7- İçine atılıp-bırakıldıkları zaman, o kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler.(13)
8- Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: "Size bir uyarıcı-korkutucu gelmedi mi?"(14)
9- Onlar: "Evet" derler. "Bize gerçekten bir uyarıcı-korkutucu geldi. Fakat biz yalanladık ve: -Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir şaşkınlık (ve sapıklık) içindesiniz, dedik."(15)
10- Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık,(16) şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık."
11- Böylece kendi günahlarını(17) itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah'ın rahmetinden) uzaklık olsun.

AÇIKLAMA

13. "Şehîk" kelimesi aslında, merkep sesi (anırmak) anlamında kullanılır. Ancak bu kelime, burada, Cehennemin veya Cehennem ehlinin sesi karşılığında kullanılmıştır. Cehennem ehlinin sesi şeklinde anlaşılmasının nedeni, Hud: 106'dan dolayıdır. "Bahtsızlar ateşlidirler. Onların orada soluk alış verişleri (Zefîrun ve şehîkun) vardır ki..." Cehennemin sesi şeklinde anlaşılmasının nedeni ise, Furkan: 12'den dolayıdır: "(Cehennem) onları uzak bir yerden görünce onlar bunun öfke ve uğultusunu (zefiran) işitirler." Bu bakımdan "şehik" kelimesinin, hem Cehennemin hem de Cehennem ehlinin sesi olarak anlaşılması daha doğrudur.
14. Cehennem memurlarının, Cehenneme gelen mücrimlere "size bir uyarıcı gelmedi mi?" diye sormalarının nedeni, cehenneme haksız yere atılmadıklarını, bilakis bunu hakettiklerini onlara açıkça itiraf ettirmek içindir. Yani onlar, Allah'ın bu cezayı kendilerine vereceğini daha önceden biliyorlardı. Allah doğru yolun hangisi olduğunu onlara bildirmek için peygamberler göndermiş ve bu peygamberler onları, "Bu yolu takip ederseniz Cehennemin yakıtı olursunuz" diye uyarmıştır. Fakat onlar peygamberlerin söylediklerine kulak asmayarak, şimdi çekmekte oldukları cezaya hak kazanmışlardır.
Bu inancı zihinlere yerleştirmek amacıyla Kur'an, birçok yerde insanoğlunun dünyaya imtihan için gönderildiğini tekrar tekrar beyan etmiştir. Bu imtihan sırasında, onlara kimin doğru yola, kimin sapık yola gireceğini denemek için imtihan olundukları açıklanmıştır. Ayrıca, Allah Teâlâ, doğru yolu bulabilmeleri için insanlara en makul yollarla yardım etmiş, yol gösterici olarak onlara peygamberler gönderip kitaplar indirmiştir. Artık bundan sonra insana düşen, sadece gönderilen peygamberlere ve onların getirdikleri kitaplara inanıp, doğru yola tabi olmak yahut gönderilen peygamberlerden yüz çevirip, nefsin arzularını ve kendi hayal ürünlerini takip ederek başarısız olmaktır. Binaenaleyh, "nübüvvet", insanlara Allah tarafından bir hüccettir. İnsanların istikbali, gönderilen peygambere inanıp inanmamasına bağlıdır. Peygamber geldikten sonra hiç kimse gerçekleri bilmediği, imtihandan habersiz olduğu, dolayısıyla haksız yere cezalandırıldığı şeklinde mazeret öne süremez. Bu husus Kur'an'da o kadar çok tekrarlanmıştır ki, saymak bile zordur. Örneğin bkz. Bakara: 213, Nisa: 41-42, an: 64, 165, 208, En'am: 130, 131, an: 98-100, İsra: 15, an: 17, Taha: 134, Kasas: 47, an: 66, ayet: 59, 65, an: 83, Fatır: 37, Mümin: 50, an: 66, Bakara an: 230
15. Yani, "Sen ve senin takipçilerin dalâlettedir."
16. Yani, "Keşke peygamberlerin davetine kulak verip, aklımızı kullansaydık da, bugün karşılaştığımız bu duruma düşmeseydik." Burada dinlemek (kulak vermek) , düşünmekten (aklı kullanmak) önce zikredilmiştir. (Yazılı bir şey olduğunda okumak, burada dinlemenin anlamdaşıdır.) Yani bir mesajdan istifade edebilmek için, birinci şart dinlemek, iyi niyetle yaklaşmaktır. Gerçek olup olmadığını anlamak için üzerinde düşünmek ise ikinci safhadır. Bu bakımdan Hz. Peygamber'in (s.a.) getirdiği öğreti olmaksızın, salt akılla bir insanın doğru ve hak yolu bulması imkansızdır.
17. "Zenbihim" (onların günahı) ; Burada "zenb=günah" tekil kullanılmıştır. Çünkü onların asıl hatası, peygamberi yalanlayıp, O'nu inkar etmeleridir. Cehenneme gitmelerine neden olan tüm günahlar, aslında bu temel hatanın sonucudur.