4- Melekler ve ruh (3) (Cebrail) O'nun huzuruna bir günde çıkarlar (4) ki onun miktarı elli bin yıldır. (5)
5- Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.(6)
6- Çünkü gerçekten onlar, bunu uzak görmektedirler.
7- Biz ise, onu pek yakın görmekteyiz.(7)
8- (O azab geleceği) O gün(8) gök, erimiş gümüş gibi olur.(9)
9- Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak.(10)

AÇIKLAMA

3. "Ruh"tan kasıt Cebrail'dir (a.s) . O'nun adını diğer meleklerin yanında ayrı olarak zikretmek onun yüceliğine delalet eder. Şuara Suresi'nde "Kur'an'ı Ruhu'l-Emin senin kalbine indirdi", ve Bakara Suresi'nde "De ki, senin kalbine indiren Cebrail'e kim düşmandır?" buyurulmaktadır. Bu iki ayeti mütaala edince Ruh'tan kastedilenin Cebrail'den (a.s) başkası olmadığını anlamaktayız.
4. Bu müteşabihattandır. Manasını tayin etmek mümkün değildir. Melekler hakkında gerçek bilgiye sahip değiliz. Yükseklere nasıl çıkarlar, onun keyfiyetini anlamaktan uzağız. Bu da bizim o merdivenlerin nasıl olduğu ve meleklerin nasıl tırmandığı hakkında bir fikir ileriye sürmemize manidir. Ayrıca Allah Teâlâ'nın hakkında da O'nun belli bir makamda bulunduğunu tasavvur edemeyiz. Çünkü O'nun zatı zaman ve mekan kayıtlarından münezzehtir.
5. Hac Suresi 47. ayette ".... başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, sizin ölçünüze göre bin yıla eşittir." Ve Secde Suresi 5. ayette "Gökyüzünden yeryüzüne kadar bütün işleri Allah düzenler, sonra o iş sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir gün içinde O'na yükselir." buyurulmaktadır. Bu ayette ise azabın gelmesi istekleri karşısında Allah (c.c) "Bizim bir günümüz elli bin seneye eşittir" buyurmaktadır. Sonra Allah, Rasulü'ne, "Bunlar seninle alay ediyorlar, azab getirmeni istiyorlar, sabırlı ol" telkininde bulunuyor."
Bu azabı çok uzakta görüyorlar ama biz onu yakın görüyoruz." Bütün bu fermanlara topluca bakacak olursak, bu kafirlerin, kendi dar fikir ve ölçülerine göre Allah'ın (c.c) vaktini ölçüp biçmeye çalıştıkları, yüzelli yılın kendilerine çok uzun geldiği anlaşılır. Oysa Allah'ın indinde O'nun planı binlerce, yüz binlerce yıl mesabesindedir. Bu süre sadece bir misal olsun diye verilmektedir. Yoksa onun milyarlarca, trilyonlarca yılı kapsayan işi olabilir. Bu planlardan birisi de insan için yaratılan bu kainattır. Muayyen bir vakte kadar insanoğluna bu dünyada faaliyet göstermesi fırsatı verilmiştir. Kimse bilemez ki bu ilahi plan ne zaman başlamıştır, onun gelişimi için ne kadar süre tayin edilmiştir. Biz bu planın yalnızca gözümüzün önünde cereyan edenini bilebilmekteyiz. Ya da bizden önce geçmiş milletlerin hakkında tarih ilminden kısmî malumatlar alabilmekteyiz. Kainatın başlangıç ve sonunu, değil bilebilmek, onu idrak edebilmek bile bizim için mümkün değildir. Bunun arkasındaki hikmeti de bilemeyiz. Şimdi bu azabın gelmesini isteyenler, bu ilâhi planın hemen biterek kıyametin gelmesini talep etmekteler. Eğer biz bunların dediği gibi yapmazsak o zaman "bir gün herşeyin son bulacağı bir kıyamet" fikri iddası onlara göre asılsız olacaktır. Aslında bu, onların ne kadar beyinsiz ve ahmak olduklarının delilidir. Bkz. Hacc an: 92-93; Secde an: 9.
6. Yani, ancak yüksek meziyetli insana yakışan bir sabır.
7. Bunun iki manası olabilir. Birincisi, "Onlar bunu imkan dışı görüyorlar ama bizim indimizde ise, biz onu çok yakın, sanki hemen yarın olacakmış gibi görüyoruz."
8. Müfessirlerin bir grubu bu ayetin, "mesafesi elli bin yıldır" ayetiyle ilgili olduğunu ve elli bin sene uzunluğundaki bir günden kastın kıyamet günü olduğunu söylemişlerdir. Müsned-i Ahmed ve İbn Cerir et-Taberi tefsirinde Ebu Said el-Hudri'den şöyle bir rivayet aktarılır. "Bu ayet için "O çok uzun bir gündür" deyince, Rasulüllah, "Canım elinde olan O Zat'ın ismi üzerine yemin ederim ki inananlar için o gün dünyada bir farz namaz kılma süresi kadar kısa olacaktır," buyuruldu. Şimdi eğer bu rivayet sahih senetle naklolmuş olsaydı, herhalde bu ayetin bundan başka bir tevili olamazdı. Fakat bu hadisin senedi içerisindeki ravilerden Derrac ve O'nun şeyhi Ebu'l Hesîm hadis konusunda zayıf kimselerden kabul edilirler.
9. Yani, tekrar tekrar renkleri değişecektir.
10. Çünkü, dağların renkleri muhteliftir. Bu yüzden kendi ağırlıklarını kaybedip havaya kalktıkları zaman, tıpkı kabartılarak atılan rengarenk yünler gibi havada uçuşacaklardır.