11- Münafıklık etmekte olanları görmüyor musun(22) ki, onlar, Kitap Ehlinden küfre sapan kardeşlerine derler ki: "Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan) sürülüp-çıkarılacak olursanız, biz de sizlerle birlikte mutlaka çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiç bir zaman itaat etmeyiz." Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz." Oysa Allah, şahidlik etmektedir ki onlar, gerçekten yalancıdırlar.
12- Andolsun, onlar sürülüp çıkarılacak olurlarsa, kendileri onlarla birlikte çıkmazlar. Onlara karşı savaşılırsa da kendilerine yardımda bulunmazlar; yardım etseler bile (arkalarına) dönüp-kaçarlar. Sonra kendilerine yardım edilmez.
13- Herhalde onların içlerinde 'dehşet ve yılgınlık bakımından' siz, Allah'tan (O'na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz.(23) Bu, gerçekten onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları'(24) dolayısıyla böyledir.

AÇIKLAMA

22. 11. ayetten 17. ayete kadar olan bu bölümde yapılan açıklamalardan, bu kısmın ne zaman nazil olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, Benu Nadir'e yurtlarından çıkmaları için 10 günlük bir süre tanıdıktan sonra bu müddet içinde, hatta sürgünleri sırasında bu ayetler nazil olmuştur.
Hz. Peygamber'in (s.a.) Benu Nadir'e böylesine sert bir ültimatom göndermesi üzerine Abdullah İbni Ubey ve diğer ileri gelen münafıklar onlara şöyle bir mesaj göndermişlerdir: "Biz iki bin savaşçı ile sizlere yardım edeceğiz, ayrıca Benu Kurayza ve Benu Gatafan da sizlere yardım edeceklerinden, Müslümanlardan korkmanıza gerek yok. Kesinlikle onlara teslim olmayın. Şayet Müslümanlar sizinle savaşacak olursa, biz de sizinle beraber Müslümanlara karşı savaş açarız. Şayet bu yurdu terk etmek zorunda kalırsanız, biz de sizinle birlikte burayı terk edeceğiz." Bunun üzerine bu ayetler nazil olmuştur. Ancak bu ayetler nüzul sırası itibariyle birden onuncu ayete kadar olan bölümden öncedir. Fakat önem itibariyle bu kısım Kur'an'da 11. sıraya yerleştirilmiştir.
23. Yani, onların Müslümanlara açıkça karşı gelmemelerinin nedeni Allah korkusu değildi. Ve onlar iman eddialarına rağmen müminlere karşı kafirlere yardım etmeleri sebebiyle Allah huzurunda sorguya çekilecekleri endişesi de taşımıyorlardı. Onların müminlere karşı gelmemelerindeki asıl neden, Hz. Peygamber'e (s.a.) sahabelerin ne kadar çok sevgi beslediklerini ve onu korumak için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olduklarını, küçük bir cemaat olmalarına rağmen saflarında muazzam itaat ve disiplinin hakim bulunduğunu ve toplumdaki her bireyin şehadet arzusu ile adeta çelikleştiğini görmüş olmalarıdır. Bu yüzden Yahudilerle birlikte olup açıkça müminlere karşı savaşırlarsa, ezileceklerinden korkuyorlardı. Burada kalbinde başka birşeyin Allah korkusundan daha fazla olması halinde o korkunun Allah korkusuna baskın çıktığı oldukça dikkate değerdir. İki tehlike ile karşı karşıya kalan bir kimse, büyük tehlikeye nispetle az olan tehlikeyi göze alacağından küçük tehlikeye aldırmayıp, sürekli büyük tehlikenin korkusu içinde yaşar.
24. Burada küçük bir cümle ile büyük bir hakikat beyan edilmiştir. Asıl güç ve kudretin Allah'ın elinde bulunduğunu ve sadece O'ndan korkulması gerektiğini idrak edecek kadar akıllı bir kimse, diğer insani kuvvetlerden korkmaz ve Allah'ın huzurunda hesaba çekilme tehlikesinin bulunduğu her işten sakınır. Bir başkasının onu görüp görmemesi onun umurunda bile değildir. Tüm dünyanın güçleri karşısında olsa dahi o, yine de Allah'ın emrettiğini yerine getirir. Fakat Allah'ın kudret ve kuvvetini idrak etmeyen ve diğer beşeri güçlerden daha fazla korkan ahmak bir kimse, tüm davranışlarını o korktuğu merkeze göre ayarlar. O, Allah men etti diye birşeyden sakınmaz. Ancak polis ve istihbarat haber alır diye korkar. Ve kötü duruma düşeceğini hesap ederek sakınır. O, Allah'ın emri olduğu veya O'ndan bir mükafaat alacağı için bir şey yapmaz. O, başkaları emrettiği için veya başkaları beğenecek diye, ya da ondan mükafaat umuyorsa bir iş yapar. Akıllı ile ahmak arasındaki fark budur. Aslında inanan ve inanmayan insanları da bu fark ayırır.