16- Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanette bulundu." der.(9)
17- Hayır;(10) aksine, siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.(11)
18- Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.(12)
19- Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.(13)
20- Malı da 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.(14)
21- Hayır;(15) yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,
22- Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler de dizi dizi durduğu zaman;(16)
23- O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?(17)
24- Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim."
25- Artı o gün hiç kimse, (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz.
26- Onun vuracağı bağı da hiç kimse vuramaz.
27- Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,(18)
28- Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.(19)
29- Artık kullarının arasına gir.
30- Cennetime gir.

AÇIKLAMA

9. Yani, insan materyalist hayat felsefesi gereği bu dünyada mal, varlık ve iktidar elde etmeyi her şeyin ölçüsü kabul eder. Kendisine bunlar verildiğinde "Allah beni şereflendirdi" der. Mali bakımdan biraz zor durumda kalsa bu kez "Allah beni zelil etti" der. Ona göre şeref ya da zilletin ölçüsü mal ve iktidar sahibi olmaktır. Halbuki o, Allah'ın, bu dünyada insanlara verdiği nimeti imtihan için verdiği gerçeğini anlamamaktadır. Allah (c.c.) eğer bir kimseye kuvvet ve güç vermişse, bu, onu imtihan etmesi içindir. Bu durumda ya şükreder ya da nankörlük eder. Eğer Allah (c.c.) bir kimseye yoksulluk ve mali darlık vermişse bu da onun için imtihandır. Söz konusu kişi bu durumda ya sabreder ve helal sınırlar içinde kalarak bu zorluğa dayanır, ya da ahlâk ve doğruluğun sınırlarını aşarak haksız yollara başvurur ve Allah'a küfreder.
10. Yani, bu, kesinlikle izzet ve zilletin ölçüsü değildir. Siz çok yanlış düşünüyorsunuz. Ahlâki iyilik ve kötülük asıl ölçü iken, siz mal ve iktidarı izzet ve zilletin ölçüsü yaptınız.
11. Yani, babası hayatta iken yetime yapılan muamele başka idi. Babası öldükten sonra komşular ve uzak akrabalar bir yana, kendi amca, dayı ve ağabeyi bile ondan yüz çevirmiştir.
12. Yani, cemiyetinizde fakirlere yedirme alışkanlığı yoktur. Kendiniz yedirmediğiniz gibi başkalarını da buna teşvik etmiyorsunuz. Buna hiç aldırmıyorsunuz.
13. Arabistan'da kadınlar ve çocuklar zaten mirastan mahrum bırakılıyorlardı. Kafirler, mirasın sadece harb eden ve kabilesini koruyan erkeklere ait olduğunu düşünüyorlardı. Bunun dışında kalanların miraslarını ise kim güçlüyse tereddütsüz o sahipleniyordu. Hakkını savunamayanlar, zayıflar da bundan mahrum kalıyorlardı. Hak ve hukukun emniyeti yoktu. Sadece, dürüstlüğü kendilerine gerekli görenler hak sahiplerine haklarını verirlerdi.
14. Hak ya da değil, helal ya da haram düşünmüyorsunuz. Yani caiz olup olmamasına, helal veya haram'a aldırmıyorsunuz. Ne pahasına olursa olsun malı ele geçirmede tereddüt göstermiyorsunuz. Ne kadar mal sahibi olsanız da gözünüz doymuyor.
15. Siz, yanlış düşünceniz gereği, bu dünyada istediğiniz gibi yaşayacağınızı ve hiçbir sorguya tabi tutulmayacağınızı sanıyor; ceza ve mükâfatı da inkar ediyorsunuz. Bu nedenle dünyada böyle bir davranış içinde bulunuyorsunuz. Ama o ceza ve mükafaat günü muhakkak gelecektir.
16. Buradaki ifade olan "câe rabbüke" (Rabbin geldi) 'den, Allah'ın bir yerden bir başka yere naklolması anlaşılmaz. Bunu bir benzetme olarak anlamalıyız. Buradaki düşünce; Allah'ın iktidar, saltanat ve kahhariyet alametlerinin gözükeceği maksadını taşımaktadır. Şu misalde olduğu gibi: Bu dünyada bir padişahın askerleri ve yüksek memurları bir yere geldiklerinde, padişahın kendi gelişindeki psikolojik havayı oluşturamazlar. Ayetteki ifadede Allah, kendisinin gelmesini bunun için kullanmıştır.
17. Buradaki kelime iki anlama gelebilir: Birincisi, o gün insan dünyada ne yaptığını hatırlayacak ve bunun üzerine üzülecek, utanacaktır. Fakat o gün üzülmenin ve utanmanın hiç faydası olmayacaktır. İkinci olarak, o gün insan aklı başına gelecek ve peygamberlerin dediğinin doğru olduğunu anlayacaktır. Ayrıca peygamberlerin tebliğini kabul etmemekle ne büyük aptallık ettiğini görecektir. Ancak bu, ona hiçbir yarar sağlamayacaktır.
18. "Nefs-i mutmainne" den murad, hiçbir şüphe ve tereddüt taşımadan, itminan-ı kalple ve Allah'ı Rab kabul edip O'nun peygamberlerinin getirdiği dini de hak din bilerek Allah'a ulaşan insandır. O insan, Allah (c.c.) Rasulünün getirdiği her akide ve ameli hakk olarak kabul eden ve Allah'ın dininin yasakladığından mecburen değil, seve seve kaçınarak uzak durandır. O insan Allah (c.c.) yolunda ne fedakarlık gerekiyorsa yapan, O'nun yolunda türlü zorluk ve eziyet geldiği halde sakin kalbiyle O'na dayanan, dünyanın İslâm dışı lezzet ve menfaatlerinden mahrum kaldığı halde onları özlemeyen, tersine bu konuda kalbi mutmain olarak hakk dini takip edip bu pisliklerden korunandır. Aynı keyfiyete Kur'an bir başka yerde "Şerhu sadr" tabirini vermiştir. (En'am 125)
19. Bu, ona ölüm anında söylenecektir. Kıyamet günü tekrar diriltilip haşr meydanına gittiğinde, Allah'ın mahkemesinin her merhalesinde ona itminan verilecektir. Çünkü o, Allah'ın rahmetine yaklaşmaktadır.
FECR SURESİNİN SONU