ANASAYFA
EDEBİYAT Kayata Değer Katan Yazılarım

Andolsun ki O Babaya/Hikaye

Bir insan, kayınvalidesini ve kayın babasını seçme hakkına sahiptir ama anne ve babasını seçme hakkına sahip değildir!.. Anne baba sevgisi koşulsuz sevgidir. “Anne babaya ‘öf’ bile demeyin” diye hadis vardır. Kim sorsa, babamızı, annemizi çok sevdiğimizi söyleriz de peki bunu ne kadar gösterir ve dışa vururuz?
Bir düşünürsek, onların bizlere gösterdiği fedakârlığın, ihtimamın, tahammülün, hoşgörünün kaçta kaçını biz onlara gösteririz acaba?
Bazen çocuklara, “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” sorarız. İlk başta “Her ikisinidee.” Dese de gözler hemen annenin üzerine doğru kayar ve biraz ısrar edilirse de utanarak, sıkılarak kısık sesle, “Annemi.” Der değil mi?
Buna rağmen o baba içindeki acıyı evlada hissettirmeden tebessüm eder. Kim bilir, belki de herkesin yanında utanıyordur…
Nadiren bazı çocuklar, “Babamıı!” der, benim gibi…
Babalar, annelerin gölgesinde kalan gizli kahramanlardır aslında! Ailenin reisi, evin direği olurken kendisi direksizdir aslında, dayanacağı kimsesi pek yoktur. Çok kahırlandığı zaman bile hep içinden “Ana-baba olunca bizi anlarsın evlat!” deyip geçiştirir.
‘Baba’yı şöyle bir hikâye ne güzel anlatmış:

“Yaşlı bir baba…
Kuzu etinden imal edilmiş yaprak döneri çok severmiş.
Bir gün canı yaprak döneri çok çekmiş. Babasının isteğini fark eden oğlu, almış babasını ve güzel bir lokantaya götürmüş… Baba, yemeği önce kendisi yemek istemiş… Ancak yaşlılığın verdiği zayıflık sonucu elleri titrediği için lokmayı ağzına götürmek istediği her seferinde üzerine dökmüş, yağı sakalına damlamış.
Lokantadaki insanların bakışları da pürdikkat onların üzerindeymiş… Aşağılayıcı bakışlar, alaycı tavırlar, surat ekşitmelerle arada bir yaşlı babaya bakıyorlarmış. Bir süre sonra oğlu sabır ve itina ile lokmaları babasının ağzına koymaya başlamış.
Nihayet yemek bitmiş ve oğlu babasını alıp lavaboya götürmüş, elini-yüzünü iyice yıkamış, üstünü-başını silip temizlemiş, saçını-sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış, ardından da koluna girip dışarı çıkarmış.
Lokantada bulunanların hakaretamiz bakışları hâlâ onların üzerinde… Hiçbir bakışı umursamayan çocuğun ise yüzünde hep tebessüm varmış, babası çok sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için.
Yemek parasını ödeyip çıkarken, arkalardan yaşlı bir amca seslenmiş:
– Hey evlat, burada bir şey bıraktığını unutmadın mı?
Az düşündükten sonra çocuk cevap vermiş:
– Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum.
Yaşlı amca:
– Hayır evlat, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun!
Şaşkınlık içinde:
– Ne bırakmışım ki amca? Deyince:
– Sen burada, her evlat için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp da gidiyorsun!
Tam bir sessizlik hâkim olmuştu salona… Herkes yaptığından, düşündüğünden utanç duyuyordur!
Unutmuşlardır bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını:
– Baba! Şunu istiyorum…
– Baba! Bana şunu al…
– Baba! Şu okulda, şu üniversitede okumak istiyorum, şu kadar harç gerekiyor…
– Baba! Okul masrafları için şu kadar para lazım…
– Baba! Falan şehre gezmeye gitmek istiyorum, para ver…
– Baba! Doğum günümde bana ne aldın?
– Baba!..
– Baba!..
Ama bir defa olsun dememişlerdi sanki:
– Yanımdasın ya baba, benim için her şeye değer ve yeter!..
– Babam! Senin yanında olmak benim için bir dünyadır…
Hep sahip olmak istediklerimizden söylenip durduk, yokluklarımızdan sitem edip şikâyetçi olduk… Ama belki de hiç sormadık ona:
– Baba! Senin benden bir isteğin var mı?

Ama bir gün gelir de kayıp giderse elinden, aile fertlerinin güzel yaşaması için ne tür zahmetlere katlandığını işte o zaman anlarsın…
Düşünüyorum da baba hakkında bir sure inmiş olsaydı, kesin babaya da yemin edilirdi:
Andolsun ekmek kokan nasırlı ellerine!
Andolsun hep kaygı taşıyan gözlerine!
Andolsun içine akan kutsal gözyaşlarına!
Andolsun keder dağına dönüşen yüce kalbine!
Andolsun gururuna, garipliğine, kadri bilinmeyen kadrine!
Cennet senin ayaklarının altında olmasa da…”

Bu alıntı hikâyeyi zevkle okuduğunuza inanıyorum. Şimdi çok geç değil, varın babanızın boynuna sarılın, tabi hala babanız sağ ise; zira yarın çok geç olabilir ve bir ömür boyu içinizde uhde kalır. Mehmet Ballı 2017

Bu yazı izinsiz kullanılamaz!...