26- Hayır;(18) can köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman,
27- "Son müdahaleyi yapacak kim" denir.(19)
28- Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu kavrayıp-anlamıştır.
29- (Ölüm korkusundan) Ayaklar da birbirine (ayak ayağa) dolaştığında;(20)
30- O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.
31- Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.
32- Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.
33- Sonra da çalım satarak yakınlarına gitmişti.(21)
34- Sen buna müstahaksın, dahasına da müstahaksın.
35- Yine buna müstahaksın, dahasına da müstahaksın.(22)
36- İnsan,(23) 'kendi başına ve sorumsuz'(24) bırakılacağını mı sanıyor?

AÇIKLAMA

18. Buradaki "kesinlikle değil" ibaresi bir önceki konuya atıftır. Yani, senin ölümden sonra yok olacağına ve Rabbinin huzurunda hazır bulunmayacağına dair zannın yanlıştır.
19. Metinde "Râkin" kelimesi geçmektedir. Bu, Rukye kelimesinden türemedir. Üfürükçülük ve muskacılık anlamına gelir. "Râki" demek ise, yukarıya doğru tırmanmaktır. Şimdi eğer biz bunu ilk manada alırsak o zaman anlamı, deva bulamayan hastayı hemen acele okuyacak birisini aramak olur. Eğer ikinci manada alırsak, bu sefer anlamı meleklere; bu ruhu kim alacak, azab melekleri mi yoksa rahmet melekleri mi? diye sormalarıdır.
Diğer bir ifade ile, bir kimse öldüğü zaman ahirette nereye gireceğinin kararı alınmaktadır. Yani eğer salih bir insan ise onu rahmet melekleri götürecek ve eğer kötü bir insan ise o zaman onun yanına kimse yaklaşmayacak ve azab melekleri onun ruhunu alacaktır.
20. Müfessirlerden bazıları "Sâk" kelimesini lügat manasında almışlardır. Onlara göre bundan kastolunan "ölüm zamanı bacakların kuruyarak birbirine yapışmasıdır." Bazıları da bunu bir deyim olarak anlamışlardır. O zaman manası çok zorluk şiddet ve musibet anlamlarına gelir. Yani, birincisi bu dünyadaki herşeyden ayrılma musibeti, ikincisi öte dünyada bir suçlu olarak yakalanma musibetidir. Her kafir fasık, facir ve münafık bununla karşı karşıya kalacaktır.
21. Bunun anlamı, yukarıdaki ayetlerde beyan edilen şeyleri duymasına rağmen, ahirete inanmamış ve inkar ederek kibir içinde evine dönmüştür, demektir. Mücahid, Katade ve İbn Zeyd'e göre şahıs Ebu Cehil idi. Ayetlerden de, bu kişinin Kıyamet Suresi'nin yukarıda zikredilen ayetlerini duyduğunda böyle bir tavır takınan ve bilinen birisi olduğu anlaşılmaktadır.
Bu ayette geçen "tasdik de etmedi, namaz da kılmadı" ibaresi özellikle dikkate değerdir. Buradan, Allah'ın Kitabı'na, ve O'nun Rasulü'ne teslim olan kimsenin vazifesinin namaz kılması olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İslâmî hükümlerin diğer emirlerini yerine getirmek daha sonra gelir, ama namaz, iman ikrar ettikten hemen sonra gelir. Böylece, onun, dili ile ikrar ettiği şeyin gerçekten onun kalbinin derinliklerinden mi geldiği yoksa sadece dilde kalan birkaç kelime mi olduğu hemen belli olur.
22. Müfessirler, "evlâ-leke" sözünün bir çok manası olduğunu söylemişlerdir. "Tuh olsun sana, helâk olasıca, perişan olasıca, yazık sana." gibi anlamları vardır. Bana göre en uygunu İbn Kesir'in tefsirinde dediği gibidir. Yani "Sen kendini yaratanı inkâr etmeye cüret ettikten sonra sana ancak böyle bir tavır layıktır." Bahsi geçen bu söz bir tür alaydır ve cehennem'de azab görenlere Allah'ın (c.c) böyle diyeceği Kur'an'ın diğer ayetlerinde belirtilmiştir. Mesela: "Hadi tad bakalım, şerefli ve değerli kimse?" (Duhan 49) geçtiği gibi.
23. Bu sözün sonunda baştan itibaren devam edilmekte olan konuya yani ölümden sonraki hayatın mümkün ve gerekli olduğu mevzusuna yeniden dönülmektedir.
24. Arap dilinde "İblus-Suddi" ağzına ne gelirse yiyen ve başıboş gezen yularsız deve demektir. Ayetin manası da bununla ilgilidir.
Yani insan tıpkı bir yularsız deve gibi kendini sahipsiz ve başıboş zannetmektedir. Sanki onu yaratan onu yeryüzünde sahipsiz ve başıboş bırakmış. Ona hiçbir mükellefiyet yüklememiş, herşey ona serbest bırakılmış ve bir zaman sonra ondan yaptığının hesabı da sorulmayacak zannediyor. Aynı şeyden Kur'an-ı Kerim'de başka bir yerde şöyle bahsedilmektedir. Allah kıyamet günü kafirlere "... sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?" (Müminun 115) diyecektir. Bu iki yerde de, ölümden sonra bir hayatın gerekli olduğu soru şeklinde sorulmaktadır. Yani "Sen gerçekten kendini bir hayvan gibi mi zannediyorsun? Hayvan ile senin aranda açık bir fark olduğunu görmez misin? Onların bir iradesi yokken size irade verilmiştir. Onların amellerinde iyi ve kötü kavramı yoktur. Senin fiillerinde ise iyinin ve kötünün tartılması vardır. Bu yüzden nasıl olur da kendinizi tıpkı hayvanlar gibi sorumluluk yüklenmemiş ve yaptıklarından sorgu suale çekilmeyecek zannedersiniz? Hayvanlar, sadece cibilliyetlerine uygun olarak hayat sürdürdüklerinden onların yeniden diriltilmemeleri akla uygundur. Çünkü bunlar kendi akıllarıyla herhangi bir felsefe oluşturmuş ya da yeni bir din uydurmuş değildirler. Ne kendilerini yaratandan başkasını mabud olarak almışlar ve ne de kendileri mabudluk taslamışlardır. Kendilerinden sonra gelecek nesillere kadar tesirleri uzanacak ve karşılığında da ceza ya da mükafaat görecekleri, bir iyi veya kötü sünnet de başlatmış değiller. O halde bunların öldükten sonra yok olmalarına bir anlam verebilirsin. Çünkü onlar yaptıkları amellerden sorumlu değillerdir ve dolayısıyla tekrar dirilterek onlara hesap sormaya da gerek yoktur. Ama size gelince, ölümden sonraki hayattan nasıl kaçabileceksiniz? Çünkü, ta ölünceye kadar yaptığınız amellerin iyi veya kötü bir sonucu ve bu sonuçların da etkileri ve dolayısıyla da bunların bir cezası ya da mükafaatı olması gerekir. Sizin aklınız da bunu teyid etmez mi? Sözgelimi, suçsuz bir kimseyi öldürmüş bir katil olayın hemen akabinde başka bir kaza sonucu kendisi ölse, bu kişinin hiçbir cezaya çarptırılmayacağını mı sanıyorsunuz? Yaptığı zulümlerin hesabı sorulmamalı mı? Hiç aklınız alıyor ve de kalbiniz tatmin oluyor mu ki, bu dünyadayken fesadın tohumunu ekmiş ve o fesat asırlarca sürerek diğer kuşakların da binlercesinin hayatını mahvetmiş, böyle bir insan sıradan bir böcek gibi ölsün, yok olsun ve hiç kimse ondan yaptıklarının hesabını sormasın? Yine hayatı boyunca doğruluk ve adalet için, iyilik ve barış için çalışmış ve bu yolda çeşitli eziyetler çekmiş ve kendi canını ortaya koymuş bir insan da karınca gibi ölüp yaptığının karşılığında mükafaatlar alamadan yok olup gitsin; bunu aklınız alıyor mu?