22- Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; (28) öyle ki, her nefis kazanmakta olduklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.(29)
23- Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen(30) ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, (31) kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi (32) gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?(33)
24- Dediler ki: "(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi 'kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın) dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor." Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur; onlar, yalnızca zannediyorlar.(34)

AÇIKLAMA

28. Yani, Allah, bu dünyayı bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. Bilakis bu kainatın yaratılışı bir hikmete dayalıdır ve ciddi bir nizama sahiptir. Hikmete dayalı bu nizamda ise, insanlar için belli imkanlar sağlanmış ve onların tasarrufları altına verilmiştir. İnsanlara da bu imkanları kullanma konusunda bir noktaya kadar müsade edilmiştir.
Bu bağlamda, bir insan söz konusu imkanları Allah'ın emrine uygun deruhte ederken, bir başkası Allah'a karşı gelerek, dünyada zulüm ve fesad için bu imkanları kullanırsa bu iki insanın sonlarının aynı olması beklenebilir mi? Şayet ölümden sonra başka bir hayat yoksa, kainattaki tüm nizam bir anlam taşımaktan uzak, gayesiz ve başıboş bir keyfiyete sahip olur. Oysa hikmet sahibi olan Allah'tan böylesine anlamsız bir şey beklenemez. İzah için bkz. En'am an: 46, Yunus an: 11, İbrahim an: 26, Nahl an: 6, Ankebut an: 75, Rum an: 6.
29. Bu cümlenin siyak ve sibakından, iyilik yapan insanların amellerinin karşılığını, zalimlerin zulümlerinin cezasını ve mazlumların da adalet görmemelerinin, Allah'ın kurduğu nizam içinde mümkün olmayacağı açıkça anlaşılıyor. Ayrıca iyilik yapan kimselerin, hakettiklerinin altında mükafat almaları ya da zalimlerin yaptıklarından daha fazla ceza görmeleri gibi bir haksızlık da olmayacaktır. Herkes ne yapmışsa yaptığının tam karşılığını eksiksiz görecektir.
30. "Heva ve hevesini tanrı edinmek" ifadesiyle bir kimsenin, nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı helal mı olduğunu dikkate almadan davranması kastolunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. İşte bu kimse nefsine itaat ettiği şekilde, başkalarına da itaat ediyorsa şayet, o kimseleri de tanrı edinmiş olur. Her ne kadar bu kimse, o kimseleri ilah ve ma'bud edinmediğini söylese de veya o kimselerin putunu yaparak onlara tapmasa da onları tanrı edinmiştir. Çünkü bu kayıtsız şartsız teslimiyeti, onun bu kimseleri tanrı edindiğinin bilfiil ispatıdır. Ve bu da apaçık şirktir. Allah'tan başkasına bu şekilde itaat eden kimse, itaat ettiği kimseye secde etmemekle ve lisanen onun ilah olduğunu söylememekle, şirkten kurtulamaz. Nitekim diğer büyük müfessirler de bu ayeti, bu şekilde yorumlamışlardır. İbn Cerir, "Allah'ın koyduğu helal ve haramı dikkate almadan nefsinin arzusuna göre davranan kimse, nefsini ilah edinmiş olur" demektedir. El-Cessas ise "Böyle bir kimse Allah'a itaat ettiği gibi nefsine itaat eder" derken, Zemahşeri, "Nefsinin yönlendirdiği gibi hareket eden kimse, nefsine tıpkı Allah'a itaat ettiği gibi itaat etmektedir." İzah için bkz. Furkan an: 56, Sebe an: 63, Yasin an: 53, Şura an: 38.
31. "Allah'ın bir ilme göre saptırdığı kimse" ifadesiyle, ilmi olmasına rağmen dalalete düşen kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü o nefsinin kölesi olmuştur.
Ayrıca şöyle bir anlam da vermek mümkündür: "Allah o kimsenin nefsine kulluk ettiğini bildiği için, onu dalalete itmiştir."
32. Allah'ın bir kimseyi dalalete itmesi, o kimsenin kalp ve kulağını mühürlemesi ve gözlerine perde çekmesi hakkında, birçok yerde açıklamalar yapılmıştır. İzah için bkz. Bakara an: 10-16, En'am an: 17-27, A'raf an: 80, Tevbe an: 89-93, Yunus an: 71, Rad an: 44, İbrahim an: 6-7-40, Nahl an: 110, İsra an: 51, Rum an: 84, Fatır: 8 ve an: 16-17, Mü'min an: 54.
33. Bu ayetin siyak ve sibakından ahiret düşüncesini ancak nefsinin yönlendirmesiyle hareket eden ve nefislerine kul olan kimselerin inkar ettikleri açıkca anlaşılmaktadır. Çünkü, ahiret düşüncesi böyle kimseleri nefislerine kulluk etmekten ve yine nefislerinin yönlendirmesiyle hareket etmekten alıkoyar. Bu defa ahireti inkar edenler nefislerine köleliği daha da artırarak, battıkça batarlar. Hiçbir kötülükten çekinmeyerek, başkalarının haklarına tecavüz etmekten ve zulümde bulunmaktan hiçbir surette utanmazlar. Hak ve hukukun onlar nezdinde bir anlamı yoktur. Hiçbir şeyden ibret almadıkları gibi, onlara nasihat da fayda vermez. Gece gündüz arzularının peşinde koşarlar ve hangi yolla olursa olsun heva ve heveslerini tatmin etmek için çırpınıp dururlar. Tüm bunlar, ahiret düşüncesini inkar etmenin sonuçta insanın ahlakını felç ettiğinin apaçık ispatıdırlar. Çünkü insanın Allah'a karşı davranışlarından kendini sorumlu hissetmesi, kendisini insanlık dairesinde tutmasını sağlar. Aksi takdirde insan ne kadar önemli vasıflara sahip olursa olsun onun bulunduğu durum bir hayvanınkinden daha kötüdür.
34. Yani, bu hayatın sonunda, başka bir hayatın olmadığına dair, onların elinde hiçbir ilmi dayanakları yoktur. Ruhu Allah'ın kabzetmediği, sadece insanı zamanın yok ettiği ve geriye toz topraktan başka birşey kalmadığı şeklindeki düşünceler, sadece ahireti inkar edenlerin zanlarıdır. Onlar "Bu hayattan sonra ne olacağını bilmeyiz" demekten başka ileri gitmezler. Fakat bu hayattan sonra başka bir hayatın olmadığını söylemek tamamen mantıksızca bir iddiadır. Onların, "İnsanın ruhunu Allah kabzetmez, insan tıpkı bir saat gibi zamanla durur ve çürür" şeklindeki sözleri akla ve mantığa dayanmaz. Onlar sadece böyle olmasını arzu ediyorlar. Çünkü ölümden sonra başka bir hayatın olması ve yaptıklarının hesabını vermeleri işlerine gelmez. İşte bu yüzden ruhu tamamen inkar ederek, bu heva ve heveslerine dayanan isteklerini bir akide haline getirmişlerdir.