108 - KEVSER SURESİ
GİRİŞ
Adı: Birinci ayetteki "kevser" kelimesi sureye isim olmuştur.
Nüzul zamanı: İbn Merduye; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Aişe'den bu surenin Mekkî olduğunu nakletmiştir. Kelbî ve Mukatil de bu surenin Mekkî olduğunu söylemişlerdir. Müfessirlerin çoğunluğunun kavli de aynıdır. Ama Hasan Basrî, İkrime, Mücahid ve Katade bu surenin Medenî olduğunu söylemişlerdir. İmam Suyutî de el-İtkan isimli eserinde bu kavle katılmıştır. İmam Nevevî, Müslim şerhinde aynı kavli tercih etmiştir. Bunun sebebi şu rivayettir: İmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Neseî, İbn Ebi Şeybe, İbnü'l Münzir, İbn Merduye ve Beyhakî vs. hadisçiler Enes b. Malik'ten şöyle rivayet etmişlerdir: "Rasulullah aramızda oturuyordu. Bu sırada O'na vahiy geldi. Daha sonra tebessüm ederek başını kaldırdı." Bazı rivayetlerde, Rasulullah'a niçin tebessüm ettiğinin sorulduğu belirtilir. Bazı rivayetlerde ise Rasulullah'ın kendisine bir sure nazil olduğunu söylediği ve "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek Kevser suresini okuduğu nakledilir. Rasulullah sonra, "Biliyor musunuz Kevser nedir?" dedi. Ashab, "Allah'ın Rasulü daha iyi bilir" dediler. Rasulullah, "Rabbimin bana Cennette bağışladığı bir nehirdir" buyurdu. (Bunun tefsiri ileride gelecektir.) Bu rivayet, surenin Medenî olduğuna delil olarak ileri sürülmüştür. Çünkü Enes Mekke'li değil, Medineliydi. Enes, "Sure benim yanımda nazil oldu" dediği için bu sözün surenin Medenî olduğunu gösterdiği belirtilmiştir.
Ama İmam Ahmed, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve İbni Cerir'in yine Enes'ten rivayet ettiğine göre, Cennetteki bu nehir (Kevser) Rasulullah'a Miraç sırasında gösterilmiştir.
Herkesin bildiği gibi Miraç olayı hicretten önce Mekke'de vuku bulmuştu. İkincisi, Miraç gecesinde Rasulullah kendisine verilen Kevser hediyesinden sadece haberdar değildi. Aynı zamanda onu görmüştü. Bu durumda, kendisine daha önce verilen nehrin müjdesinin Medine'de verilmesi için bir sebep yoktu. Eğer Enes'in beyan ettiği gibi, sahabenin bir toplantısında Rasulullah Kevser suresinin nazil olduğunu haber verseydi ve bundan bu surenin ilk defa Medine'de nazil olduğu anlamı çıksaydı, o zaman Hz. Aişe, İbn Abbas ve İbn Zübeyr gibi bilgin ashabın Kevser suresine Mekkî demesi ve çoğu müfessirlerin de buna kail olması mümkün olabilir miydi? Üzerinde düşünülürse Enes'in rivayetinde bir boşluk hissedilir. Bu rivayette, sözü geçen mecliste daha önce hangi konuşmanın devam ettiği ayrıntılı olarak açıklanmamıştır. Mümkündür ki, o sırada Rasulullah (s.a) bir meseleyi anlatmaktaydı ve vahiy aracılığıyla O'na bu mesele için Kevser suresinin açıklayıcı olduğu bildirilmişti. Rasulullah (s.a) bunun üzerine kendisine bu surenin nazil olduğunu zikretmiş olabilir. Bu gibi olaylar müteaddit kereler vuku bulmuştur. Bu nedenle müfessirler bazı sureler için iki defa nazil olduklarını söylemişlerdir. İkinci nüzulün anlamı, ayetin önce nazil olduğu, ama ikinci defa bir mesele üzerine Rasulullah'a gönderilen vahiy ile o ayete dikkat çekildiğidir. Bu gibi durumlarda, bir ayetin nüzulünde Mekkî mi yoksa Medenî mi olduğu kararına varmak çok zordur.
Eğer Hz. Enes'in rivayeti bir şüphe meydana getirmeseydi surenin muhtevası kendiliğinden surenin Mekkî olduğuna delil olurdu. Aynı zamanda sure, Rasulullah'ın içinde bulunduğu en zor ve cesaret kırıcı şartlarda nazil olmuştur.
Tarihi Arkaplan: Bundan önce Duha suresi ve İnşirah suresinde görüldüğü gibi, Rasulullah nübüvvetin başlangıç döneminde çok zor şartlar ile karşı karşıya idi. Bütün kavmi ona düşman kesilmişti. Her türlü engelleme yapılmakta ve fitne rüzgarları estirilmekte idi. Rasulullah ve onun seçkin ashabının başarılı olacağına küçük bir ihtimal bile verilmiyordu. O zaman Allah, teselli ve cesaret vermek için Rasulullah'a pek çok ayet indirmiştir. Mesela Duha suresinde, "Senin sonraki dönemin, önceki döneminden daha iyi olacak ve Rabb'in sana o kadar verecek ki memnun olacaksın" buyuruldu. İnşirah suresinde ise, "Senin zikrini yükselttik" buyuruldu. Yani, düşman seni bütün ülkede kötülemektedir. Ama buna rağmen biz isminizi yaydık ve sizin için şöhret imkânı meydana getirdik. "Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır" buyuruldu. Yani, şimdiki şartlar karşısında perişan olmayın. Çok yakında bu zor durum bitecek ve başarınız gelecektir.
Kevser suresi bu şartlarda nazil oldu ve Rasulullah'a teselli verilerek, muhaliflerinin helak olacağı önceden haber verildi. Kureyş'teki kafirler diyorlardı ki, "Muhammed kavminden ayrıldı. O şimdi yalnız ve çaresiz bir insandır."
İkrime'nin rivayetinde, Rasulullah'a nübüvvet verildiği ve Kureyşlileri İslam'a davet etmeye başladığı zaman Kureyşlilerin ona "kavminden kesildi ve köksüz bir ağaç gibi oldu. Bir süre sonra kuruyarak toprağa karışacaktır." Muhammed b. İshak diyor ki, Mekke'nin reisi olan As b. Vail Sahemî'nin yanında Rasulullah zikredildiğinde, "Bırakın onu, o ebter (kökten kesilmiş) bir insandır. Onun erkek çocuğu yoktur. Öldükten sonra ismini anan bile olmayacaktır" derdi. Samir b. Atıyye'den rivayet edildiğine göre, Ukbe b. Muiyt de böyle söylüyordu. (İbn Cerir) . İbni Abbas'tan rivayet edilmiştir ki, Ka'b b. Eşref (Medine'nin Yahudi reisi) bir gün Mekke'ye geldiğinde, Kureyş'in ileri gelenleri O'na şöyle demişlerdir: "Kavminden kesilen bu çocuğa bakın. Bizden daha iyi olduğunu zannediyor. Halbuki biz Hac işlerini, Ka'be'nin hizmetini, hacılara su vermeyi yerine getiririz" (Bezzar) Aynı olay hakkında İkrime, Kureyşlilerin Rasulullah için "Zayıf, çaresiz ve çocuksuz birisidir. Kavminden kesilmiştir" dediklerini nakleder. (İbn Cerir) İbn Sa'd ve İbn Asakir, Abdullah b. Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Rasulullah'ın en büyük erkek çocuğu Kasım, ondan küçüğü Zeyneb, daha küçüğü Abdullah idi. Daha sonra üç kızı, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Rukiyye geliyordu. Bunlardan önce Kasım vefat etti. Sonra Abdullah vefat etti. Bunun üzerine As b. Vail, Rasulullah'ın neslinin bittiğini ve ebter olduğunu, yani kökünün kesildiğini söylemiştir. Bazı rivayetlerde de As: "Muhammed ebterdir. Yerine geçecek hiçbir erkek çocuğu yoktur. Ölümünden sonra ismi silinecek ve siz de ondan kurtulacaksınız" demiştir. Abd b. Humayd'ın İbn Abbas'tan naklettiği rivayetten anlaşılıyor ki, Rasulullah'ın oğlu Abdullah'ın ölümü üzerine Ebu Cehil de bu gibi sözler sarfetmiştir. İbn Hatim, Şamir b. Atıyye'den rivayet etmiştir ki, Rasulullah'ın bu üzüntüsü üzerine bu gibi alçakça sözleri Ukbe b. Muiyt de söylemiştir. Ata diyor ki, Rasulullah'ın ikinci oğlunun vefatı üzerine evi Rasulullah'ın evinin yanında olan Ebu Leheb koşarak müşriklere gitti ve müjde(!) yi verdi: "Bu gece Muhammed çocuksuz kaldı ve onun kökü kesildi" dedi.
Bu zor şartlarda Rasulullah'a Kevser müjdesini vermek için bu sure nazil olmuştur. Kureyşliler, kendilerine yalnız Allah'a tapmalarını tavsiye edip şirklerini reddettiği için Rasulullah'a kızıyorlardı. Bunun için kavmi Rasulullah'ı toplumdaki makamından mahrum etti. Rasulullah kendi kavminden kesilmişti. Onun yanında, cemiyette etkin olmayan bir avuç insan bulunmaktaydı. Bunun yanısıra arka arkaya iki oğlu vefat edince Rasulullah büyük üzüntüye kapıldı. Bu olay üzerine akrabaları, yakınları ve kabilesi taziye ve teselli yerine, âdeta bayram yaptılar. Onların takındığı tavır, herhangi şerefli bir insanın kalbini kırmaya yeterdi. Rasulullah ise sadece akrabasına değil, yabancılara bile iyi davranan bir kişiydi. Bunun üzerine Allah, Rasulullah'a kısa sürede ve bir cümle ile dünyada hiç kimseye verilmemiş müjdeyi verdi. Aynı zamanda muhaliflerinin kökünün kazınacağı kararını da bildirdi.