ANASAYFA
ARAŞTIRMA Topkapı Tarihi Bitpazarı

Meşhur tarihi Topkapı Bitpazarı

Topkapı Surlarının dibinde kurulan sırlı bir pazar. Gecenin; birinde tezgâhını seren satıcısı, üçünde üşüşen Ölücüsü, beşinde saldıran Antikacısı, altısında onbinlerce insanın çullandığı ve sekiz de zabıtanın dağıttığı gizemli bir bitpazarı...
Şuan bu satırları okuyan sizler, bilgisayar kullanmayı yani teknolojiyi biliyorsunuz. Peki hiç Bilgisayarla teknolojiyle işi olmayan, sadece karnını doyurmanın mücadelesini veren bir çok insanın hem de bu teknolojinin çöplüğüyle geçindiğini biliyor muydunuz?.......

Dün Cebit teknoloji fuarına gittim. Aman Allah'ım baş döndürücü yeni gelişmelerin ve teknoloji çılgınlığını gördüm. İnsan seline kapılıp hemen mehen tüm stantları gezdim ve çok da memnun kaldım. Fuar çıkışında İETT otobüsüne bindim ve evime gelene kadar beni bir düşünce sardı! Zira büyük bir ironu vardı ortada; milyon-milyar dolarlık teknolojiyi üreten beyinler kadar kapasitem olmasa da, gördüğüm manzarayı Türkiye ve İstanbul gerçekleriyle kıyasladığımda bakınız ne sonuç çıktı ortaya.
Şuan bu satırları okuyan sizler, bilgisayarı ve onu kullanmayı yani teknolojiyi biliyorsunuz. Peki hiç bilgisayarla teknolojiyle işi olmayan, sadece karnını doyurmanın mücadelesini veren birçok insanin hem de bu teknolojinin çöplüğüyle geçindiğini biliyor muydunuz?

Bunların en meşhuru tarihi Topkapı Bitpazarı:

Topkapı surlarının dibinde pazar günleri kurulan sırlı bir pazar!
Bitpazarı dedik ya, evet bitpazarını duymuşunuzdur da hiç gittiniz mi? Büyük bir olasılıkla gitmediğinizi düşünüyorum. Gidenler bilir, bu pazarın alıcısı da satıcısı da çok fakir kesimlerden oluşan, toplumun en nadir pazarıdır. Bu pazarların kiminde eski mal satılır, kiminde antika, kiminde ise çör çöp ne ararsanız vardır cinsinden mallar satılır.

Dünyanın her yerinde bu tür eskici pazarı vardır. Mesela Almanya'daki bitpazarı da meşhurdur. Anlatılanlara göre en çok bizim Türklerin rağbet ettiği ve ülkelerine dönmeden önce ziyaret ettikleri eskici pazarıymış. Orada kurulan bitpazarı yerel hükümetin gösterdiği sabit yerlerde ve denetimi altında kuruluyor ve bu bitpazarı sergi usulü , yer tezgâhı olmasına rağmen temiz ortamda. İnsanlar kullanmadıkları eski mallarını getirerek satış yaptıkları klasik bitpazardır. Alıcısı da satıcısı da memnun olduğu bir bitpazardır.

Ülkemizde de kurulan bitpazarları vardır. Mesela Ankara'da kurulan samanpazarındaki tarihi bitpazarı. Bu bitpazarında eski ve antika mallar satılır, fakat ucuz olmayan hemen hemen her mal değerinde satılan bir eskici pazarıdır.
Yalova'da, İzmit'te kurulan bitpazarları ise tamamen sokaklardan toplanan eski, kırık dökük atılmış eşyalardan ibarettir. Satıcılarının tamamına yakınının bir kısım Roman diye adlandırılan vatandaşlardan oluşmaktadır. En ucuz pazardır.

Birde Meşhur Tarihi Topkapı Bitpazarı vardır. Adı kadar yavşak(bit), dibinde kurulduğu Bizans Surları kadar tarih kokan, alıcısının da satıcısının da İstanbul'un en gariban/fakir insanların oluşturduğu çok acayip bir eskici pazarıdır.
24 saat kesintisiz süren bu bitpazarı ve ortamı aslında üniversitelerde doktora tezine inceleme konusu olabilecek türdendir. Toplumumuzun bir bölümündeki kesif yoksullukların sergilendiği sosyal bir yara aslında!..
İşte bu bitpazarını incelediğimde size işki yönden anlatacağım:
Birincisi; dünden bu güne Topkapı Bitpazarının meşhur hikayesi. İkincisi ise; şimdilerde yok edilmeye çalışılan Topkapı Bitpazarının tarihi!..
 
Anlatmaya ikinci şıktan başlayarak, çırpınan tarihi bir pazarın kalbine inerek bire bir yaşanan olayları paylaşarak yaraya tuz basmak gerekecek belki bir nebze bizimde içimizi acıtan gerçeklerden yola çıkarak...

Topkapı bitpazarında hayat, cumartesi gününün ürpertici zifiri karanlığında başlar, Pazar akşamının 00,30 da tezgâhlar ateşe verilerek sur dibi keşlerinin dansıyla sona erer.

Bu pazarda  üç tür  satıcı esnaf vardır, Gececiler, Devirciler, Gündüzcüler.
Üç tür de alıcalar vardır. Ölücüler, Antikacılar, Normal vatandaş.  
Tabi birde pazarı sırf gezmek için gelen müdavimleri de unutmamak lazım. Eğer bitpazarına bir iki kez yolunuz düşmüşse artık alışkanlık halini aldığı gibi bir hastalık haline de dönüşmüştür. Ömrünüz boyunca da bitpazarının kokusu sizi çeker ve her pazar günü pazara dolaşmadan rahat edemezsiniz.     
 
Gececiler, günboyu İstanbul sokaklarının çöplerini didikleyerek satılabilir ne varsa kaptıkları gibi, iki tekerlekli uzun kollu demir arabalarına yerleştirdikleri çuvala doldurarak, neredeyse bir traktörü dolduracak kadar eşya ile geceden bitpazarının yolunu tutarlar. Bunlar bitpazarının ilk esnafıdırlar ve gecenin zifiri karanlığında bitpazarında toplanırlar. Yere serdikleri büyükçe naylon ya da bez üzerine çuvalı olduğu gibi boşaltırlar. Sağlam mallar kırılmış mı, ezilmiş mi, hiç önemli değildir onlar için. Nasıl olsa her malin bir alıcısı vardır. Bunların müşterileri ise kendileri gibi girift, Ölücü alıcılardır. Ölücü ismi ise 50-100 liralık malı 1-2 liraya kapattıkları için onlara takılan isimdir.  
İste bu Ölücülerde, gecenin korkunç girdabında fenerlerini kaptıkları gibi kapkaççıların, yankesicilerin barındığı sur dibine dalarak, dökülen çuvallara saldırırlar. Mal kapanın elinde kalır.  Çok enteresandır, ne alıcı fiyat sorar nede satıcı... İşine yarayacak her türlü malı kaparlar ve sırt çantalarına indirirler. Gececi satıcılar ise sadece sırt çantalarına indirilen o malları sayar ve vicdanen uzatılan parayı belllerinde asılı cüzdanlarına indirmekle meşgul olurlar. Bu alış veriş güneşin ilk ışıklarına kadar sürer.     

Güneşin süzülen ilk ışıklarıyla Gececilerin kimi, kalan malini toplar, kimi ise tezgahı olduğu gibi bırakarak birer yarasa gibi arabasını kapan kaybolur. Onların amacı, günlük 30-40 lira satış yaptnı mı yevmiye çıkmış demektir. Sonra derhal İstanbul uyanmadan sokakların çöpüne geri dönerek bir sonraki günün kazancının peşine düşmenin telaşı içerisindedirler.     

Güneşin doğmasıyla Gececilerin yerini Devirciler alır. Devircilerin yarısını Ölücüler, diğer yarısını ise Toptancılar oluşur. Ölücüler aldıkları malı Gececilerin bıraktığı tezgâhının üzerine yayarlar. Toptancılarsa parça parça 3-5-10 küçük tezgahı ucuz fiyata kapatarak büyük bir tezgah yaparlar. Kimi zamanda bu büyük tezgahlar bile birkaç dakika içerisinde el değiştirebilir. Aldığı fiyatın üstüne karını bulan hemen bir başkasına devreder.
Gün ilerledikçe ufak satıcıların da bir bir damlamasıyla Pazar iyice renklenir, şenlenir çeşitlenir.    
 
Romen satıcılar ise pazarın en ilginç satıcılarıdırlar... İnsanların geçiş yolunun tam ortasına gelir otururlar. Kadınlısı-kızlısı, çoluk-çocuklusu, yaşlısı ve her türüyle pazardadırlar. Gözü tok satıcılardır. Sattıkları mallar Gececiler gibi çör-çöp değil, biraz daha kaliteli mallardır. Onlarında pazarda zamanları sınırlıdır, güneş sırtlarına vurduğu anda sattıklarını satarlar, satamadıklarını omuzlandıkları gibi kaybolurlar. Bu kaçışın nedenini kimse bilmemektedir. Söylenenlere bakılırsa kimi zabıta ve polisten çekindikleri için pek gözükmek istemedikleri söylenir!..
   
Pazarın son satıcıları Gündüzcülerin de yerini almasıyla bitpazarı genişledikçe genişler yollara kadar taşar ve uzadıkça da etrafa savrulan mallar sıkıntı vermeye başlar, tezgahlar birbirine karışır. Tezgah sahiplerinden kimi oralı bile olmaz, kimi ise hır çıkartır birbirini bile bıcaklar!.. hayat bu kadar hem kolay hem de zordur bitpazarında...     

Satıcı esnafın her türlüsü vardır pazarda. Borcunu ödeyemeyen bir vatandaşın evindeki televizyonunu getirip satanından tutun da, harçlıksız kaldığı için bisikletini satmak zorunda kalan talebesine kadar, ya da Anadoludan yatağı yorganı yüklenip gurbete gelmiş ama hiç bir işte tutunamamış, tek işi bileğine güvenen genç delikanlılar ellerindeki o uzun kollu arabalarla bir hafta boyunca istanbulun sokaklarını arşınlayıp çöp tenekelerinden topladıklarını bir bodrumda depolayıp, Haftanın o bitpazarı günü olan pazart gününü iple çekenler ve sırf buradan kazandıkları para ile hayatını idame ettiren ve hatta memleketine bu kazandığı parayı gönderenlerdir. En büyük hayalleri ise bir küçük otomobil alıp memleketin yolunu tutmak!..     
 
Mesela; Babacan Doktor Osman Bey, aslen Cerrahpaşa Tip Fakültesinde görev yapmaktadır, fakat o da bir alışkanlık sonucu müdavimi olduğu bitpazarına gelerek satış yapmaktan zevk almaktadır. pazarcı esnafın Doktor diye çağırdğı osman bey, ikinci el cep telefonu alım-satımı ve bunların tamirlerini yapıyor hem de oracıkta. Babacan tavrıyla sevilen doktor Osman bey, pazarın hastaneye gidemeyen garipleriyle ilgilenir, onlarda maruzatlarını tek tek anlatırlar. Babacan Doktor Osman reçete yazmaz ama "Şu ilacı kullan, bu hastaneye git" gibi yönlendirmelerle yardımcı olur. Bu yüzden de çok sevilir ve çok dua alır.   
 
Pazar esnafının %90'ı biri birini tanımaz. Sadece adını veya memleketini bilmekle yetinir. Yani diğer semt pazarı veya herhangi bir çarşı esnafı gibi kimin ne olduğu, nasıl yaşadığı gibi hususlarda bitpazarı esnafından hiç kimse biri birinin özelini bilmez, tanımaz, alakadar da olmaz. Daha doğrusu bilemez. En az 2-3 senelik esnafsanız, belki deneme yanılmayla veya kulak fısıltısı ile bazılarını çözersiniz. Zaten aynı esnafı her hafta aynı yerde veya sürekli pazarda görmeniz de  mümkün değildir.

Pazara asıl damgasını vuran Gündüzcü satıcılardır ve çok renkli simalar olup bunların acayip kronik vakıaları vardır.

Mesela "Amerikano" ihtiyarı gibi. Amerikano Dayının yaşı doksanın üzerindedir. Pazar esnafı en eski püsküleriyle gelirken, O kıravatlı grant tuvalet takım elbisesiyle gelir. Kafası fötr şapkalıdır. Yaşlılıktan her tarafı titrediği için sürekli kafasını sallar, elindeki poşet yalpalanır. Ama  sesi gürdür yüz metre uzaktan duyarsınız "Oo Amerikano Marllboro", "Oo otomatik silah bir lira(sustalı bıçak)" Amerikano dayının gözleri baykuş kadar net görür, uzatılan parayı ta uzaktan tanır bir kartal gibi dalar ve havaya kaldırarak inceler. Eğer paranın sahte olduğunu anlamışsa miktarına bakmaksızın anında yırtar, tabi bu yüzden sık sık çoğu kimse ile kavga etmek zorunda kalırdı. Amerikano Dayı küf kokan elde kalmış Amerikan Marlboro sigarasını satardı. Bir köşeye çekilerek her beş dakikada bir miyavlayan kedi yavrusu gibi bağırtısı esnafın diline peresenk etmişti, "Oo Amerikano Marrlboro, oo otomatik silah??

Japon Mülayime ne demeli. Sıska boylu, melül bakışlı,  temiz yürekli bir delikanlıydı. Yürüteçli küçük bir el arabasına doldurduğu koli koli Japon yapıştırıcılarını pazarın bir ucundan öbür ucuna taşımaktan yorulmaz, akşama kadar bağıra bağıra satış yapardı. Aman Allah'ım o ne ses, o ne tükenmez enerji "Jaaapooon yapıştırırcı japon, beş tane billira" avazı çıktığı kadar bağırır ve bu çırtlak bağırtılı Mülayimden kimse hoşlaşmaz. Çünkü bu ses pazar sonrası bile insanların kulaklarında çınlardı. Tezgahının önüne geldiği her esnaf onun bir an önce uzaklaşmamasının stresini yaşar. İhtiyar Marlborocının tersine kimse bu bağırtıyı taklit etmez.

Birde pala dayı vardır. Pazarın ayakkabıcısı. Hani derler ya, "Ayakkabınız çalındı ise git Topkapı'da bulursun". O türden değil ama bedavadan bira pahalıya satardı. Pala Dayı pazardaki tüm eski ayakkabıları 1 YTL den toplar, hemen oracıkta pet şişe suyu ile yıkar, cifle temizler, oracıkta boyar, yeni gibi gıcır gıcır yapar ve aldığının 5 katı fiyattan satardı. Bütyçesine göre ayakkabı bulan garibanlar sevinerek evin yolunu tutar. Hal bu ki bu ayakkabı Hoca Nasrettin'in altı kâğıdı gibi üç günde su koyuverirdi. Çünkü yırtık, sökük yerleri japon yapıştırıcı ile yapıştırılmış üzerine de sürülen bolca ayakkabı boyasıyla da kamufle edilmişti. Bu bir kandırmaca değildi aslında, alanda olayın farkındaydı. Alıcı vatandaş eline aldığında yırtık sökük gözükmüyorsa, umursamaz çünkü onu bir iki ay idare edeceğini düşünerek ucuz yollu bütçesine göre olmasına razıydı..

Arap vardı meşhur siyah tenli bilgisayarcı. Bilgisayarın Türkiye'ye girdiği 1990'larda çok pahalı bir cihaz oluşundan dolayı vatandaş ikinci ele mahkûmdu. İşte uyanık Arap lakaplı bu vatandaş da bunu iyi değerlendiren bir esnaftır. Piyasada ne kadar çalışan çalışmayan bilgisayar ve parçası varsa toplar, çalışanları ayırır pazar tezgâhının altından yağlı müşterilere yüksek fiyattan, hatta mağaza fiyatının bile üzerinden satardı. Çalıştıramadığını da poşetleyerek tuttura bildiğine yamardı. Satarda alıcı masumca sorar "Çalışıyor mu?" diye. O ise "Vallahi, billahi, tallahi çalışır, burada deneme imkanım yok, az önce bende başka bşirinden aldım. onun yalancısıyım, çalışmazsa ben buradayım. Beni herkes tanır. Getir anında değişiriz"
Alıcı bu sözü çaresiz kabullenerek evin yolunu tutardı. Çalıştırabilirse büyük başarıydı, çalıştıramayansa bir sonra ki pazara koşarak gelir, çünkü iyi para vermiştir. Ne yazık ki pazarı alt üst eder ama aldığı vatandaşı bulamazdı. Maalesef Arap o hafta uçmuştur. Birkaç hafta ortalıklarda gözükmez. İnat edenler bir süre sonra rastlasa da bir şekilde Arap onu yine ikna edip yıldırır.
Burada dolandırıcılık veya üç kağıtçılık yoktu aslında. Çünkü bu pazarın özelliği budur, alanda razı satanda razıdır.
Bu ibretlik döngü bugünlerde yoktur, çünkü Arap kayıptır, nedeni ise  artık bilgisayar satışı çok yaygınlaşıp ucuzladığı için insanlar daha çok bilinçlenmişlerdir. Kaybolan Arap da mecburen bu kurnaz pazarlamacılığını günün şartlarına göre bir başka yere taşımıştır.

Su testisi su yolunda kırılırdan bir hikâyenin baş aktörüydü Gâvur Ali. Bu hengâmeli pazarın bir başka ibretlik hikâyesi de Cd işidir. Pazar diliyle sidicilerdir. Televizyonlara takılan video cd playerlerin yeni moda olduğu zamanlardır. Her yerde olduğu gibi korsan sidiciler cirit atmaktadır bu zamanda. Ama ne korsan.. Porno adı verilen açık sidi yok satar. Pazara üç ayrı yere tezgâh kurulur, Pazarın başına ortasına ve sonuna. Her tezgâhta iki milyona açık sidi satılır. Diğer esnaflar elli yüz kuruşa sinek avlar iken bu sidicilerin başı karınca öbeği gibidir. Bu üç tezgâhın her birinin başında satıcıların hemen arkasında bekleyen birer belalı gözetleyicisi vardır. Gözetleyicilerin görevi ise çıkan kavgaya müdahale ederler. Kavga çıkma nedeni ise bu sidilerin çoğunun içinin boş çıkması ve iadeye gelenin feryadıdır. O gözetleyicilerinde bir başları daha vardır. O patrondur. Polisten gelecek baskınlara karşı tetikteki organizatördür. Şimdi ise son çıkan yasalar gereği artık bu tezgâhlar satıcılarıyla beraber sır olup kaybolmuşlardır. Gâvur Aliye mi ne oldu? Kulağımıza gelen haberlere göre su testisi su yolunda kırılmış!.. Birden bire ortadan kaybolmasının sebebi, yine çıkan o kavgalardan birinde karnına yediği bıcak darbelerinden kurtulamayarak öbür dünyayı boylaması...

En kalitesiz peyniri, çürük domatesi, işe yaramayan ne varsa tablasına doldurup omuzlayan, kafasında yumurta kolisiyle  avazının çıktığı kadar "yaani,yanii" diye bağıran pideciden tutunda, pazarı haraca boğan balicilere kadar ne türden, üçkağıtçısı, belalısı, hırlısı, hırsızı bu pazarların birer figuranıdır.
  
Alıcının da her türlüsü vardır, en üst düzey memurundan tutunda inşaat isçisine kadar.    
Tek toplayıcılar vardır; sırf saat toplayanlar, antikacılar, eski para toplayanlar, çocuk oyuncağı toplayanlar, sadece anahtarlık toplayanlar, cd ciler, eski plak toplayanlar, eski teyp kaseti toplayanlar, telefoncular, bilgisayar parçası toplayıcıları, bayan bronşu toplayanlar. Yani her branşın ayrı bir toplayıcısı gelir, pazardan kelepir fiyata toplarlar ve malları dükkanlarına götürerek 50-100 misline satarlar. 

Satıcılara örnek olarak babacan Doktor Osman beyi verdik ya, Alıcılarada en iyi örnek Süleyman öğretmendi, bambaşka ibretli bir öyküdür. Devlet okulunda görev yapan Süleyman öğretmen de  bu pazarın müdavimlerindendir. Anlattığına göre Öğretmen Süleyman Bey, evinin bir odasını tamirhaneye çevirmiş ve bitpazarından aldığı bilgisayar parçalarını orada birleştirirmiş. Ççalışır vaziyete getirdiği bilgisayarları okuluna taşıyarak fakir öğrencileriyle buluştururmuş. Tabiri caizse teke den süt çıkarmaktadır Süleyman öğretmen kendi ifadesiyle, "Teknolojin baş döndürdüğü günümüz dünyasında, bu ülkenin fakir öğrencilerinin de bilgi çağından mahrum kalmamaları" için yaptığı bu fedakârlığın, yarınların güçlü Türkiye'sine ne kadar büyük bir katkıda bulunacağının bilinci, onuru ve şevkiyle bitpazarında dolaşmaktadır fedakar Süleyman Öğretmen.
           
Birde beleşçiler vardır. Beleşçilerin bir kısmı toplumun bir meslek sahipleridir! Onlar tezgâhları bir bir gezer, hoşuna gideni veya ihtiyacı olanı alır para ödemezler, gözünüzün içine baka baka malınızı alır giderler, ses çıkartamazsınız!.. Diğer beleşçilerse parası olmadığı için bu pazardan sebeplenen fakir hırsızlardır. Onlar çaktırmadan tezgâhlardan çalarlar. Bunları yakalayan elinden malını alır, yakalayamayansa başım gözüm sadakası olsun der sineye çeker ama gözünüzün içine bakarak alanlara değil!...

Birde keyifçiler vardır. Onlar evlerinde pazar gününün keyfi ile kahvaltısını yapar, saat:11.00 da evinden çıkar pazarın yolunu tutarlar. Mevsim yaz ise yanında çocukları vardır. Onlar pek bir şey almaz sırf eğlence olsun diye tebessüm ederek gezerler...

Tabi son olarakda pazarın şirretleri vardır; kapkaççısı, üçkâğıtçısı, sarhoşu, berduşu, hırlısı, hırsızı, esrarcısı, pasaportsuz yabancısı, ne tür belalı ve vukuatlısı varsa burada rastlayabilirsiniz.


Bitpazarı tezgâhlarına günboyu ellerin biri iner biri kalkar. Alıcıların kimi eline eldiven geçirir ki "elini sürdüğü tezgâhlardaki malzemelerden mikrop kapmasın" diye. Kimi hiç oralı bile olmaz o mikroplardan. Alışmışlardır bir kere, "acı patlıcanı kırağı çalmaz" mantığıyla yurdum insanıdır...

Girift bitpazarının satıcıları ve alıcıları da girifttirler. Çok ilginç diyaloglar geçer aralarında.
İşte size birkaç örnek:
Bir esnaf arkadaşınaseslenir;
-Ali M.... Hoop hayırlı işler.
Ali M...
-Hemşerim beni niçin soyadımla çağırıyorsun? (belki düşmanım var..)

Alıcı vatandaş;
- Hayırlı işler bu kaç para?
- Ağabey sen kaç para vercen...

Bir başka alıcı;
- Hemşerim ne istiyon buna?
- Onalltı lira.
- İki liraolmaz mı?

Alıcı vatandaş ilgisini çeken malı eline alır önce bir sallar, kablosu varsa şöyle bir asılır veçeker, kıvratır sökmeye çalışır, zorladıkça zorlar... Güya kendisince sağlamlığını kontrol eder. Ama bozmak için ne gerekiyorsa denemiştir bilinçsizce. Sonrada satıcıya dönerek sorar;
- Hemşerim bu sağlam mı , çalışır mı?
Alıcı;
- Valla siz elinize alana kadar sağlamdı maalesef siz içine ....

Bazı pişkin yavuz alıcılarara karşı satıcı tedbiren uyarır:
- Abi cihaz sağlam kurcalamayın?
A alıcı kurnazya yine inceden cevap verir:
- Ne yani kardeşim kırarsak öderiz.
Hâlbuki pazarda bu güne kadar meraklı işgüzar alıcılarca kırılan onlarca malın bir tanesinin bile bedelinin ödenmediğini pazarda herkes bilir, çünkü yaptırım gücü yoktur.

Başka bir alıcı
- Hemşerim bu kaç para ?
- Bir lira...
-Bozuksa geri getiririm ha...
- Abi bizim mallarımız garanti dışıdır.
- Niye ki ?
- Bitpazarı esnafı 600 yıldır fatura kullanmaz da ondan ..
Yandaki esnaf ise kıs kıs güler, bir liralık malın, yani çöpün garantisi olur mu diye...)

Güneşin tepeye dikildiği anda ise, insanlar karınca gibi kaynar, iğne atsanız yere düşmez. İste tam o alış verisin tavan yaptığı saatlerde yüzlerin güldüğü meşguliyet esnasında bir zabıta düdüğüyle irkilir  herkes.

Bir vay anam tufanı kopar pazarda. Esnaf alışmıştır artik, yine her zamanki gibi zabıta pazarı basmıştır. Tezgâhını toplayan kaçar, toplayamayanın malini zabıta ateşe verir. Ortalık savaş alanına döner. Kavgalar, küfürler havalarda uçuşur.

Herkes kendince haklidir, bu ekmek kavgasının haksız tarafı yoktur!.. Malı yanan vatandaş bağırır; "hırsızlık mı yapalım kardeşim, namusumuzla şurada üç beş kuruş kazanmaya çalışıyoruz?"
Malını sırtlayan diğer esnaf söze karışır; "Niçin yakıyorsunuz insanların malını, yazık değil mi?"
Alıcı bir vatandaş destek verir onlara; "Kardeşim beş yüz yıllık bu tarihi pazarı niçin kaldırıyorsunuz, yok etmeye çalışıyorsunuz? Fakir fukara sebepleniyor işte!"
Diğer bir alıcı vatandaş lafa girer; "Memur bey, sizin yaktığınız bu mallar var ya, işte giyilip çöpe atılmış bu eski giysileri alıp da çocuklarımıza giydiriyoruz biz, mağazalara gücümüz yetmiyor, yazık değil mi bizim gibi namuslu fakir insanlara da acımıyorsunuz?"
Sonuçta söz zabıta memuruna gelir; "Beyler biz emir kuluyuz, gidin sıkıntınızı yukarılara anlatın, Belediye Başkanına anlatın" diye kendini savunur.
Yüksekçe bir yere çıkmış pazarın hengamesini izleyen biri arkadaşına vaziyeti şöyle anlatır: " Tarihi bipazarının bugünkü kavgalı bu durumu toplumumuzun bir kesiminin kanayan yarasıdır. Çünkü toplumlar tarihleriyle ayakta dururlar. Bitpazarı da tarihi bir pazardır, yok etmek yerine modernize edilmesi gerekir. Oysa buradaki sıkıntının esas kaynağı; hayatında hiç bitpazarına gitmeyen o fakir dramı görmediği için bilmeyen ve o pazarı dağıtın talimatı veren yöneticilerden kaynaklandığı söylenir.
Tabiî ki bitpazarının dağıtılmasının başka gerekçeleri de vardır. İşte, pazarda çalıntı mallar satılıyor, aksam giderken tezgahlarını öylece bırakıp gidiyorlar çör çöp kalıyor, hijyenik değil Tarihi Topkapı Surlarının dibinde pazar kurmak yasak, gibi yıllardır süre gelen gerekçeler öne sürülmektedir. "
Bu söze diğer arkadaşı destek verir: "Hâlbuki öne sürülen bu gerekçeler çözülemeyecek türden değil ki. Lakin işin özü, binlerce insanın sebeplendiği bu pazarın devamlılığını sağlayacak, mücadele verecek kolektif bir beyin gücü maalesef yoktu!.. Hakkını arayacak olan insanlar fakir, fukara ve cahil insanlar olduğu için yol yordam bilmezler. Ölürler ama haklılıklarını izah edemezler. Tek güçleri bilek kuvvetidir."
Ali arkasında onları dinleyen gözlüklü adam lafa karışır: " Oysa bu Tarihi Topkapı Bitpazarı, bakınız ülkemize neler katıyor, bize neler kazandırıyor:
*İstanbul'un çöpleri didik didik edilerek kullanılabilir durumdaki mallar tekrar insanların hizmetine sunulur.
*Eskimiş veya kullanılmayan mallar ihtiyacı olan insanlarla yeniden hayat bulur.
*Kıyıda köşede kalmış antikalar gün yüzüne çakarak tekrar piyasasına döner.
*Atmaya kıyamadığınız aletinizin mağazada bulunmayan parçasını bu pazarda bulmanız mümkündür.
*Yeni olmasa da her türlü malin her türünü bulmanız mümkündür.
*Dünyanın en ucuz pazarıdır. Bu pazarda fiyatlar tepe takladır, istediğiniz rakama çekebilirsiniz.
*Esnafı açtır ama gözü toktur ki, paranız çıkışmazsa bedava bile verirler.
*Bu pazardan her türlü insanı sebeplenir. Turisti, polisi, avukatı, memuru, sanatçısı, ev hanımı, jet sosyetesi, en fakiri, en delisi, hırsısı, arsızı aklınıza hangi tür meslekten ne tür insan gelirse gelsin.
...


Satıcı sırtından henüz indirdiği çuvalı daha boşaltmadan insanlar çullanır bir parça kapabilmek için.
Sizin eskidi yakası kirlendi, dizi yırtıldı, düğmesi koptu diye çöpe attığınız o gömlekler, pantolonlar bu gariplerin elinde yeniden hayat bulur. Ya bu devirde var mı böyle fakir demeyin... Olmasa biz bunları niye anlattık... Bu antik bitpazarında kapılan her bir ayakkabı, pantolon ve gömlekler, garibanların yüzlerine yeni mutluluk olarak yansıdığı Meşhur Tarihi Topkapı bitpazarını yaşatalım, yok etmelerine müsaade etmeyelim. Mehmet BALLI-Araştırmacı İstanbul 2007

Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız

Not: Bu yazı izinsiz kullanılamaz...

Veeee.. Bitpazarı öykülerinin bir araya toplandığı kitap çıktı : METAMORFOZ Tarihi Roman

 

Bitpazarına gidenler bilir, gitmeyenlerse bu kitabı okuduktan sonra koşarak gidecekler...