15- Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve küfretmekte olanlardan da.(26) Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur;(27) o ne kötü bir gidiş yeridir.
16- İman etmekte olanların, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin 'saygı dolu bir korku ile yumuşaması(28) zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu da fasık olanlardı.(29)
17- Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat vermektedir. Şüphesiz biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye(30) size ayetleri açıkladık.

AÇIKLAMA

26. Burada, münafıkların sonlarının da kafirlerin sonları gibi olacağı açıklanıyor.
27. "Hiye mevlâkum"; iki şekilde de anlaşılabilir. Birincisi; "İşte siz ona layıksınız", ikincisi; "Siz dünyada iken Allah'ı mevla edinmediniz. Şimdi artık mevlanız Cehennemdir."
28. "İman edenler" ifadesi, "Müslüman olduklarını söyleyerek Rasulullah ve arkadaşlarının saflarına katılan ama İslâm'ın sorunlarına kalplerinde yer vermeyen kimseler" için kullanılmıştır.
O dönemde, tüm küfür güçleri İslâm'ı yok etmek için hazırlanmış ve daha yeni oluşan İslâm toplumunu her yanından kuşatmışlardı. Müslümanlar Arabistan'ın her yerinde zulüm altında inliyorlardı. Bu zulüm dolayısıyla yoksul vaziyette Medine'ye hicret etmişlerdi ve Medine'deki müminler bir yandan muhacir kardeşlerine güçlerinin fazlasını kullanarak yardım ederlerken, diğer yandan kafirlerle yapılan savaşta onca fedakarlıklarda bulunuyorlardı. İşte bu kimseler ortamı bildikleri ve bizzat olanları gördükleri halde Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen, hiç aldırış bile etmiyorlardı. Bu bölümde sözkonusu kimseler "Sizler nasıl Müslümansınız" denilerek utandırılmaktadırlar. Öyle ki: İslâm'ın en nazik döneminde bile kalpleri Allah'ın zikri ile yumuşamamaktadır. "İslâm için sizlerin kalbinde hiç fedakarlık hissi yok mudur? Müslüman olmak bu mudur ki sizler İslâm tehdit altındayken ve sizlere Allah adına çağrı yapıldığı halde hiç hareket etmiyorsunuz? Allah Teâlâ, sizden yardımda bulunmanızı istemekte ve verdiklerinizi "Karz-ı Hasen" olarak adlandırmaktadır. Üstelik bu nazik ortamda malını, dininden üstün tutan kimselerin münafık olduklarını bildirmektedir." Ancak bu kimseler her şeye rağmen Allah'tan korkmaz ve O'nun emirlerine boyun eğmezler.
29. Yani, Yahudi ve Hıristiyanlar, kendilerine gönderilen peygamberlerden asırlarca sonra dalalet çukuruna düşüp ahlaken çöktüler. Sizler ise şimdiden ahlâkî zaaflar göstermeye başladınız! Oysa Allah'ın Rasulu aranızda bulunmakta, Kur'an hâlâ nazil olmaya devam etmektedir. Üstelik iman etmenizin üstünden pek zaman geçmiş değil. Fakat sizlerin durumu daha şimdiden, asırlardır Allah'ın kitabını tahrif eden Yahudi ve Hıristiyanların durumuna benzemektedir.
30. Bu ifadenin hangi nedenden ötürü kullanıldığını iyice anlamak gerekir. Nitekim Kur'an'ın çeşitli yerlerinde risalet ve vahyin nüzulu, yağmurun bereketine benzetilmiştir. Vahyin insan üzerindeki etkisi, tıpkı yağmurun toprak üzerindeki etkisi gibidir. Öyle ki toprak, üzerine yağmur yağdığında, canlanıp, yemyeşil olur. Aynı bu şekilde bir toplum ve beldeye peygamber gönderilir ve kitap nazil olursa, o toplum ve belde vahyin bereketi ile canlanır, cahiliye döneminde kaybolan yetenekler yeniden gelişir, iyilik ve güzellik yönünden faaliyet gösterirler. Burada, imanı zayıf Müslümanların, risalet ve vahyin bereketiyle nasıl yükseldiğini pâk ve asude bir toplum haline geldiklerini kendi gözleriyle görmektedirler. Bir yanda şerefli, pâk ve yüce ahlâklı İslâm toplumu onların gözleri önünde iken, diğer yanda tüm çirkinlikleriyle cahiliye toplumu duruyordu. Dolayısıyla burada ayrıntılara girme gereği duyulmadan, Allah'ın rahmeti ile ölü toprağın nasıl canlandığına dikkat çekilmiş, akılları varsa bu gerçekten ders alıp, Hz. Peygamber'in (s.a.) ve Kur'an'ın bereketinden faydalanmaları öğütlenmiştir.