2- Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.(2)
3- Senin düşmanın,(3) asıl sonu kesik (ebter) olandır.(4)

AÇIKLAMA

2. Bunun farklı tefsirleri çeşitli büyüklerden menkuldür. Bazılar namazdan kastı beş vakit namaz olarak anlamış, bazıları da Kurban bayramı olarak anlamışlardır. Bazıları da bundan kastın namaz olduğunu söylemişlerdir. Bazılarına göre "nahr"dan kasıt, namazda elleri bağlamaktır. Bazıları ise namazda elleri kaldırarak tekbir getirmeyi anlamışlardır. Bazıları ise namaza başlarken, rükû ederken, rükûdan kalktığında elleri kaldırmak olduğunu söylemişlerdir. Bazılarına göre bundan murad, Kurban bayramı namazı kılmak ve sonra kurban kesmektir. Ama siyak ve sibaka dikkat edildiğinde anlamı şöyle olur: "Ey peygamber, Rabbin sana o kadar büyük iyilik yaptı ve o kadar büyük nimet verdi ki, şimdi onun için namaz kıl ve kurban kes!" Bu emir verildiğinde Kureyş'teki ya da bütün Arabistan'daki müşrikler değil, bütün dünyadaki müşrikler kendi yaptıkları tanrılara ibadet etmekte ve onlar için kurban kesmekte idiler. Burada maksat, namaz ve kurbanı sadece Allah (c.c.) için yerine getirerek müşriklerin tersine kendi yolunda sebat etmesini belirtmektir. Başka bir yerde buyurulduğu gibi: "De ki, namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb'ı Allah (c.c.) içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim." (En'am, 162-163)
Aynı anlamda İbn Abbas, Ata, Mücahid, İkrime, Hasan Basrî, Katade, Muhammed b. Ka'b el-Kurzî, Dahhak, Rubey b. Ans, Ata el-Horasanî ve pek çok diğer müfessirler benzer açıklamalar yapmışlardır. (İbn Kesir)
Fakat Rasulullah'ın, Allah'ın emriyle kurban bayramı namazı kılıp kurban kesmeye Medine'de başlaması, ayetlerde önce namaz sonra kurban zikredildiği için Rasulullah'ın bu şekilde amel edip müslümanlara da böyle emretmesi bu ayetin ne tefsiri ne de nüzul sebebi değildir. Bu, Rasulullah'ın ayetlerden çıkardığı bir yorumdur. Tabii ki Rasulullah'ın yorumu da bir nevi vahiydir.
3. Burada "Şanieke" kullanılmıştır. "Şani", "şe'n" kelimesindendir. Manası, buğz ve düşmanlıktır. Bir şahıs buna dayanarak başka şahsa kötü davranır. Kur'an'da bir yerde şöyle buyurulmuştur: "Ey müslümanlar, sizden bir grup, düşmanlık nedeniyle bir kavme haksızlık etmesin." Dolayısıyla "şanieke"den kasıt, Rasulullah'a düşmanlık eden herkestir. Düşmanlıkta o kadar ileri gitmiştir ki, Rasulullah'a küfretmekte, O'nu alaşağı etmeye çalışmakta, O'na ayıp yakıştırmaya uğraşmakta ve böylece rahatlamayı amaçlamaktadır.
4. "Hüve'l ebter" (o ebterdir) buyurulmuştur. Yani, o, Rasulullah'a ebter (kökten kesilmiş) diyor. Halbuki asıl ebter kendisidir. Ebterin açıklamasını surenin girişinde yapmıştık. Bu kelime, "beter" kelimesinden gelmektedir. Manası "diken"dir. Ama ıstılah olarak çok geniş anlamlarda kullanılır. Bir hadiste, ikinci rekatı olmayan tek rekat namaza "buteyra" denmiştir. Yani bu, tek rekat demektir. Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Herhangi önemli bir iş, Allah'ın adıyla başlanmadığı takdirde ebterdir." Yani ona başarı nasip olmaz, sonu da iyi olmaz. Başarısız insana da ebter denir. Vasıta ve imkândan mahrum olana da ebter denir. Bu şahsın iyilik ve hayırdan yana payı kalmamışsa ve onu başarmak için ümidi yoksa buna da ebter denir. Bir kimse kabile, aile ve ona yardımcı olanlardan ilişkiyi keserek yalnız kalmışsa ona da ebter denir. Bir kimsenin erkek çocuğu yoksa veya ölmüşse onun için de ebter kullanılır. Çünkü çocuğunun ölümünden sonra ismini sürdürecek kimse kalmayacaktır. Kureyş'teki kafirler hemen hemen bütün bu anlamlarda Resulullah'a ebter diyorlardı. Bunun üzerine buyurulmuştur ki, "Ey Nebi! Sen ebter değilsin, asıl ebter senin düşmanlarındır." Bu, sadece kafirlerin söylediklerine bir karşılık değildi. Kur'an-ı Kerim'in önceden bildirdiği ve harfiyen doğru çıkan bir gerçekti. Önceden bildirilen bu haber ispatlanana kadar herkes Rasulullah'ı ebter zannediyordu. Hiç kimse, sadece Mekke'de değil, Arabistan'da da meşhur ve başarılı olan Kureyş'in nasıl ebter olabileceğini düşünemiyordu. Onlar, mal, mülk ve evlad nimetlerinin yanısıra bütün ülkede yardımcılara da sahiptiler. Ticaret onların elindeydi. Hac nizamını onlar yönettiği için Arabistan'ın bütün kabileleri üzerinde etkileri vardı. Birkaç sene geçmeden bütün bu durum tersine döndü. Ahzab savaşı sırasında (Hicrî 5) Kureyş ve pek çok Arap, Yahudi kabileleri Medine'ye hücum ederek Rasulullah'ı mahsur bıraktılar. Müslümanlar, şehir çevresinde hendek kazarak kendilerini korumaya mecbur kaldılar. Ama üç seneden kısa bir süre sonra (Hicrî 8) işte bu müslümanlar Rasulullah'ın önderliğinde Mekke'ye hücum ettiklerinde artık Kureyşlilere yardım edecek hiç kimse kalmamıştı. Onlar çaresizlik içinde teslim olmuşlardı.
Ondan sonra bir sene içinde bütün Arabistan Rasulullah'ın eline geçmişti. Ülkenin her köşesinden kabilelerin heyetleri gelerek biat etmişlerdi. İslam'ın düşmanları böylece çaresiz kalmışlardı. Daha sonra onların izleri öyle kaldırılmıştı ki, evlatları bu dünyada devam etmesine rağmen bugün hiç kimse bu evlatların, Ebu Cehil, Ebu Leheb veya As b. Vail ya da Ukbe b. Muiyt gibi İslam düşmanlarının çocukları olduğunu bilmez. Bilseler de, hiç kimse kendisini onlara nispet etmez. Tersine Rasulullah'ın nesli bugün bütün dünyada devam etmektedir. Milyonlarca Müslüman her zaman, Rasulullah'a bağlı olmakla iftihar eder. Binlerce insan sadece Rasulullah'a değil, onun ashabının ailesine mensup olmayı da iftihar vesilesi kabul eder. Mesela bir kimse seyyiddir, Hz. Ali'nin soyundandır. Bazıları Abbasî, bazıları Haşimî, kimisi Sıddıkî, kimisi de Farukîdir. Bazıları Osmanîdir. Kimisi Zübeyrîdir. Kimisi de Ensarîdir. Ama isim olarak Ebu Cehil veya Ebu Leheb olan bir kimse görülmez. Tarih de ispatlamıştır ki, asıl ebter Rasulullah değil düşmanlarıydı ve şimdi de asıl ebter yine Rasulullah'ın düşmanlarıdır.
KEVSER SURESİNİN SONU