15- Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.(10)
16- Onu (Kur'an'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.(11)
17- Hiç şüphesiz, onu (kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş) tir.
18- Şu halde, biz onu okuduğumuz zaman,(12) sen de onun okunuşunu izle.

AÇIKLAMA

10. Yani, insana amel defterlerini, tutanaklarını göstermek demek, sadece onun işlediği suçları göstermek değildir. Asıl gaye mahkemede ona karşı bir delil ve şahit olmasıdır. Yoksa her insan ne yaptığını çok iyi bilir. Defterinin gösterilmesine ihtiyacı yoktur. Bir yalancı dünyayı kandırabilir, ama bu yalana kendisi inanmaz.
Bir hırsız binlerce hile ve dalavere ile hırsızlığını gizleyebilir, ama kendisi gerçeği bilir. Bir insan türlü türlü delillerle başkalarını küfre, inançsızlığa ve şirke ikna edebilir, kendisi samimiyetle bunun böyle olduğunu da düşünebilir. Ama bu akide üzerinde kendi vicdanını susturamaz. Onun yanılgısının ve doğruyu kabul etmemesinin asıl nedeni, tıpkı bir zalim, vicdansız, kötü huylu ve haramyiyici kişinin bu çirkin amelleri için binlerce bahane ileri sürerek kendi vicdanını susturması gibidir. Böylece vicdanı onun bu işlerini kötülemez, mecburiyet ve maslahat gereği böyle yaptığını ona kabul ettirir. Fakat ne olursa olsun o kimin hakkını yediğini, kime zulüm ettiğini, kimin namusunu çiğnediğini, kimleri kandırdığını ve hangi gayri meşru yollarla menfaat temin ettiğini bilmektedir. Bu yüzden o büyük mahkemede her kafir, münafık, fasık, facir ve günahkar; ne işlediklerini ve hangi yüzle Allah'ın huzurunda bulunmakta olduklarını gayet iyi bileceklerdir.
11. Burada, "... ve bunun manasını anlatmak bize aittir"e kadar olan bölüm bir ara cümledir. Söz arasında Allah Rasulü muhatab alınarak söylenilmektedir. Giriş bölümünde de izah ettiğimiz gibi, vahyin ilk dönemlerinde Allah Rasulü daha alışkın olmadığı için vahiy geldiğinde Cebrail O'na Allah Kelâmı'nı okumaya başlayınca "Hepsini tam olarak aklımda nasıl tutacağım" diye korkuya kapılmıştı. Bu yüzden onu dinlerken ezberlemeye çalışıyordu. Aynı durum, surenin bu ayetlerini okuduğu zaman da olunca Allah Rasulü'ne; "Vahiy geldiği zaman onu ezberlemeye çalışma, fakat dikkatle dinle, onu sana ezberletmek ve doğru bir şekilde okutmak bize düşer. Bu Kelâm'dan hiçbir kelimeyi unutmayacağından ve yanlış okumayacağından emin ol" denmiştir. Bu yol göstermeden sonra asıl konuya yeniden dönüş yapılarak "kesinlikle değil... asıl olan budur...." dan konuya bağlanır. Bu cümlenin arka planını bilmeyen bir kimse, bunun anlamsız ve ilgisiz olduğunu zannedebilir. Ama arka planı göz önünde tutulduğunda bir kopukluk olmadığı anlaşılır. Yani tıpkı bir öğretmenin, ders esnasında öğrencilerinin dikkatlerinin başka yere kaymış olduğunu gördüğünde, birdenbire dersi bırakarak öğrencilere; "söylediklerime dikkat edin" demesi ve daha sonra esas konuya devam etmesi gibi. Şimdi eğer bu ders notlarının baştan başa tamamı yayınlanacak olsa bu hadiseden haberi olmayanlar için aradaki bu cümle garip gelebilir. Ama olayı bilen, bu cümleden rahatsız olmaz. Bu ders notlarının, öğretmenin derste anlattıklarının bir eksiklik veya fazlalık olmadan olduğu gibi aktarıldığını bilir.
Bu ayetler arasındaki ara cümlenin izahı sadece kıyas yoluyla değildir. Muteber rivayetlerde de aynı sebebin beyan edildiğini görmekteyiz. Müsned-i Ahmed, Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei, İbn Cerir, Taberani, Beyhaki ve diğer birçok muhaddis değişik senetlerle Abdullah bin Abbas'tan vahiy geldiği zaman Allah Rasulü'nün unutma korkusundan Cebrail ile beraber kelimeleri tekrarlamakta olduğunu ve bunun için kendisine "acele edip Cebrail'le beraber dilini oynatma" denildiğini nakletmişlerdir. Aynı şey Şa'bi, İbn Zeyd, Dahhak, Hasan Basri, Katade, Mücahid ve diğer bazı müfessirlerden de nakledilmiştir.
12. Cebrail, Allah Rasulü'ne Kur'an okuduğu zaman onu kendinden değil, tabii ki Allah tarafından okurdu. Bu yüzden burada Allah (c.c) "Biz onu okurken" diye buyurmuştur.