22- Davud (un yanın) 'a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü;(22) onlar dediler ki: "Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet."
23- "Bu benim kardeşimdir,(23) doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen "Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat" dedi ve bana konuşma (tarzın) da üstün geldi."(24)
24- (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir.(25)
Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak) lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır." Davud, gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek (26) yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.
25- Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.(27)
26- "Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından(28) dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır."

AÇIKLAMA

22. "Korkmuştu"çünkü o iki kişi normal yoldan değil, duvardan atlayarak odasına girmişlerdi.
23. "Kardeş"kelimesiyle nesebî bir kardeşliği değil, din kardeşliğini kasdetmiştir.
24. İlerideki konuyu daha iyi kavrayabilmek için burada biraz durulması gerekiyor. Çünkü mezkur şahıs, davacı olduğu kimse için "Benim koyunumu zorla aldı" demek istememiştir. O şöyle demiştir: "Bu kardeşimin 99 koyunu var, benimse bir tek koyunum." yani kardeşim büyük güce sahip bir zengin, bense fakir bir kimseyim. Bu yüzden de, onun isteklerine karşı çıkma cesaretini kendimde bulamıyorum.
25. Burada Hz. Davud'un, sadece bir tarafı dinleyerek karar verdiği zehabına kapılmak yanlıştır. Çünkü davacının konuşup davalının susmuş olmasından, onun suçunu kabullenmiş olduğu anlamı çıkar. Bunun üzerine de Hz. Davud kararını vermiştir.
26. Burada secdenin gerekli olup olmadığında ihtilaf vardır. İmam Şafî, bu secdenin bir peygamberin tevbesi olduğunu öne sürerek secdenin vacib olmadığını söylemiştir. İmam Ebu Hanife ise, burada secdenin vacib olduğu kanaatindedir. Nitekim bu görüş hakkında İbn Abbas'dan üç rivayet nakledilmiştir. İkrime'nin İbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre bu ayet, secdeyi gerekli kılar. Çünkü (İbn Abbas) Hz. Peygamber'i (s.a.) bu ayeti okuduktan sonra secde ederken gördüğünü söylemiştir. (Buhari, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, Müsned-i Ahmed) . İkinci rivayet Said b. Cübeyr'den nakledilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a) Sad Suresi'ni okurken secde etti ve şöyle buyurdu: "Davud tevbe ve şükür için secde etmişti. Biz de şükretmek için secde ediyoruz." Yani onun tevbesi bu yüzden kabul olmuştur. (Neseî) . Üçüncü rivayeti Mücahid nakletmiştir. "Allah Teâlâ Kur'an'da "Allah'ın doğru yolu gösterdiği kimselere uyun" diye emretmiştir. Bu Davud da bir peygamberdi ve secde etmişti. Hz. Peygamber (s.a.) de ona uyarak secde etmiştir. (Buhari) . Bu üç rivayet de İbn Abbas'dan mervidir. Ebu Said el-Hudri şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Rasulüllah bir gün hutbede "Sad" Suresi'ni okudu ve bu ayete geldiği zaman, minberden inerek secde etti. Orada bulunanlar da Hz. Peygamber'le (s.a.) birlikte secde ettiler. Yine, Rasulüllah bir defasında hutbede bu ayeti okudu. Orada bulunanlar ayeti işitince secde etmeye hazırlandılar. Rasulüllah: "Bu, bir peygamberin tevbesi idi. Fakat sizler secde etmeye hazırlanıyorsunuz" diyerek minberden indi ve secde etti. Orada bulunanlar da onunla birlikte secde ettiler." (Ebu Davud) . Bu rivayetlerden secde etmenin vucubiyeti anlaşılmıyorsa da, en azından Hz. Peygamber'in (s.a.) bu mevkide secde ettiği açıkça görülmektedir. Dolayısıyla secde etmek herhalde daha efdaldir. Nitekim İbn Abbas'dan yukarıda zikrettiğimiz rivayetler secde etmenin gerekliliğine delâlet etmektedirler.
Bu ayetin şu şekilde anlaşılması da mümkündür. Allah burada "rüku etti" biçiminde bir ifade kullanmıştır. Ancak tüm müfessirler ittifakla bu ifadenin "secde etti" anlamına geldiği görüşündedirler. İfadenin orijinalinden hereketle İmam-ı Ebu Hanife ve arkadaşları, namazda ve namaz dışında bu ayeti işiten bir kimsenin secde yerine rüku edebileceğini söylemişler ve görüşlerine delil olarak Allah'ın "secde" yerine "rüku" kelimesini kullanmış olmasını göstermişlerdir. Bundan anlaşıldığına göre rüku, secdenin yerine geçebilir. Nitekim Şafii mezhebi fakihlerinden İmam Hattabi de aynı görüştedir. Ancak bu düşünce her ne kadar makul ise de, Hz. Peygamber (s.a.) ve sahabelerinden rükunun secde yerine yapılabileceği şeklinde bir rivayet yoktur. Dolayısıyla secde yapmaya bir engel olduğu takdirde, rüku edilebilir. Aksi halde bunu bir adet haline getirmek doğru değildir. Nitekim Ebu Hanife ve arkadaşlarının kastetmiş oldukları da bu değildir. Onlar sadece secde yerine rüku'nun da olabileceğini söylemişlerdir.
27. Hz. Davud'un hata yaptığı meselenin koyun meselesine benzer olması gerekir. Çünkü karar verdiği esnada aniden imtihan olunduğunu hatırlamıştır. Ancak bu hatası affedilemeyecek kadar önemli değildir. Bu yüzden Allah onu affettiği gibi ayrıca mertebesini de yükseltmiştir. Allah, onu, kendi kendine pişman olması, secde ve tevbe etmesi dolayısıyla affetmiş ve onun ne bu dünyadaki ne de öbür dünyadaki makamına bir halel gelmemiştir.
28. Bu uyarı nedeniyle Hz. Davud tevbe etmiş ve Allah da onun bu tevbesini kabul ederek mertebesini yükseltmiştir. Bundan anlaşıldığına göre, Hz. Davud'un davranışında nefsanî bir zaafın payı vardı ve ayrıca -muhtemelen- hükümdar oluşu sebebiyle gücünü adil olmayan bir biçimde kullanmıştı. Oysa bu şekilde davranmak bir hükümdara yakışmazdı.
Bu bağlamda aklımıza üç soru geliyor. 1) Hz. Davud ne yapmıştı? 2) Allah Teâlâ, onun bu davranışını niçin açıkça değil de imalı bir şekilde zikretmiştir? 3) Bu olaydan ne gibi bir ders çıkarabiliriz?
Yahudi ve Hıristiyanların mukaddes kitaplarını okumuş olanlar şu hikâyeyi bilirler; (eğer o kitaplara inanırsak) "Hz. Davud Hititli Urya'nın karısıyla zina etmiş ve daha sonra Urya'yı kasten savaşa göndererek öldürmüştür. Sonra da karısını nikahı altına almıştır." Ayrıca bu kitablara göre zina yaptığı bu kadından Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman olmuştur. Bu hikâye Kitab-ı Mukaddes'in II. Samuel 11. ve 12. bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde kayıtlıdır. Kur'an'ın nüzulünden asırlar önce Kitab-ı Mukaddes'de kayıtlı olan bu olayı bütün dünyadaki Yahudi ve Hıristiyanlar okuyorlar, işitiyorlar ve ayrıca inanıyorlar da. Bu yüzden tüm dünyada, batı ülkelerinde, İsrailoğulları'nın dini eserlerinde bu ithamın geçmediği hiçbir kitap adeta yoktur.
"Ve Rab Natan'ı, Davud'a gönderdi. Ve yanına gelip ona dedi: Bir şehirde biri zengin ve öbürü fakir iki adam vardı. Zengin adamın pek çok koyunları ve sığırları vardı. Ve fakir adamın satın almış ve beslemiş olduğu küçük bir dişi kuzudan başka bir şeyi yoktu; ve kuzu onun yanında kendisiyle ve çocukları ile beraber büyümüştü; ve lokmasından yer, tasından içer, koynunda yatardı. O kendi kızı gibiydi. Ve zengin adama bir yolcu geldi ve kendisine gelen yolcuya hazırlamak için kendi koyun ve sığırlarından almaya kıyamadı, fakir adamın kuzusunu aldı ve yanına gelen adam için onu hazırladı. Ve o adama karşı Davud'un öfkesi çok alevlenip Natan'a dedi: Hayy olan Rabbin Hakkı için bunu yapan adam ölüm oğludur ve bu şeyi yaptığı ve acımadığı için kuzuyu dört kat ödeyecektir. Ve Natan Davud'a dedi: O adam sensin. İsrail'in Allah'ı Rab şöyle diyor: Ben seni İsrail üzerine kral olarak meshettim ve ben seni Saul'un elinden kurtardım ve efendinin evini sana ve efendinin karılarını koynuna verdim. Ve İsrail'le Yahuda evini sana verdim. Ve eğer bu az gelse idi, sana daha neler verirdim. Niçin Rabbin gözünde kötü olanı yaparak onun sözünü hor gördün? Hititli Urya'yı kılıçla vurdun ve karısını kendine karı olarak aldın ve Urya'yı Amman Oğulları'nın kılıcı ile vurdun.
Ve şimdi kılıç ebediyyen senin içinden ayrılmayacak; çünkü beni hor gördün ve Hititli Urya'nın karısını kendine karı olarak aldın. Rab böyle ediyor: İşte, kendi evinden sana karşı kötülük çıkaracağım ve senin gözlerinin önünde karılarını alıp komşuna vereceğim ve bu güneşin gözü önünde o, senin karılarınla yatacak. Çünkü sen gizlice yaptın, fakat ben bu şeyi tüm İsrail karşısında ve güneşin karşısında yapacağım." (II. Samuel, 12: 1-2.) Bu kıssa herkes tarafından bilindiği için Kur'an bu olayı ayrıntılarıyla ele almamıştır. Zaten Sünnetullah'da bu tür olaylar ayrıntılarıyla beyan edilmez. İşte bu yüzden ima yoluyla anlatılmıştır. Ayrıca bu olayın hiç de Ehli kitab'ın anlattığı gibi olmadığı da zikredilmiştir. Asıl olay, Kur'an'da açıkça anlaşılacağı üzere Hz. Davud'un Urya'dan (ya da ismi ne olursa) karısıyla evlenme isteğinde bulunmuş olmasıdır. Bu istek, sıradan bir insan tarafından değil, güçlü bir hükümdar ve önemli bir şahsiyet tarafından yapılmıştır. Kadının kocası ise sıradan bir vatandaştı. Hz. Davud böyle bir teklifte bulunmuş olmasına rağmen, teklifinin ardında bir cebr unsuru bulunmuyordu, ama yine de sıradan bir vatandaşın böyle bir teklifin altında ezilmemiş olması mümkün değildir. Urya Hz. Davud'a belki de olumlu bir cevap verecek iken, halktan iki salih insan aniden Davud'un huzuruna girmiş ve güya ondan aralarındaki hadise ile ilgili karar vermesini istemiş olabilirler. Hz. Davud önce aralarındaki davayı, gerçek bir hadise sanmış ve davacıyı dinledikten sonra hükmünü vermiştir. Ancak bu hükmü verirken vicdanında muhasebe yaparak, "İşte senin Urya'ya yaptığın teklif ile, bu güçlü adamın yaptığı teklif arasında bir fark yoktur. Ben onun bu teklifini zulüm diye niteleyip, karar verdikten sonra, aynı zulmü neredeyse irtikap edeceğim" şeklinde düşünmüş olacak ki, bu gerçeği hemen anladığında secdeye gitmiş ve Allah'a tevbe ederek bu teklifinden vazgeçmiştir.
Kitab-ı Mukaddes'de bu olay en çirkin şekle büründürülerek anlatılmıştır. Biraz düşünecek olursak olayın şöyle cereyan ettiğini anlayabiliriz. Hz. Davud, o kadının sıradan birinin yerine, bir hükümdarın karısı olmasının daha münasip düşeceğini düşünmüş olabilir. Ve böyle bir düşünceden hareketle kadının (Urya'nın karısının) üstün özelliklerini duymuş ve -muhtemelen- böyle bir kadının kocasına sözkonusu teklifi iletmiştir. O dönemde bu tür şeyler, toplum içinde normal karşılanıyordu. Çünkü başka birinin karısını beğenen şahıs hiç çekinmeden kadının kocasına "karını boşa onunla ben evleneyim" diyebiliyordu. Böyle bir teklifle karşılaşan kimse, hiçbir şekilde gocunmaz hatta dost hatırı için sırf arkadaşı evlenebilsin diye karısını boşardı. Ancak Hz. Davud böyle bir teklifde bulunacağı zaman karşısındaki kimsenin sıradan bir insan olduğunu hesap etmemiştir. Zira, Hz. Davud sıradan bir insan olmadığı gibi, ayrıca bir hükümdardır.
Yaptığı teklifte bir cebr sözkonusu olmasa dahi, sırf sahip oldukları nitelikler bakımından, karşısındaki kişi onun bu teklifini emir olarak telakki edebilirdi. Temsili bir davaysa, Hz. Davud'un bu olayı vicdanen muhasebe etmesine ve hatasını farkeder etmez teklifinden vazgeçmesine neden oldu. Böylece bu iş de kapanıvermiş oldu. Fakat bir süre sonra kadının kocası bir savaş esnasında şehit düşmüştür. Adamın şehit düşmesi üzerine karısı dul kaldığı için, Hz. Davud onu kendisine nikâhlamıştır. Ancak yahudilerin habis zihniyeti bu olayı efsane haline sokmuştur. Ayrıca böylesine çirkin bir olayın ortaya atılma nedenlerinden biri de bir grup yahudinin Hz. Süleyman'a cephe alıp düşman kesilmiş olmalarıdır. Dolayısıyla bu kimseler olayı abartarak Hz. Süleyman'ı karalamaya çalışmışlardı. (Bkz. Neml an:56) Yahudiler bu yüzden -Maazallah- Hz. Davud'un Urya'nın hanımını kendi sarayının çatısı üzerinde çırılçıplak yıkanırken gördüğü ve kadını sarayına getirterek onunla zina ettiği ve kadının hamile kalması üzerine de kocasını Benu Amum'lularla yapılan bir savaşa gönderdiği şeklinde bir hikâye düzmüşlerdir. Güya komutan Yuab'a "Urya'yı, öldürebileceği bir yere tayin etmesini" emretmiştir. Urya öldürülünce de Hz.Davud onun karısını kendisine nikahlamış ve bu kadından Hz. Süleyman doğmuştur. İşte tüm bu yalan iftira ve zulmü yahudiler Kitab-ı Mukaddes'e kaydetmişlerdir. Ve ne yazık ki hâlâ okunup durmaktadır. Binaenaleyh Hz. Musa'dan sonra İsrailoğulları'na ihsan edilen bu iki büyük insanı bu şekilde zelil etmeye çalışmışlardır.
Müfessirlerden bir grup, bu efsaneyi hemen hemen benimseyerek İsrailoğulları'nın rivayetlerini kabul etmişlerdir. Ancak Hz. Davud'un zina etmesi ve kadının hamile kalması ile ilgili bölümlerini çıkararak diğer kısımları aynen nakletmişlerdir. Başka bir grup müfessir ise, bu olayla o iki kişinin (koyun) davası arasındaki ilgiyi reddederek bu kıssayı anlamsız bir şekilde tevile yeltenmişlerdir. Ama bu tevilin de aslı yoktur. Ve bir kaynağa dayanmamaktadır. Ayrıca ayetlerin siyak ve sibakına da uygun düşmemektedir. Buna rağmen müfessirlerden bir grup bu olayı doğru bir şekilde değerlendirmişler ve bu gerçeğe ulaşmışlardır. Örneğin bazıları şöyle demektedirler.
Mesruk ve Said b.Cübeyr'in İbn Abbas'dan rivayet ettiklerine göre "Hz. Davud bir adama karısını boşaması için "karını boşa da onunla ben evleneyim" şeklinde bir teklifte bulunmuştur, o kadar." (İbn Cerir) .
Zemahşeri, "Keşşaf" isimli tefsirinde "Allah'ın Hz. Davud kıssasını anlatımından, Hz. Davud'un bir kimseden karısın boşaması için ricada bulunması anlaşılmaktadır. " diyor.
Cessas, "Hz. Davud'un evlenmek istediği kadın o adamın karısı değil nişanlısı idi. Hz. Davud kadına kendisiyle evlenmesi teklifinde bulunmuştur. Bunun üzerine de Allah, kendisini "Bir mü'min kardeşinin nişanlısına evlenme teklifinde bulunuyorsun. Oysa senin birçok hanımın var." diye uyardı." demiştir. (Ahkamu'l-Kur'an) , Bazı müfessirler bu görüşün Kur'an ile uyuşmadığını söylemişlerdir.
Çünkü Kur'an'da olay "Benim bir tek koyunum var, onu da bana ver dedi" şeklinde ifade edilmektedir. Ve Hz. Davud "O, senin koyununu kendi koyunlarına katmayı istemekle sana zulmetmiştir" şeklinde bir hüküm vermiştir. Dolayısıyla bu örnek, bu kadının Urya'nın karısı olduğu takdirde bir anlam ifade eder. Eğer onun nişanlısı olsaydı, ayetteki ifadenin şöyle olması gerekirdi: "Ben bir koyun almak istiyorum, ama o 'bırak o koyunu da ben alayım' diyor."
Kadı İbnü'l-Arabi "Ahkamu'l-Kur'an" adlı eserinde, bu olayı oldukça ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. "Olayın aslı Hz. Davud'un bir şahsa "hanımını boşa da onu ben alayım" şeklinde ciddi bir teklifinden ibarettir... Kur'an'da o şahsın Hz. Davud'un teklifini kabul etip etmediği belirtilmemiştir. Ayrıca, Hz. Davud'un o kadınla evlendiği ve ondan Hz. Süleyman'ın doğduğu da açıklanmamıştır....Hz. Davud'un uyarıldığı mesele, o kadının kocasına, boşanması için yaptığı tekliften başka bir şey değildi.... Çünkü böyle bir davranış her ne kadar caiz ise de, bir peygambere bu şekilde davranması yakışmazdı. Bu yüzden Allah onu uyardı ve nasihatte bulundu."
Bu yorum, ayetlerin siyak ve sibakıyla uygun düşmektedir. Nitekim bu kıssa ile düşündüğümüzde, Allah'ın bu olayı iki nedenden ötürü beyan ettiği sonucuna varırız. Birincisi, Hz. Muhammed'e, kafirlerin "sihirbaz ve yalancı" şeklindeki ithamlarına sabretmesi ve zalimlerin zina ve cinayet suçuyla itham ettikleri Hz. Davud'u hatırlaması öğütlenerek, ondan, kafirlerin söylediklerine göğüs germesi istenmktedir. İkincisi, kafirler şu şekilde korkutulmaktadır: "Sizler bu dünyada hiç çekinmeden zulüm yapmakta ve yalan, iftira düzmektesiniz. Ama Allah'ın yanında bu yaptıklarınızdan hesaba çekilmeden bırakılmayacaksınız. Çünkü Allah en makbul ve sevgili kullarını bile, yaptıklarından hesaba çekmeden bırakmayacaktır." Sonuç olarak Hz. Peygamber'e, (s.a.) sanki şöyle demesi emredilmiştir: "Davud'un kıssasını anlat ki, ne kadar seçkin özelliklere sahip olursa olsun yine de onu yaptıklarından hesaba çektiğimiz bilinsin."
Bu noktada yanlış bir anlayışı düzeltmekte yarar görüyoruz. Davacı kimse, din kardeşinin 99 koyunu olduğunu ve onun kendisinde bulunan bir koyunu da istediğini söylemektedir. Bundan Hz. Davud'un 99 hanımı olduğu ve onun bir hanım daha alarak eşlerinin sayısını 100'e tamamlamak istediği anlaşılmaktadır. Fakat bu örnekle, Hz. Davud ile Hititli Urya arasındaki olayın kelimesi kelimesine mutabakat arzettiğini düşünmek zorunda değiliz. Çünkü bizler de, günlük hayatımızda 40-50-60 gibi tabirleri çokluk ifade etmek için bir deyim şeklinde kullanırız. Ünlü müfessir Nisaburî, Hasan Basri'den, "Hz. Davud'un hanımlarının sayısının 99 olmadığını, bu ifadenin sadece temsilen kullanıldığını" rivayet eder. (Bu kıssa hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. [Tefhimat] adlı eserim, C: 2. sh: 29-44.)