34- Andolsun, biz Süleyman'ı denemeden geçirdik. Tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.
35- "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin."(36)

AÇIKLAMA

36. Önceki ayetler, gelecek konunun bir başlangıcı idi. Yani, Allah önce Hz. Davud'u övmüş, sonra da imtihan ettiğini beyan ederek, "Ben onu uyardım, Davud da tevbe ve secde etti demiştir." Aynı şekilde Allah, Hz. Süleyman hakkında "Beni çokça zikreden bir kuldu" dedikten sonra, "Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üzerine bir ceset bıraktık, sonra bize (tevbe ederek) yöneldi, demiştir." Diğer bir deyişle, Allah Teâlâ her iki kıssada da iki hususu anlatmak istiyor. Birincisi, "Peygamber hata yaptığında, onlar bile sorgulanmadan bırakılmazken, diğerlerinin özelliği ne ola ki?" İkincisi, "Bir kul bir hata yaptıktan sonra, asla inat etmemeli ve hatasının farkına varır varmaz tevbe etmelidir." Bu davranışları sonucunda Allah bu kullarını (Hz. Davud ve Hz. Süleyman) affetmiş ve ayrıca onların derecelerini yükseltmiştir.
a) Hz. Süleyman'ın içine düştüğü fitne acaba nedir?
b) Onun tahtı üzerine ceset bırakılmasının anlamı nedir?
c) Bu cesedin oraya bırakılmasıyla, nasıl bir uyarı oldu da, Hz. Süleyman hemen tevbe etti?
Bu soruların cevaplanmasında müfessirler 4 ayrı yol takip etmişlerdir.
Bir grup müfessir, çok uzun bir efsane rivayet etmiştir. Ancak bu efsanenin ayrıntılarında birçok ihtilaf vardır.
Bu efsane şu şekilde özetlenebilir: Onlara göre karısı 40 gün putlara tapmış olmasına rağmen, Hz. Süleyman'ın bundan haberi olmamıştır. Diğer bir rivayete göre, Hz. Süleyman birkaç gün evden çıkmamış ve mazlumların şikayetlerini (dinleyip) , dertlerini halletmemiştir. Bunun üzerine şu şekilde cezalandırılmıştır: Güya şeytan, onun ins, cinn ve rüzgarlara hükmettiği yüzüğünü çalmıştır. Yüzüğü çalınınca bu güçten mahrum kalan Hz. Süleyman 40 gün sersem sersem dolaşmıştır. Fakat onun yerine şeytan hüküm sürmüştür. Tahtının üzerine atılan cesed ile de Hz. Süleyman'ın tahtına oturan şeytan kastedilmektedir. Hatta bazı kimseler daha da ileri giderek, Hz. Süleyman'ın hanımlarının bile o şeytandan korunamadıklarını ileri sürmüşlerdir. En sonunda devlet büyükleri ve alimler, şeytandan şüphelenmiş ve onun Hz. Süleyman olmadığını anlamışlardır. Şeytan'a Tevrat'ı göstermişler ve o Tevrat'ı görünce hemen kaçmıştır. Kaçarken yüzüğü denize düşürmüş veya kendisi atmıştır. Yüzüğü bir balık yutmuş, tesadüfen (!) balığı da Hz. Süleyman yakalamıştır. Balığın karnını temizlemek için yardığında kendi yüzüğünü bulmuş ve bulur bulmaz da tüm ins ve cinn emrine hazır olmuştur. Bu hikâyenin tümü baştan sona kadar hurafedir. Bu hikâyeyi Ehl-i Kitab'dan gelerek müslüman olan mübtedirler (yani müslümanlar) , İsrailiyat'tan nakletmiş ve zamanla müslümanlar arasında yayılarak revaç bulmuştur. Ne tuhaftır ki, bazı büyüklerimiz (!) Kur'an'ın tafsilatı olarak bu hurafeleri nakletmişlerdir. Oysa Hz. Süleyman'ın gücü yüzüğe dayanmıyordu. Ayrıca Allah, şeytana, peygamberlerin suretine girme gücünü ve insanları bu şekilde saptırma izni vermiş değildir. Allah hakkında böyle bir sûizanda bulunmak da mümkün değildir, ki O, peygamberini hataları dolayısıyla cezalandırmak için, şeytanı onun suretine soksun ve böylece ümmetinin mahvolmasına göz yumsun. Bu mümkün değildir. Yine en önemlisi, bizzat Kur'an bu yalanları reddetmektedir. Kur'an'da, Hz. Süleyman'ın bu imtihandan sonra af dilemesi üzerine, onun hatasının affedildiğinden ve sonra da şeytanlarla rüzgarın emrine verildiğinden bahsedilir. Tefsirlerde ise, tam aksine, şeytanın bu yüzük dolayısıyla Hz. Süleyman'a tabi olduğu söylenir. Büyüklerimizin(!) sözkonusu ayetleri hiç dikkate almamalarına hayret ediyorum.
Diğer bir grup müfessire göre, Allah, Hz. Süleyman'a 20 sene sonra bir evlad verince, şeytanlar, Hz. Süleyman'dan sonra onun hükümdar olup kendilerinin yine esir kalacağını düşünerek korkmuşlar ve bu yüzden çocuğu öldürmeye karar vermişlerdir.
Hz. Süleyman bunu öğrenince çocuğunu büyümesi için bulutlarda saklamış. Allah Teâlâ da Hz. Süleyman'ın kendisine tevekkül etmeyerek bulutlara güvenmesine öfkelenmiş ve çocuğun cesedini tahtına bırakmıştır. Bu hikâye de Kur'an'a aykırıdır ve hiçbir kaynağa dayanmaz. Çünkü burada da, rüzgarın ve şeytanların bu hadiseden önce Hz. Süleyman'ın emrinde olduğu varsayılmıştır. Oysa Kur'an, tam aksine şeytanların ve rüzgarın bu hadiseden sonra Hz. Süleyman'ın emrine verildiğini belirtir.
Üçüncü bir grup müfessire göre ise, Hz. Süleyman, "Bu gece, 70 hanımımla birden yatacağım ve her hanımımdan bir mücahid doğacak diye yemin etmiştir. Ancak bu yemini yaparken "inşaallah" demediği için o gece sadece bir hanımı hamile kalmış ve ondan da yarısı ceset bir çocuk doğmuştur. Bunu üzerine hanımı bu çocuğu Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine bırakmıştır." Bu hadisi Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den (s.a.) rivayet ettiği nakledilir. Bu hadisi Buhari, Müslim ve diğer muhaddisler çeşitli senetlerle nakletmişlerdir. Buhari'de bile muhtelif yerlerde ve muhtelif senetlerle bu hadis nakledilmiştir. Bu hadislerde Hz. Süleyman'ın hanımlarının sayısı bazen 60, bazen 70 bazen 90 veya 99, bazılarına göre 100'e kadar varmıştır. Çoğunluğunun rivayet senetleri kuvvetli hadislerdir. Bu yüzden hadisin sıhhat bakımından reddedilmesi (tenkit edilmesi) mümkün değildir. Fakat hadisin aklen kabul edilmesi ise imkan haricidir. Çünkü bizzat hadisin muhtevası, Rasulüllah'ın (s.a) böyle bir şey söylemediğini adeta haykırıyor. Çok kuvvetli bir ihtimale göre Hz. Peygamber (s.a.) bu olayı yahudilere istinaden ve başka birine misal olarak anlatmıştır. Dinleyenler de yanlış anlamışlar ve Hz. Peygamber'den (s.a.) bu olayı gerçek bir hadiseymiş gibi rivayet etmişlerdir. Böylesine akla aykırı hadisleri, sırf kuvvetli senet dolayısıyla kabul ettirmeye çalışırsak din bir eğlence haline gelir. Herkes bizzat kış mevsiminde gecelerin, 10-11 saatten fazla olmayacağını hesaplayabilir. Hz. Süleyman'ın en az 60 hanımı olduğunu kabul eder, bir saatte de hiç nefes almadan 6 hanımına uğradığını ve 10-11 saat sürekli onlarla birlikte olduğunu düşünecek olursak bunun fiilen mümkün olmadığı sonucuna varırız. Sanıyorum Hz. Peygamber (s.a.) bu kadar mantıksız bir hikâyeyi gerçek bir olay olarak anlatmamıştır. Ayrıca hadislerin hiçbir bölümünde Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine atılmış olan ceset ile yarı ceset çocuğun bir ilgisi olduğuna dair bir ima bile yoktur.
Dolayısıyla bu olayı, Hz. Peygamber'in (s.a.) bu ayetin tefsiri olması münasebetiyle anlattığını iddia etmek mümkün değildir. Belki bu çocuğun doğuşundan sonra Hz. Süleyman'ın tevbe-istiğfar etmesini makul karşılayabiliriz, ama, "Ey Allah'ım! Bana senden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir saltanat ver." şeklindeki duasını makul karşılamak mümkün değildir.
Diğer bir yorum ise İmam Razi tarafından yapılmıştır. "Hz. Süleyman bir hastalığa yakalanmış veya başka bir tehlike dolayısıyla sıkıntı ve üzüntü içinde zayıflayarak bir deri bir kemik kalmıştı. Yani, öyle bir hale gelmiş ki, cansız ceset denecek kadar zayıflamıştır." Fakat bu yorum Kur'an'a uymaz. Çünkü Kur'an'daki ifade aynen şöyledir: "Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık, sonra bize yöneldi." Bu ayeti okuyan herhangi bir kimse, söz konusu cesedin Hz. Süleyman'ın cesedi olmadığını hemen anlar. Anlaşılan odur ki, Hz. Süleyman bir hata yapmış ve bunun üzerine Allah kendisini uyarmıştır. Sonuçta ise hatasını idrak eden Hz. Süleyman, Allah'a yönelmiştir.
Bu bir gerçektir ki, bu bölüm Kur'an'ın en müşkül yeridir ve kesinlikle sarih bir şekilde tefsir edilemez. Hz. Süleyman'ın "Rabbim beni affet ve bana benden sonra hiçkimseye nasip olmayan bir saltanat ver" şeklindeki duasını İsrailoğulları'nın tarihi ışığında değerlendirirsek şayet, Hz. Süleyman'ın, kalbinde oğlunun tahta geçmesi arzusunu taşıdığını ve bu muhteşem saltanatın zürriyyeti boyunca devam etmesini istediğini anlarız. Bu arzu ve istek kendisi için bir fitne (imtihan) olduğu için Allah onu uyarmıştır. Nitekim Hz. Süleyman'ın veliahtının, büyüdüğünde kıymetsiz biri olduğu ortaya çıktı ve babasının saltanatını devam ettiremedi. Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine bir cesedin bırakılması muhtemelen şu şekildedir: Hz. Süleyman önce mirasını (saltanatını) bu ehliyetsiz, kabiliyetsiz ve hiçbir özelliğe sahip olmayan oğluna bırakmak istiyordu. Dolayısıyla Hz. Süleyman bu isteğinden vazgeçti ve bu saltanatın kendisi ile birlikte son bulmasını, nesiller boyunca devam etmemesini Allah'a dua ederek taleb etti. İsrailoğulları tarihinden de, Hz. Süleyman'ın kendi yerine geçmesi için kimseye vasiyette bulunmadığı ve herhangi bir tavsiye de yapmadığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. Süleyman'dan sonra devletin ileri gelenleri Hz. Süleyman'ın oğlunu tahta çıkarmışlar ve kısa bir süre içinde İsrailoğulları'na bağlı 10 kabile Kuzey Filistin'de ayrı bir devlet kurmuştur. Beytü'l-Mukaddes'de ise sadece Yahuda kabilesi kalmıştır.