik değil,
aynı zamanda kendi saygısına da. Başkalarının iyi olması onun için, kendi düşük
pozisyonunun onaylanmasıdır.
Hiçbir teye tepki
vermemek de bir cezalandırma biçimidir. İlgisizlik bazen, dolaysız bir saldırıdan
daha yıkıcı olabilir. Bir kurban, kendisini, adil olmayan eleştirilere karşı
savunabilir; sessizlik ise onu umursanmama duygusuyla başbaşa bırakır.
ÖVGÜ: Övgünün
memnuniyet verici ve teşvik edici olabilmesi için şu özellikleri taşıması
gerekir.
Gerçekçi ve dürüst:
Övgü olgulara dayanmalı ve sizin gerçek düşüncelerinizi yansıtmalıdır. Eğer
insanlar ortalıkta birbirlerine asıl söylemek istediklerini söylemeden yağ çekerek
dolaşırsa, övgü zamanla dejenere olarak boş bir gevezeliğe dönüşür.
Belli bir konuda: Övgü
somut ve özgül bir konuya yönelik olmalıdır yani genel ve abartılı olmamalıdır.
“Daima” ve “Hiçbir zaman” gibi genellemeler kaçınılmaz olarak yanlıştır. “Herşey
mükemmel” gibi özele inmeyen iltifatlar, neyin gerçekte iyi olduğu ve neyin
daha iyi olabileceği hususunda hiçbir fikir vermez.
Övgünün miktarı,
sunulan hizmetle veya yerine getirilen görevle orantılı olmalıdır. Çok küçük
bir işe gösterilen abartılı bir onaylama, kişide güvensizliğe yol açar.
Yüzyüze:
İlke olarak, övgü insanların yüzüne karşı yapılmalıdır. Bir yönetici elemanlarıyla
yüzyüze konuşmak zahmetine katlanmalı, bunu bir üçüncü kişiye bırakmayı düşünmemelidir.
İçten:
Onaylama içten gelmelidir. Kendinizin yapmış olmayı istediğiniz bir işi yapan
bir başkasını tebrik etmek çok zor olduğundan, bazı insanlar, övgülerini sözde
alçakgönüllülük gösterileriyle, alaycı ve küçümseyici sözlerle karıştırırlar. Gözlerinde,
kıskançlık ve haset alevi parlarken, dudaklarından olumlu sözler dökülür,
sonunda tüm haz duyguları yok olur gider.
Bazen güzel bir söz,
bir küçümseme duygusunu örtecek şekilde kullanılabilir. Bu, oldukça can sıkıcıdır.
Çünkü çok az insan buna hazır cevap bir karşılık verebilir. Mesela; bir dergide
makaleniz yayınlanıyor ve arkadaşınız size övgüde(!) bulunuyor: “Makalen muhteşem
olmuş. Kendin mi yazdın?”
OLUMLU TEPKİLER:
Olumlu tepkileri gerektiği gibi kabul edebilmek de bir sanattır.
Bu konuda da birkaç noktanın üzerinde durmakta fayda var.
Hiçbir iltifat geri çevrilmemeli,
gereksiz alçakgönüllülük, çoğu insanı iltifatları geri çevirmeye iter.
Olaylara olumsuz gözle
bakmamalı. Yetenekli insanlar, kendi kendilerinden hep
daha fazlasını beklerler ve çoğunlukla, mükemmel olmadıkları için eleştirilmek
yönünde mazoşist (kendine eziyet edilmesinden zevk duyan anlayış) bir ısrarcılık
içindedirler. Topluluk içerisinde eleştirilmeyi bu yönde değerlendirip, olumsuz
bir şeyler aramamak gerekir.
Duygular aynen yansıtılabilmeli:
Özellikle beklenmedik bir anda geldiğinde, olumlu tepki, insanı bütünüyle
etkisi altına alabilir.Bu anda duygularınızı göstermekte kibarlıkla bağdaşmayan
hiçbir şey yoktur. Gözyaşı bir misal olarak ele alınabilir.
OLUMSUZ
TEPKİLER (ELEŞTİRİ): Yapıcı
bir eleştirinin en az övgü kadar önemli olduğu konusunda hemfikiriz. Ama
genelde bunlar dile getirilemez. Bu; kişinin kendini dezavantajlı bir duruma düşüreceği
kaygısı, ceza veya popülerliğini kaybetme korkusundan doğar. Halbuki bazı
kelimeleri dikkatli seçerek tepkinizi teşvik edici bir şekilde ifade
edebilirsiniz. “Sizin bu işi çok daha iyi yapabileceğinizi biliyorum.” gibi.
Olumsuz düşünceler
bulaşıcıdır. Eğer bir insan sürekli homurdanıyorsa etraftakilerin de iş ve diğer
insanlar hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesi yakın demektir. Bu sebeple; çözüm
meclisi haricinde böyle konuşmaların sık sık olmasına müsaade etmemek daha akıllıca
olacaktır.
O zaman, eleştiri yapılacaksa
yapıcı olmalı, yıkıcı olmamalıdır. Eleştirinin yapıcı olabilmesi için bazı öneriler
ilginizi çekecektir.
1-
Çoğu insan yanlış şeyleri kasıtlı olarak yapmaz. Bir işi ellerine yüzlerine
bulaştırdıklarında bile, aslında iyi niyetlidirler. Bu iyi niyeti takdir edin.
Bir başarısızlıklarını söylerken, bir önceki başarısıyla mukayese ederek söylersek
şahsın kendine güveni artabilir.
2- Ağzınızı
açıp, öfkenizi dışa vurmadan önce, yapacağınız eleştirinin nedenlerinden emin
olun. Çünkü, kontrolsüz bir duygusal patlama, karşınızdaki insanla ilişkilerinizi
tamamen bitirebilir.
3-
Psikoloji dilinde, “transfer” kelimesi, insanın daha önceden yaşadığı
deneyimlerden kaynaklanan duygu ve düşüncelerini buraya ve şimdiye taşımasını
ifade eder. Eğer, daha önceki yönetici otoriter idiyse, personel, yeni yöneticiye
bir süre içinde olsa, sanki elinde kamçı başlarında dikiliyormuş gibi bakacaktır.
Bir Türk, bir Japon ile karşılaştığında, onun on yıl önce arkadaşlık yaptığı
bir başka Japon gibi olduğunu düşünme eğiliminde olacaktır.
Bu transfer tuzağından
kurtulmak için, herhangi bir insan topluluğu içerisinde belirgin bireysel farklılıklar
olacağını hiç unutmamanız gerekir. Acele sonuçlara varmayın ve insanları tanıma
zahmetine katlanın.
4-
Dolaysız ve adil olarak; ne söylemek istiyorsanız tam olarak onu söyleyin. Sizi
rahatsız eden bir durum karşısında; kılı kırk yarmak, genellemelere başvurmak,
saldırmak, karşınızdakini gülünç duruma düşürmek gibi davranış biçimlerine başvurmak
size oldukça çekici gelebilir. Ama, bunlar her zaman düşman kazandırırlar.
Dolayısıyla bunlardan kaçının.
5- Tepkinizi
çabuk verin, küçük bir mesele büyük bir felakete dönüşünceye kadar beklemeyin.
Somut konuşun; sizi tam olarak neyin rahatsız ettiğini söyleyin. O noktada kalın
ve kişinin davranışını eleştirirken genellemeden ve kişisel saldırılardan kaçının.
Olumsuz tepkiyi teketek bir görütmede vermek en iyisidir.
Eğer tüm bir bölüm
meseleden etkileniyorsa, neyin ters gittiğini açıkça tartışmak yararlıdır. Ama
bunun için gereken ön şart, tartışmalı konuların tamamen ortaya konduğu bir
ortam oluşturulması ve genel kabul görmesidir. Kaçınılması gereken şey ise, tek
bir kişinin, tüm diğer insanlar arasında bir günah keçisi haline
getirilmesidir. Eleştirdiğiniz insana, vurguladığınız noktalara cevap verme fırsatını
tanıyın. Dedikoduculuk ve skandal tüccarlığı, güvensizlik oluşturmaktan başka
sonuç vermez.
6-
Tepkinizi vermek için doğru zamanı seçin. Eğer kuşku duyuyorsanız, “Seninle bu
konuyu konuşmamız gerekiyor. Hemen şimdi konuşmak ister misin, yoksa yarına
kadar bekleyeyim mi?” diye sorun.
“İki kulağımızın ve
tek bir ağzımızın olması, daha az konuşup daha çok
dinleyebilelim
diyedir.”
Dinle(yebil)me
sanatı: Açık iletişim, mesajı veren kişinin
kendisini açıklıkla ve tam olarak ifade edebilmesini ve mesajı alan kişinin de
dinlemeye hazır olmasını gerektirir. Dinlemek, saygı göstergesidir.
Ancak çoğu insan kötü
bir dinleyicidir. İletişimi zorlaştıran bazı tipik engeller vardır. Kısaca
bunlara da değinelim.
1- Bir
insanın özümseyebileceği bilgi miktarı oldukça kısıtlıdır. Eğer bir seferde çok
fazla bilgiyle karşı karşıya kalırsak şalterlerimiz atıverir. Coşku içinde, karşısındakini
aşırı derecede bilgiye boğmaya çalışan kişi, enerjisini ve zamanını boşa harcıyordur.
Çünkü, dinlediklerinin çok az bir kısmını özümseyebilecektir. Eğer heyecanlı ve
sinirli, bir konudan diğerine atlayarak konuşursanız, anlattığınız şeyin etkisi
azalacaktır. Birilerini bir şeye ikna etmek istiyorsanız, derin bir nefes
alarak, engin fikirlerinizi küçük parçalara bölmeniz iyi olacaktır.
2- Kendilerini
güvensiz hisseden insanlar genellikle kötü dinleyici olurlar. Çünkü böyle
insanlar, sürekli diken üzerinde duruyor gibi, rahat hareket edemezler.
Amerikalı iletişim
uzmanı Albert Mehrabian tarafından gerçekleştirilen bir araştırma,
birisiyle ilk defa karşılaştığımızda %55 oranında onun beden diline, % 38 oranında
sesine ve sadece %7 oranında da söylediğine konsantre olduğumuzu ortaya çıkarmıştır.
(Büyüklerimizin “İnsan kıyafetiyle ağırlanır, bilgisiyle uğurlanır.” sözüyle çakışan
bir sonuç.) Birisiyle bir daha karşılaşmaktan çekindiğimizde, söylediklerimizin
beden dilimizle yaydığınız işaretlerin yanında çok önemsiz kaldığını unutmayın.
Gülümseyin, soru sorun ve dinleyin. Bu, uzun uzadıya nutuk çekmenizden daha
fazla sempatisini kazandırır.
3- İnsanlar
birbirleriyle görüş ayrılıkları üzerinde tartışırlarken, sürekli anlaşmazlığa düşerler.
Çünkü biri konuşurken diğeri dinleyeceği yerde, ne söyleyeceğini düşünüyor ve
hazırlıyordur. Yanlış anlamalardan kaçınmak için, karşınızdaki insan konuşurken,
kendi hedeflerinize doğru yol almadan önce onu dinlemeniz gerekir. Muhalif
partilere mensup politikacıların televizyonlarda yaptıkları tartışmalar, anlatılanların
dehşet verici bir örneğidir.
4- Dinleme
yeteneği aynı zamanda kişinin beklentileriyle de ilgilidir. Kişi, söylenen şeyin
ilginç, önemli ve yararlı olduğunu düşündüğü zaman dinler. Çoğunlukla neyin söyleneceğini
bildiğini düşünür ve tamamını dinleme zahmetine katlanmaz.
“Cevapların tümünü
bilmektense, soruların bazılarını sormak daha iyidir.” . James Thurber
Soru sorma sanatı:
İnsanlarla nasıl konuşulacağını bilmek, doğru soruları nasıl sorulacağını
bilmek demektir. Soru sormak, konuya katıldığınızı ve diğer insanlarla
ilgilendiğinizi gösterir. Bir konuşmaya: “-Ne?, -Kim?, -Nasıl?, -Ne zaman?,
-Hangi?” sorularını sorarak başlabilirsiniz. “-Niye?” sorusundan mümkün olduğunca
kaçınmak lazımdır. Zira bu kelime gizli bir suçlama içerir.
K A T I L I
M
Liderlik tarzı: Bir
yöneticinin liderlik tarzı, personelinin motivasyonunu belirler. Otoriter
bir yönetici, astlarına, ne yapmaları gerektiğini açık bir biçimde anlatır
ve bunu nasıl yapacaklarını da tam olarak açıklar. Modern yönetim teorisi
ise, bize, kurumun hedeflerinin personel tarafından bilinmesi gerektiğini öğretir.
Bu kitapta ise bir adım daha ileri gidiliyor ve yöneticilerin
hedeflerini personelleriyle birlikte tespit etmelerini ve görevlerini nasıl
yapacaklarına elemanların “kendi kendine” karar verebilmesi için onlara
-verilen talimatlar dahilinde- olabildiğine serbestlik tanımaları öneriliyor.
Hedefin zihinlerde açık olması, onların kendi başlarına inisiyatif
alabilmelerini mümkün kılar. (Tabii ki burada onların sorumluluk alacak
cesarete sahip olduklarını farz ediyoruz.) İnsanlara yumuşak davranmak onlara özgüven
kazandırır.
Otoriter liderlik
tarzı artık çağımıza uygun değildir. Hiç kimse sürekli emir almaktan hoşlanmaz.
Ama bu, dizginlerin tamamen salınacağı anlamına da gelmez.
Duygular sadece bastırılmaları
gerektiği zaman tehlikelidirler. Ama eğer hiç karşılık görme korkusu duymadan
serbestçe ortaya konulurlarsa, o zaman ilgili kişiler bir diyalog başlatabilirler
ve bu da karşılıklı anlayışa giden yolda ilk basamak olabilir.
Açıklık: Anlaşmazlık
konularının tartışmaya açılabilmesi anlamına gelir. Açıklık, sizin farklı bir görüş
savunabilmeniz ve duygularınızı gösterebilmenizdir.
Personelin kurumun
hedefleriyle özdeşleşmesi bekleniyorsa, kurumdaki günlük hayatta olan herşeye
karşı açık olmak, lüzumlu bir önkoşuldur. Ama bu tür bir açıklık, eğer yönetici
kendisini açmaya, diğerleri için ulaşabilir kılmaya hazırlamamışsa ve personeli
ile arasındaki mesafenin otoritesinin kaynağı olduğu inancından kurtulamamışsa,
pek mümkün değildir.
Şayet personel tam
olarak ikna edilmediği birşeyi yapmaya zorlanıyor ise, ilişkilerin arasına
duygusal bir gerginlik girer.
Vicdan sahibi bir
insan, şefine herşeye rağmen sadık kalmaya çalışır. Ama gizliden gizliye
isteksizlik, gönülsüzlük duyar. İsyancı düşünceleri itaat duygusuyla çatışmaya
girer. Gizli öfkesini, unutulmuş bir duygu gibi yaşar. Bastırılan bu duygu, suçluluk
duygusu olarak kendini gösterir. Rahatsız bir vicdanı vardır artık. Bu kararsız,
karışık ve şaşkına çeviren duygularla hareket etmek, zamanın ve enerjinin boşa
harcanmasına sebep olarak, yapılan işin kalitesini düşürür.
Sahte demokrasi;
yöneticinin zaten vermiş olduğu bir kararın konusu olan mesele üzerine
personelini görüşmeye çağırmasıdır. Daha da kötü olanı, uzun bir görüşmeden
sonra ekibin karara varması ama sonradan yöneticinin kimseye açıklama yapmadan
bu kararı değiştirmesidir. Tabii ki yöneticinin en iyi olduğunu düşündüğü yönde
karar alma hakkı vardır. Her kararı almadan önce toplantı yapmak zorunda değildir
ama, eğer personele görüşlerini sorar ve sonra da bunları dikkate almazsa, en
azından bunu niye yaptığını açıklamalıdır.
Katılım
yoluyla kendini geliştirme: Olup
bitenlere personelinin de aktif olarak katılımına fırsat veren yönetici önemli
bilgilere ulaşma imkanını yakalamakla kalmaz, aynı zamanda personelinin de
sadakatinden de emin olur. Katılım insanların sorumluluğunu artırır ve çekişme
isteğini azaltır. Zeki bir yönetici personelini bir kaynaklar kümesi olarak düşünecektir.
Elemanlar kendi özel alanlarında bir başkasından çok daha bilgilidirler ve
neyin geliştirilmesi, yenilenmesi gerektiğini ilk farkedecek olanlar da onlardır.
Katılım, kendini geliştirme imkanı demektir. Bu insani ihtiyacın doyurulması
oldukça motive edicidir. Yöneticinin bu konudaki ideal listesi şu noktaları
içerir:
· “Personelinize
daha fazla sorumluluk vererek çalışma isteklerini yükseltin.”
· “Yenilikler
üzerinde siz bir karara varmadan önce personelinizi görüşmeye çağırın ve birşeyleri
değiştirmek için çok geç olana dek beklemeyin.”
· “Personelin
söylediklerini dinleyin ve isteklerini dikkate alın. Onlara karşı kayıtsız olduğunuz
hissini vermekten kaçının.”
· “Personelinize,
kendi iş tanımlanmalarının hazırlanmasına katılmaları için bir şans verin.”
Bir yöneticinin seçtiği
çalışma metodları, ulaşabileceği sonuçları belirler. Eğer personel karar alma sürecine
en baştan dahil edilmişlerse, bu kararlar sonradan uygulamaya konulduğunda,
ortaya çıkabilecek olan sürtüşmeler en aza indirilmiş olur. Katılım, bir ait
olma duygusunu doğurur.
GÖREVLENDIRME
Yönetim, başka
insanlar aracılığıyla sonuç elde edilmesi anlamına gelir. Personeli motive
edebilme yeteneği, iyi bir yöneticinin sahip olması gereken en önemli
niteliktir. Görevlendirme sorumluluğu da başarının anahtarıdır. Görevlendirme,
somut olarak tanımlanmış görevlerin üst düzeyden alt bir düzeye taşınması
olarak ifade edilebilir.
Görevlendirmede başarısızlık,
yöneticinin, işin ayrıntılarına boğularak bütün üzerindeki genel görüşünü
kaybetme tehlikesi içiinde olduğu anlamına gelir. Bu durumda rutin bir çalışma
hakim olur. Yönetici personelini yönetmek yerine, tek tek görevleri bizzat
yerine getirir. “Nasıl?” sorusu “Ne?” sorusundan daha önemli hale gelir, yani
prosedür gereği olan düzenleme ve kuralların kendileri amaç olurlar. Hiç kimse “Bu
kuralın başlangıçta varolma sebebi aslında neydi?” gibi bir soru sormaz.
Personel her zaman rölantide çalışır. Esneklik yok olmaya başlar ve şirket cansızlaşır.
Görevlendirme gönüllü
yapılmalıdır. Bir diktatöre yapmak istemediği bir şeyi yaptırmaya çalışmanın
anlamı yoktur. Bunun avantajlarını yöneticinin kendisi farketmeli ve
personellerine karşı tutumundaki değişikliğin azap dolu bir sürece dönüşebileceğini
düşünmelidir. Eski fikirlerden kurtulmak hiçbir zaman kolay değildir ama her
zaman bunun için harcanan çabaya değer. Personelin iyi sonuçlar elde etmesi, yöneticiye
yapılmış bir iltifattır.
Görevlendirmeden
kaçınmak için ileri sürülen yedi mazeret:
1-Personelin zaten
yapacak çok iti var: Personelin iş yüküne gösterilen ilgi, görevlendirmeye
karşı çıkmak için en çok kullanılan mazerettir. Görevlendirmeye karşı
isteksizlik en saygıdeğer dürtüden, personelin mutluluğuna gösterilen ilgiden
doğabilir. Ama çok az yönetici personelinin niye iş yükü altında boğulduğunu ve
bu ilgiden gerçekten hoşnut olup olmadığını öğrenme zahmetine katlanır.
Sürekli baskı altında
olan bir kurum, çoğunlukla yetersiz planlama ve düzensiz iş rutinlerinin
kurbanıdır. Böylesi durumlarda düzenlemeler için oldukça geç kalınmış olur.
2-Personel bu iti
beceremez: Birçok yönetici, elemanlarının kendilerine
verilen görevi yerine getiremeyeceklerinden korktuğu için görevlendirmeye karşı
isteksizdir. Bu tavır bir kısır döngü ortaya çıkarır: Yönetici görev vermez, çünkü
personel yeterli bilgiye sahip değildir; daha fazla bilgi için daha fazla öğrenmeleri
gerekir; oysa yöneticinin onlara birşeyler öğretmek için zamanı yoktur, çünkü aşırı
derecede çalışmaktadır, -bunun sebebi ise elemanlarına görev vermemesidir.-
Aşağıdaki sorular, yöneticiye,
personelinin eğitim ihtiyaçlarını tespit etmesine yardım edebilir:
· Hangi
alanlarda bilginizi artırmak isterdiniz?
· Sizce
beklentileriniz fazla mı yüksek/düşük?
· Eğitim
ihtiyaçlarınızın neler olduğunu düşünüyorsunuz?
· Görevlerinizden
herhangi biri bir daha üst/alt bir personele aktarılmalı mı? Evetse hangisi? Niçin?
3-Personel bunu
yapmak istemez: Eğer bir eleman fazladan görevlere veya
farklı olan görevlere hiç ilgi göstermezse bu elemanın sorumluluk almaktan
korktuğu düşünülebilir. Bağımsız bir şekilde hareket etmek ve inisiyatif almak,
her zaman yanlış bir şeyler yapma riskini de beraberinde taşır. Elemanlarınıza
kendilerine daha fazla güvenmeleri için yardımcı olun. Küçük bir hata kimsenin
kariyerinin sonu olmamalıdır.
Eğer personeliniz başına
dert almak istemez bir görüntü veriyorsa, aşağıdaki sorularla bunun sebebini
bulmaya çalışın.
· İnisiyatifi
öldüren sizin kendi liderlik tarzınız olabilir mi?
· Herkes
sizden ağzını bile açamayacak kadar korkuyor mu?
· Herkes
hedefleri gerçekten anlamış mı? Amaçlarınızı tekrar tekrar açıklamaktan kaçınmayın.
· Personeliniz
özgüven yokluğu mu çekiyor: “Bunu yapma riskine gerçekten girebilir miyim? Peki
ama başkaları ne der sonra?”
· Elemanlarınız
yeni görevlerle başa çıkmak için gerekli niteliklere sahip olmadıklarından mı
korkuyorlar?
4-Bu işle görevlendirebileceğim
hiç kimse yok. Görevlendirme, sorumluluğun dağıtılması ve böylece
herkesin başkalarının ne yaptığını bilmesi demektir.
Personelin azlığı görevlendirmeye
karşı bir mazeret olamaz. Tüm organizasyonun eleştirisel bir değerlendirilmesi,
size kurum içinde gerçekleşmesi mümkün olan iş tahsis ve rutinlerini düzene
sokmakta yardımcı olacaktır.
5-Yetkim yok.
Kararın sorumluluğunu almak için gereken yetkinin olmamasına yönelik şikayetler
farkedilir derecede artıyorsa, bu görevlerin ve sorumlulukların birbiriyle
uyumlu olmadıklarını gösterir.
6-Bunu açıklayacak
zamanım yok. Birçok yönetici, birşeyleri açıklamak için
zamanı olmadığını iddia eder. İşi kendisi daha çabuk yapacağını düşünür. Eğer sürekli
kendi kendinize birşeyleri yetiştirmeye çalışıyorsanız, büyük ihtimalle kişisel
yeterliliğiniz ve planlamanızla ilgili yanlış birşeyler var demektir. Vaktinizi
ne yaparak geçirdiğinizi bir kağıda yazma zahmetine katlanırsanız, çok şaşırabilirsiniz.
7-Kendim daha iyi
yaparım. Görevlendirme güvene dayanır. Ama bazı yöneticiler
kendilerini sadece herşeyi kendileri yaptıkları zaman güvenli hissederler.
Dizginleri bırakmayı istememek için de birçok nedenleri vardır: Güç kazanma çabası,
rekabet korkusu, amirlik taslama vs.
Personelleri boş boş
otururken herşeyi kendileri yapan yöneticiler, sağlıklarını da kaybetme
tehlikesi içindedirler. Hatta bazı işkolikler, personellerine duydukları güvensizliği
yaşamlarıyla öderler.
Burada dikkat
edilmesi gereken bir husus vardır. İşi her ne kadar başkaları yapsa da
sorumluluk daima yöneticidedir. Öyleyse görevlendirme işi ancak çok
dikkatli hazırlanmış bir plan dahilinde yapılmalıdır. Üst bir yönetici işin nasıl
gittiğini düzenli olarak takip etmelidir.
Görevlendirme işi, kişinin
hem kendine hem de başkalarına güven duymasını bir önşart olarak gerektirir.
Dolayısıyla, yönetici, güveninin kötüye kullanılması veya görevin tatmin edici
bir biçimde yerine getirilememesi riskini göze almak zorundadır. Bu durumda
bile, birine görev vermiş olan kimse bir üst otoriteye hesap verebilmelidir.
Plan geri teptiğinde personeli suçlamak hiç de iyi bir izlenim oluşturmaz.
Tu görevlerde
mesuliyet daima üst yetkilidedir:
· Hedefleri
ve stratejileri belirlemek ve personeli motive etmek.
· Soruları
tanımlamak. Personeli ile hedefe ulaşmak için izlenecek yolu ne dereceye kadar
kendilerinin seçebileceği üzerinde anlaşmak. Hiç kontrolü kaybetmemek, bilgi akışının
yukarı doğru gitmesini sağlamak.
· Hangi
sonuçların elde edilmesi gerektiğini açıkça tanımlamak.
· Görevlerin
veya alt hedeflerin tamamlanması için gereken zaman üzerinde anlaşmak. Bu aynı
zamanda öncelikleri tanımlamak anlamına da gelir.
· Bir
görevi yerine getirecek olan kişiye bunu yapabilecek yetki ve kaynağı sağlamak.
· İnsanları
bilgilendirmek, olumlu tepkilerde bulunmak, ilgi göstermek.
Başkalarına
aktarılabilecek görevler:
· Her
gün yapılması gereken ama çok standart bir hal aldığından fazla bir düşünme
gerektirmeyen, hep aynı biçimde yinelenen rutin görevler.
· Kurumu
dışarıya karşı temsil etmeye matuf toplantı ve konferanslara katılma ve bol bol
seyahat etme imkanı. Bunun çok değişik faydaları da vardır. Mesleki ve sosyal
yeterliliğini artırma, kuruma bağlılığını güçlendirme, güvenin gösterilmesi, yönetici
görevi yapamayacağı bir durumla karşılaştığında işlerin aksamaması gibi.
· Birşey
için gereken malzemeyi sağlamak, istatistiki analizler hazırlamak gibi
faaliyetler.
· Özellikle
zaman alan görevler. Çünkü yöneticiye sıkı, rutin bir iş olarak görünen birşey,
bunu ilk kez yapacak oan bir personele genelde cazip gelir. Yönetici zamandan
tasarruf etmiş, işgören de yeni birşey öğrenmiş olur.
Başkalarına
aktarılamayacak görevler:
· Hedefler
ve strateji konusunda mesuliyet,
· Özel
olaylarda temsilcilik,
· Kilit
personel ataması,
· Muhtemel
bir kriz anında yönetim,
· Kurumun
sırları.
Yükselen verim, esnek
uygulamalar, azalan devamsızlık, her zamankinden daha iyi hizmet: İşte iyi
motive olmuş bir işgücünün getirecekleri. Bu ödül de kazanmış kitaptan modern
motivasyon kavramını ele alarak, personelin karar alma sürecine katılması, karşılıklı
güvenin geliştirilmesi ve ortak görüş oluşturulması konularına cevap aramaya çalıştık.