48- Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.(36)
49- Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?
50- Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;
51- Arslandan korkup-kaçmışlar.(37)
52- Hayır; onlardan her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.(38)
53- Hayır, onlar hiç şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.(39)
54- Gerçek (şu ki) ,(40) o (Kur'an) , elbette bir öğüttür.

AÇIKLAMA

36. Yani bunlar, son nefeslerine kadar kendi sapık yollarını takip edip durdular. Onlar hakkında birisi şefaatte bulunacak olsa da af edilmeyeceklerdir. Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde şefaatin zikri geçmiş ve buralarda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde, kimin şefaatçi olabileceği ve kimin olamayacağı, hangi şartlarda şefaatte bulunacağı ve hangi şartlarda bulunamayacağı, kim için şefaatin dileneceği ve kimin için dilenemeyeceği, kimin hakkında bunun faydalı olacağı ve kimin hakkında da hiçbir fayda vermeyeceği izah edilmiştir. Dünyada yoldan çıkmanın bir ana sebebi de yanlış anlayış ve yanlış inançtır. Bu yüzden Kur'an, bu meseleyi hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde çok açık olarak beyan etmiştir. Örneğin Bkz. Bakara 255; Enam 94; Araf 53; Yunus 3, 18; Meryem 87; Taha 109; Enbiya 28; Sebe 23; Zümer 43-44; Mümin 18; Duhan 86; Necm 26; Nebe 37-38; ve bu Tefsir'de nerede yeri gelmişse biz bu hususu izah ettik.
37. Bu bir Arapça deyimdir. Yabani eşeklerin özelliklerinden biri de, bir tehlike hissettikleri zaman korkup, öyle kaçarlar ki başka bir hayvan böyle kaçamaz.
Bu yüzden Araplar çok korkarak aklı başından gitmişcesine kaçan bir kimseyi aslan ya da avcı görmüş yaban eşeğinin kaçışına benzetmektedirler.
38. Yani, bunlar, eğer Hz. Muhammed (s.a) gerçekten Allah'ın gönderdiği birisiyse o zaman Allah'tan, Mekke'nin ileri gelenlerinin herbirinin adına "Muhammed benim peygamberimdir, onun için ona itaat edin" şeklinde yazılmış birer mektup getirmelidir. Üstelik bu mektubun Allah'tan geldiğini görerek inanmak istiyorlar. Kur'an'da başka bir yerde yine bunlar "Allah, Rasullerine verdiği şeyi bize de vermezse inanmayız" (Enam: 124) demişlerdi. Diğer bir yerde de "Sen göğe git ve oradan bizim okuyacağımız bir kitap getir" (İsra 93) isteğinde bulunmuşlardı.
39. Yani, onların iman etmemelerinin sebebi, Allah Rasulü'nün onların isteklerini yerine getirmediği için değildir. Asıl sebep, onların ahiretten korkmamaları ve her şeyi bu dünyadan ibaret zannetmeleridir. Düşünmüyorlar ki bu dünyadan başka bir hayat daha vardır. Orada, bu dünyada iken sorumsuzca ve aldırış etmeden yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Bunlar Hak ve batılı anlamsız zannediyorlardı. Bu dünyadayken görüyorlardı ki doğruya uyan bir kimseye her zaman bir fayda temin etmiyor ve batıla gitmenin neticesi de her zaman zarar getirmiyordu. Bu yüzden bu konuda düşünmeyi gereksiz görüyorlardı. Hak nedir, batıl nedir onlar için bir anlam ifade etmiyordu. İşte bu mesele üzerinde ciddi olarak düşünen kimse, bu dünyanın geçici bir hayat olduğunu bilir ve asıl ve ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu kabul eder. Doğruya uyanın sonu orada muhakkak güzel, batıla uyanların ise sonu muhakkak kötü olacaktır. Kur'an'ın ileri sürdüğü bu mantıkî delilleri ve saf talimatları görerek böyle bir kimse iman edecek ve aklını kullanarak Kur'an'a göre yanlış olan inanç ve eylemlerin gerçekten yanlış olduğunu anlamaya çalışacaktır. Fakat ahireti inkar eden kimsenin zaten doğruyu aramaya ciddi isteği yoktur. İman etmemek için her an yeni bir talepte bulunacak ve bir bahane uyduracaktır. Aynı husus Enam Suresi 7. ayette de şöyle ifade edilmektedir. "Ey Peygamber! Sana bir kağıtta yazılmış bir kitap indirseydik de onlar ona elleriyle dokunmuş olsalardı, kafir olanlar yine muhakkak 'Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir' diyeceklerdi."
40. Yani, onların bu gibi istekleri asla yerine getirilmeyecektir.