11- Ve eğer eşlerinizden (kâfirlere kaçmalarından dolayı) herhangi bir şey kâfirlere geçer, böylece siz de (savaşta onları yenip) ganimete kavuşursanız, eşleri (kaçıp) gidenlere (mehir olarak) harcama yaptıklarının bir mislini verin.(17) Kendisine iman etmekte olduğunuz Allah'tan korkup-sakının.
12- Ey Peygamber! İnanmış kadınlar biat için(18) gelirlerse, sana; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri,(19) zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri,(20) elleriyle ayakları arasında iftira uydurup getirmemeleri,(21) marufta sana karşı gelmemeleri(22) hususunda biat etsinler. Sen de onların biatlarını al.(23) Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
13- Ey iman edenler, Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı gibi kavmi veli (dost ve müttefik) edinmeyin;(24) ki onlar, kâfir olanların mezar halkından umut kesmeleri gibi ahiretten umut kesmişlerdir.

AÇIKLAMA

17. Bu meselede iki görüş vardır. Ve her iki görüş de ayete uygundur.
Birincisi, Müslümanlar, kendileriyle anlaşmalı olmadıkları kafirlere, "Hicret edip bize gelen Müslüman erkeklerin mehirlerini iade edin" diye bir teklifte bulunmuşlar ama onlar bu teklifi kabul etmemişlerdir. İmam Zührî, Allah'ın hükmü mucibince Müslümanların hicret edip gelen mümine kadınların mehirlerini, onların müşrik kocalarına iadeye hazır olduklarını söylemektedir. Fakat kafirler, kocaları Medine'ye hicret etmiş olan ve kendileri Mekke'de kalan müşrik kadınların mehirlerini Müslümanlara iade etmeyi reddetmişlerdir. Bu nedenle de Allah, Mekkeli müşriklere iade edilecek olan Muhacir kadınların mehirlerinin toplanarak, Mekke'de bıraktıkları müşrik eşlerinin mehirleri karşılığında erkek Muhacirlere dağıtılmasını emretmiştir.
İkincisi, Müslümanlar ile müşrikler arasında antlaşma vardı ve onların yanındaki bazı kimseler İslâm'ı kabul ederek Daru'l-İslâm'a hicret edip kafir hanımlarını orada bırakmışlardı. Yine bazı kadınlar da Müslüman olup, Daru'l-İslâm'a gelmiş ve kafir kocaları orada kalmıştı. Dolayısıyla bu meselenin, diğer meseleler gibi Daru'l-İslâm'da çözüme kavuşturulması kararlaştırılmıştır. Burada da aynı yöntem uygulanarak kafir eşleri Mekke'de kaldığı için verdikleri mehirleri alamayan Muhacir erkeklere, Muhacir kadınların kafirlere iade edilmeyen mehirlerinden verilmesi istenmiştir. Şayet bu hesapta bir denge sağlanamazsa, kafirlerden savaş sırasında ele geçen ganimetten bu açığın kapatılması emri verilir. İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, mehri kendine iade edilmeyen bir kimse hakkında, Hz. Peygamber (s.a) "Onun hakkını ganimet malından telafi edin" diye emir vermiştir. (İbn Cerir) Aynı görüşü Ata, Mücahid, Zühri, Mesruk, İbrahim En-Nehaî, Katade, Mukatil ve Dahhak da paylaşıyor. Bu kimselere göre, kafirlerde mehir hakkı kalan kimselere, kafirlerden ele geçen ganimet malından, taksimat öncesi hakları verilmeli ve sonra ganimet paylaştırılmalıdır. Bazı fakihler, sadece ganimet malından değil, Fey'den de bu hakkın telafi edilmesi gerektiği görüşündelerse de, alimlerin çoğu bu görüşü kabul etmemişlerdir.
18. Daha önce de beyan ettiğimiz gibi, bu ayet Mekke'nin fethinden az bir zaman önce nazil olmuştur. Mekke'nin fethinden sonra ise, Kureyşliler biat etmek için kitleler halinde Hz. Peygamber'e (s.a) gelmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a) Safa dağında erkeklerden biat almış ve kadınlardan biat alması için de Hz. Ömer'i vekil tayin ederek, O'na "Bu ayette beyan edilen hususlar üzerine o kadınlardan biat al" demiştir. (İbn Cerir, İbn Abbas'tan; İbn Hatim, Katade'den nakletmiştir.) Daha sonra Medine'ye gelen Hz. Peygamber, Ensar'ın kadınlarının bir eve toplanmalarını emretmiş ve yine biat alması için Hz. Ömer'i görevlendirmiştir. (İbn Cerir, İbn Merduye, Bezzar, İbn Hibban; Ümmü Atiyye'den nakletmişlerdir.) Bir bayram gününde erkeklere hutbe verdikten sonra, Hz. Peygamber (s.a) kadınların yanına gitmiş, onlara da bir hutbe verdikten sonra bu ayeti okuyarak, ayetteki hususlar üzerine ahid almıştır. (Buharî, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir) . Bu vak'alar dışında, -birçok hadislerde belirtildiği gibi- kadınlar tek tek yahut toplu olarak Hz. Peygamber'in (s.a.) huzuruna gelerek biat etmişlerdir.
19. Mekke'de Hz. Peygamber (s.a) kadınlardan biat alırken, Hind binti Utbe bir konuda açıklama isteyerek, Hz. Peygamber'e (s.a) , "Ya Rasûlallah! Ebu Süfyan biraz cimridir. Benim ve çocuklarımın ihtiyacı için onun izni olmadan malından alabilir miyim?" diye sordu. Hz. Peygamber de (s.a) "Yetecek kadar alabilirsin" diye cevap verdi. Yani "Ancak gerçekten ihtiyacın olduğu kadar alabilirsin" demek istedi. (Ahkamu'l-Kur'an, İbnu'l-Arabî)
20. Yani, "Meşru ve gayri meşru çocuk düşürmemeleri..."
21. Burada iki tür bühtana (iftira) işaret edilmektedir.
Birincisi, bir kadının başka bir kadın hakkında iftira atıp bunu yayması. (çünkü kadınlarda bu tür dedikoduları yaymak bir hastalıktır.) İkincisi, başkasından olan bir çocuğu ailesi içine sokmak. Yani bir kadının gayrimeşru çocuğunu kocasına nispet etmesi. Ebu Davud'un Ebu Hureyre'den naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) "Başka birinden olan gayrimeşru çocuğunu kocasına nispet edip, onu ailesine dahil eden bir kadına, Allah Teâlâ teveccüh etmediği gibi, ona hiçbir surette Cennet'i de nasip etmez" buyurmuştur.
22. Bu kısa cümlede iki önemli ilke beyan edilmiştir.
a) Hz. Peygamber'e (s.a.) itaat konusunda ilk prensip, O'na maruf üzere biat edilmesidir. Oysa Hz. Peygamber'in (s.a.) münkeri emretmesi gibi ufak bir şüphe bile sözkonusu değildir. Demek ki hiçbir mahluka, Allah'a itaatin dışında itaat caiz değildir. Çünkü Allah Peygamberine itaati dahi, maruf şartına bağlı kılmıştır. O halde Hz. Peygamber'e (s.a.) itaat bile, maruf şartına bağlı kılınmışken, başkasına, Allah'ın kanunları dışındaki örflere, geleneğe kayıtsız-şartsız itaat beklemeye kimin hakkı vardır?
Hz. Peygamber bu ilkeyi şu şekilde izah etmiştir: "Allah'a karşı gelmede itaat yoktur. İtaat ancak maruf üzeredir." (Müslim, Ebu Davud, Neseî) Aynı konuyla ilgili olarak ileri gelen bazı alimler, bu ayetten birtakım prensipler çıkarmışlardır.
Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem, "Allah Teâlâ, bu ayette, "Sana itaatsizlik yapmamak üzere" değil, "Sana maruf işlerde itaatsizlik yapmamak üzere..." buyurmuştur. Yani Allah Peygamberine itaati bile şarta bağlı kılmışken, başka birinin insanlardan kendisine marufun dışında itaat beklemeye nasıl hakkı olabilir?" demiştir. (İbn Cerir)
İmam Ebu Bekir El-Cassas şöyle yazmaktadır: "Allah, Peygamberleri'nin maruftan başka bir emir vermeyeceğini biliyordu. Buna rağmen, Nebi'sine itaat hususunda dahi marufu şart koşmuştur. Böylelikle hiç kimseye, Allah'ın emirlerine karşı olmasına rağmen sultanların emirlerine itaat etme imkanı bırakmamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a) "Halık'a isyan edip, mahluka itaat eden bir kimseye, Allah itaat ettiği mahluku musallat eder" buyurmuştur. (Ahkamu'l-Kur'an)
Allame Alusi; bu emrin, cahillerin, "Ulu'l-emre mutlak itaat gerekir" şeklindeki düşüncelerini reddettiğini söylemektedir. Allah, Peygamberi'ne itaat edilirken bile, bunun maruf üzere olmasını şart koşmuştur. Oysa Hz. Rasul (s.a) maruftan başkasını emretmez. Bunun amacı, mahluka masiyet üzere itaatin caiz olmadığını vurgulamaktır. Yani Allah'a isyan olan yerde, kula itaat yoktur. (Ruhu'l-Meanî)
Gerçekte bu emir, İslâm anayasasının temel ilkelerinden biridir. İslâm'a ters bir davranış ilke itibariyle bir suçtur. Dolayısıyla hiçkimse gayri meşru bir işin yapılması hakkında emir verme hak ve yetkisine sahip değildir. İslâm hükümlerinin aksine emir veren de, bu emri yerine getiren de suçludur. Hiçbir memur, gayrimeşru bir işi yapmasını kendisine amirinin emrettiğini bahane ederek, ceza almaktan kurtulamaz.
b) Bu ayette, mümine kadınlar beş hususta nehyedildikten sonra, bir hususta kadınlar arasında yaygınlaşmış bulunan ahlâkî olmayan birtakım davranışlar belirtilerek, bu davranışlardan uzak durmaları konusunda kendilerinden söz alınmıştır. Ancak müsbet bakımdan, "Şu şu iyilikleri yapın" şeklinde bir liste verilmemiştir. Sadece, Rasul'e maruf işlerde uymaları istenmiştir. Burada maruf işlerin Allah'ın, sadece Kur'an'da bildirdikleri olmadığı açıkça ortadadır. Çünkü o takdirde bu cümle "Allah'a itaatsizlik yapmayacaksınız" şeklinde olmalıydı, ama ayette Rasul'e maruf işlerde itaat edilmesi emredilmektedir. Bu ifadeden, toplumun ıslahı ile ilgili olarak Hz. Peygamber'e (s.a.) geniş bir yetki tanındığı ve O'nun tüm emirlerine Kur'an'da bildirilsin, bildirilmesin uyulmasının vacip olduğu anlaşılmaktadır.
Bu yasal yetkisine dayanarak, Hz. Peygamber (s.a) sadece Kur'an'da zikredilen o dönem Arap toplumunda kadınlar arasında yaygın kötü davranışlardan vazgeçmeleri hususunda biat almakla yetinmeyip, Kur'an'da belirtilmeyen hususlarda da biat almıştır. Buna örnek olarak aşağıdaki hadisleri gösterebiliriz.
İbn Abbas, Ümmü Seleme, Ümmü Atiyye'den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) kadınlardan biat alırken, ölülerinin ardından bağırarak ağlamamaları hususunda söz almıştır. (Buharî, Müslim, Neseî, İbn Cerir)
İbn Abbas'ın rivayetindeki bazı ayrıntılar şu şekildedir: Hz. Peygamber'e (s.a) Hz. Ömer'i kadınlardan biat alması için görevlendirdiğinde O'na, biat alırken, kadınları ölülerinin ardından bağırarak ağlamaktan men etmesini söylemiştir. Çünkü cahiliye döneminde kadınlar ölülerinin ardından bağıra bağıra ağlarlar, elbiselerini yırtarlardı. Hz. Ömer, kadınları yüzlerini tırmalayıp, elbiselerini parçalamaktan men etmiştir. (İbn Cerir)
Aynı anlamda başka bir hadisi, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, biata katılan kadınların birinden rivayet etmişlerdir. Katade ve Hasan Basri'nin rivayet ettiklerine göre, Hz. Peygamber (s.a) kadınlardan biat alırken, ayrıca onlardan kendileriyle evlenmeleri haram olmayan erkeklerle konuşmamaları hususunda da biat almıştır.
İbn Abbas'ın rivayetinde, bir kadının mahrem olmayan bir erkekle yalnız başına konuşamayacağı belirtilirken, Katade'nin rivayetinde bu konu daha da nettir. Hz. Peygamber'in (s.a) bu sözü üzerine, Abdurrahman bin Avf' "Ya Rasulallah! Bazı zamanlar ben evde değilken, beni görmeye misafir gelir" dedi. Hz. Peygamber, "Ben bunu kasdetmiyorum. Bir kadının eve gelen bir misafire "Evin erkeği yok" demesinde bir sakınca görülmez." (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim)
Abdullah bin Amr bin El-As'n, Hz. Fatıma'nın halası Umeyme Binti Rukeyka'dan rivayet ettiğine göre, kendisinden ölünün ardından bağırarak ağlamamak, cahiliyye kadınlarının yaptığı gibi kendini göstermek için makyaj yapmamak üzere söz almıştır. (Müsned-i Ahmed, İbn Cerir)
Hz. Peygamber'in (s.a.) halası Selma Binti Kays şöyle anlatıyor: "Ben Ensardan birkaç kadınla birlikte Hz. Peygamber'e (s.a.) biat etmek için gittim. Hz. Peygamber (s.a) Kur'an'ın bu ayetine göre bizden biat aldı ve "Kocalarınızı aldatmayın" dedi. Tam geri dönecekken, bir kadın "kocaları aldatmamak" ile ne demek istediğini Hz. Peygamber'e (s.a.) sordu. Rasulüllah ise, Kocanızın malını bir başkasına sarfetmeniz" diye açıkladı. (Müsned-i Ahmed)
Ümmü Atiyye şöyle anlatıyor: Rasulullah (s.a) bizden biat aldıktan sonra, 'iki bayram namazında cemaata katılın, ama Cuma namazı farz değildir' dedi ve ayrıca bizi cenaze namazına gitmekten menetti." (İbn Cerir)
Bazı kimseler Hz. Peygamber'e (s.a.) bu yetkiyi, "Rasul" sıfatıyla değil, "Devlet Başkanı" sıfatıyla atfedebilir ve "Rasulüllah, döneminin Devlet Başkanı olması hasebiyle bu emri vermiştir ve bu emir o dönem için geçerlidir" derler. Bu gibi kimseler aslında çok cahilce düşünmektedirler. Oysa yukardaki tüm emirlere dikkat edecek olursak, bu emirlerin, sadece o dönem kadınlarını ıslah etmek amacıyla değil, tüm nesillerin kadınlarını ıslah amacıyla verildiğini görürüz. Yani O, sadece Devlet Başkanı olarak değil de "Rasul" olarak bu talimatları vermiştir. Oysa hangi Müslüman Devlet Başkanının verdiği şifahi bir talimat, dünyanın her yerindeki Müslümanlar tarafından kabul görerek uygulanmıştır? (Bkz. Haşr an: 15)
23. Muteber birçok hadisten anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber'in (s.a.) kadınlardan aldığı biat şekli ile erkeklerden aldığı biat şekli farklıdır. Erkekler biat ederken Hz. Peygamber'in (s.a.) eline ellerini vererek söz veriyorlardı. Bu konuda birçok rivayetler yapılmıştır. Bunlardan birkaçını aşağıya aldık.
Hz. Aişe, "Allah'a yemin ederim ki, Rasulüllah kadınlardan biat alırken, onların ellerine dokunmazdı. Onlardan sadece sözle biat alır ve "Biatınızı kabul ettim" derdi," diye rivayet etmektedir. (Buhari, İbn Cerir)
Umeyme binti Rukeyka şöyle anlatıyor: "Biat için başka kadınlarla Rasulullah'a gittiğimizde, O, bizden Kur'an'ın bu ayeti üzerine ahid aldı. Biz "Maruf işlerde sana itaatsizlik yapmayacağız" dediğimizde, Rasulüllah, "Mümkün olduğu kadar" dedi. Bu sefer biz, "Allah'ın Rasulü, bize, bizden daha merhametlidir. Ya Rasulallah! Uzat elini biat edelim" dediğimizde, O "Ben kadınlarla el sıkışmam. Sizlerden sadece söz alacağım" diyerek bizden biat aldı. (Diğer bir rivayette) Rasulüllah bizden hiç kimseyle el sıkışmadı." (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Nesei, İbn Mace, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim)
Ebu Davud'un Şa'bi'den mürsel olarak rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Peygamber (s.a) kadınlardan biat alırken bir beze dokunarak, "Onlar da beze dokunsunlar, çünkü ben kadınlarla el sıkışmam" demiştir. (Aynı hadisi İbn Ebi Hatim, Şa'bî'den; Abdurrezzak, ibrahim En-Nehai'den ve Said bin Mansur, Kays bin Ebi Nazm'dan nakletmiştir.)
İbn İshak Meğazi'sinde Aban bin Salih'den şöyle nakletmiştir. "Hz. Peygamber (s.a) elini, su dolu bir leğene sokar, daha sonra da aynı leğene kadınlar el sokarlardı."
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) bayram hutbesini verdikten sonra, erkeklerin aralarından geçerek kadınların bulunduğu mahalle gidip, orada Kur'an'ın bu ayetini okudu ve bunun üzerine onlardan ahid aldı. Cemaat adına bir kadın ayağa kalkarak, "Evet Ya Rasulallah..." diye karşılık verdi. (Buhari) .
Ümmü Atiyye'den rivayet edildiğine göre, O, 'Rasulullah evin içine elini uzattı, biz de evin içinden ellerimizi uzattık" demiştir. (İbn Hibban, İbn Cerir ve Bezzar) Bu rivayetten, Hz. Peygamber'in (s.a.) ellerini, kadınların ellerine dokundurduğu anlamı çıkmaz, zira Ümmü Atiyye, Hz. Peygamber'in (s.a.) kendi ellerine dokunduğunu söylememiştir. Muhtemelen Hz. Peygamber (s.a) biat alırken dışarıda ellerini uzatmış onlar da içeriden ellerini -dokundurmadan- O'na doğru uzatmışlardır.
24. Bu ayet iki şekilde de anlaşılabilir. Birincisi, "Kafirler kabirlerde yatan akrabalarının yeniden dirileceklerinden ümidi kestikleri gibi, ahiretteki iyilikten ve sevaptan da öyle ümidi kesmişlerdir; zira onlar ölümden sonraki hayatı inkar etmektedirler." Bu yorum İbn Abbas'tan, Hasan Basri, Katade ve Dahhak'a aittir.
İkincisi, "Onlar kabirde yatan kafirlerin ümitsiz oldukları gibi, ahiretteki rahmet ve mağfiretten öylece ümitsizdirler; zira onlar azaba yakalanma konusunda bilgi sahibi olmuşlardır." İbn Mesud, Mücahid, İkrime, İbn Zeyd, Kelbî, Mukatil ve Mansur ise bu yorumu tercih etmişlerdir.
MÜMTAHİNE SURESİNİN SONU